- 489 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BAĞNAZLIK AMA NASIL?
Kavramların kendisi kadar hatta daha önemli olan husus, ne manada nasıl kullanıldığıdır kuşkusuz. Tek bir sözcük vurguyu etkileyebilir, değiştirebilir de.
Bazı kavramlar gerçekliği olmakla beraber biraz daha rizikoludur. Siyasal, dinsel, etnik yapılara dokunuşları ölçüsünde negatif duygular uyandırabilir ya da bu tip hisleri tetikleyebilir de. Doğru biçimde kullanılır ya da telaffuzu kastini aşmazsa sorunlar minimize edilebilir, kalkabilir de.
Mesela bağnaz kavramı. Google kanalıyla muhtelif tanımlara göz gezdiriyorum. “Bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünmeme durumu, taassup.” Tanımı karşıma çıkmakta söz gelimi. Aşırı vurgusu dikkat çekmekte. O ölçüde düşündürmeli de. Neye, kime göre aşırı? Efendim! Sözlükten bir tanım bu, objektif yaklaşıldığından şüphe duyulmaz ki. Oysa gerçek bunun tam tersi de olabilir. Sözlükler değil insanlar tanımları alıp kullanırlar. Kültürel seviye, ön yargılar, kafa çapı derhal kelimeyi kendi filtresinden geçirip damgasını vurabilir de. Kaldı ki, sözlüklere dahi mutlak itibar etmeyin. Dahası, kendi sözlüğünüzü oluşturun.
Sözlükler kimi kez, tarafsızlık ve objektifliği birbirinin yerine kullanmaz mı? Oysa yanlış bu. Tarafsızlık hiçbir fikre mensup olmamaktır. İşimize geldiği gibi kullanırız o ayrı. Farklı siyasi, ideolojik yapıda insanlar bir konuda düşüncemizi doğrulayan sözler söyledi mi bayılırız mesela. Tarafsız davrandığı için kutlamaya ve referans göstermeye kalkarız ilgili şahsı. Başka bir zamanda aynı kişi işimize gelmeyen bir şey söylerse bu sefer de kibarca tarafsız davranmadığını hatırlatırız kendisine. Önceden gelen bir sempatimiz var ya, patilerimizi göstermekle yetiniriz hani. Halbuki, tarafsız davranmadığı sunulan biz isek, elbette tarafım, tarafsız neden olayım der çıkarız da.
Kavramların birbirine karışmasından, karıştırılmasından kaynaklanan sorunlar yumağıdır bunlar. Şu kadar ki, objektiflik ile tarafsızlığı ayırdığımızda problem çözülür. Bizim müspet bağlamda tarafsızlık sandığımız objektifliktir gerçekte. Daha önce de arz ettiğim gibi bilgisayardaki kullanıcı yerine geçmek misalidir objektiflik. Kurumsal ortamda bir müracaatçının işlemini yaparken onun yerine geçeriz de, orada kalmayız. İşimiz bitince çıkarız o sayfadan, değil mi? İnsanlarla, olaylarla, görüşlerle empati bağı kurmakta böyle değil midir? Bir insanla duygudaşlık kurmak sürgit o kişinin düşüncesinde kalmak, artık kendi düşüncemizi terk edip onun gibi düşünmek anlamına mı gelir? Yooo! Niçin böyle olsun ki?
Ne çare ki, objektiflikle tarafsızlığı birbirine karıştıranlar birde bakarsınız başkalarıyla empati kurmayı kabul etmekte güçlük çekerler. Tarafgir davranıp, doğallıkla taraf olduklarını öne sürmeye kalkarlar. Sapla saman birbirine karışır, hakkaniyet duygusu incinir, biraz hoşgörü lütfen diyenlere adaletten dem vurmaya kalkarız. Adaletle hoşgörüyü boğup çıkarız işin içinden. Öyle ki, adalet hoşgörüsüzlüğün bahanesi olup çıkar.
Üstte ilk tanımda yer verdiğimiz aşırılığa dönersek, siyasi fikir akımlarının aşırı sağ/sol olarak tabir edilmesindeki yanlışlık akla gelebilir. Takdir edersiniz ki, radikal sağ/sol kavramları vardır ve gerçekçi olan da budur. Radikal, köktenci, kökten değişimci anlamıyla merkez figürlerin karşıtı olarak terminolojide yerini alır çünkü. Halbuki aşırı deyişinde, kime/neye göre parantezi kaçınılmaz olarak doğmakta. Şöyle ki, bana göre aşırı olan başkasının normali, bence normal olan da başka birinin aşırısı olmakta.
Peki şu tanım nasıl? “Bir düşünceye, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmeyen” şeklinde tanımlanması bağnazlık kavramını daha anlamlı kılmakta kanımca da. Kuşkusuz körü körüne neye/kime göre derseniz o ayrı. Ancak işi temelli de normal/anormal kavramının günlük kullanımına çevirmemeli derim. Anormal hep başkasıdır ve kimse kendini anormal görmez ya, o mana da.
Birde, tabi neredeyse bize özgü bir dezavantaj noktasından söz edebiliriz. Batılı ölçülerde akılcı düşünce tarzı dediğimiz fakat kendimize özgü bir renk verdiğimiz mantalitedir bu. Ne yazık ki, negatif bir duruş sergilemekte. Yakın tarihimizin düşünsel, politik evrelerinde bağnazlığı ağırlıklı olarak dinsel zeminde kavramamız hususundan söz ediyorum açıkçası. Yaşadığımız devrim deneyiminin doğurduğu etkileşimle, geleneksel kültürel alanların çağımıza uzanan izdüşümlerine tanıdık bu olumsuzluğu ekseriyetle.
Oysa dinsel, siyasal, felsefi, kültürel, ideolojik her türlü sahada fanatizm, taassup, bağnazlık örnekleri karşımıza çıkabilir. Söz gelimi kendisini ilerici olarak tanımlayan fikir akımlarının bağnaz tezahürleri de yok mudur? Demem şu ki, Kemalizm, sosyalizm, laisizm, milliyetçilik gibi fikir akımları üzerinden de bağnaz tutum ve davranışların şekillenmesi mümkünden de öteye gerçek olmaktadır. Ne ki, bu anlayış biçimleri bu tarz örneklendirmelere pekte sıcak bakmamaktadır. Yok, illa dinsel geleneksel olanın açılımları koşulsuz, kriter temelsiz bağnazdır, yobazdır bazı aydın muhitlerde. Bu ister istemez kuşaklar içerisinde etki tepki, ifrat tefrit etkileşimini körüklemekte. Kemalizm, anti Kemalizm derken rüzgara kapılmış yaprak misali oradan oraya savrulup dururuz birkaç nesildir.
Bu durumu daha geniş bir zaman dilimine yayılarak son iki asrın hikayesi olarak okumalıyız hatta ve hatta. Bu çizgide doğu batı, modern gelenek, eski yeni zıddiyetini ve giderek dönüştüğü sağ sol kutuplaşmasını son iki yüzyılın meseleleri olarak ele almalıyız açıktır ki.
Yine Vikipedi kaynaklı, “Kendi görüşü dışında doğru/gerçek kabul etmeme durumu, körü körüne inanma/kesin inanççılık, orta dereceli düşünce bozukluğu.” Şeklinde bir tanımlama karşımıza çıkmakta ki, oldukça kapsayıcı denebilir de.
Burada kendimize karşı şu sorgulamayı yapmak gerekmez mi? Düşündüklerimiz doğru olabilir de, doğru düşündüklerimizden mi ibarettir? Tüm bir evreni, kainatı, yeryüzünü, tarihi, doğayı, toplumu düşündüğümüzde mümkün mü böyle bir şey? Halbuki, bu durum kimi insanlarda baş edilmez hal alan bir buz kalıbı vaziyetidir. Erimek bilmeyen bir kütleden bahsediyoruz gerçekte. Psikoloji, psikiyatri ilimlerinin ancak neşter vuracağı bir yönü olduğu da muhakkaktır. Bu her insanın kendi benliği ve kafa yapısıyla kuşatılmış olduğu şeklinde izah edilemez. Bundan daha özel, kişiye bağlı bir iç daireden söz etmeliyiz açıkçası. Hani derim ki, dünyanın en bağnaz, dar düşünceli, koyu taassup içinde insanını matematik kesinlikte belirlemek mümkün olsa, o insan dahi kendisini geniş bir anlayışa sahip bulabilir. Dolayısıyla çıkması yahut çekip çıkarılması oldukça zor bir dipsiz kuyu halidir bu.
L.T.
YORUMLAR
Üstadım... Müsbet bilimlerdeki ilerlemenin insanın ufkunu genişleteceği, bunun sonucunda toplumlar ve/veya bireyler arasındaki önce maddi sonra manevi çelişkilerin ortadan kalkacağı, bir anlamda cennetin yeryüzünde inşa edilmiş olacağı şeklinde tevil edilebilecek görüşün fena yanıldığı, (bu) çağa tanıklık edenlerin de malumudur...
Teknolojinin insan varlığının sonunu getirebileceğini de net biçimde görebiliyoruz yani...
Bu noktada "Bağnaz/yobaz/fanatik kimdir?" diye sorabiliriz şimdi...
Demek ki, müsbet bilimler ile teknolojinin insan varlığını yok oluşa sürükleyen çelişkilerinin neler olduğunu 'görmek ya da görmemek' sorunsalına verilecek cevaplar 'yobaz' kavramına da temel olacaktır...
Gündem konusu Covid ile somutlayabiliriz bunu...
Sanki, bugüne kadar insan metabolizmasının işleyişi, mekanizmaları ile ilgili olarak yıllardır kamuoyuna aydınlatıcı bilgiler vermeye çalışan uzmanlar bu durumun dışında düşünülebilirmiş gibi adeta susturuldular, kredileri kesildi...
Meydan aynı şeyi tekrarlayan ve gün geçtikçe çelişkiler ağında debelenen, sanki hikmeti kendinden menkul 'nesneler' haline gelen, önermelerinin bir 'buyruk' gibi algılanmasını bekleyen birtakım 'bilim insanları'na(?) bırakıldı...
Neler oluyor?... Evet, belki de bütün zamanların en ilginç ve sizin bu yazınızı en net biçimde somutlayacak bir 'yobazlık' ile karşı karşıyayız...
Demek ki, bilimin 'çuvalladığı' bir yerde/zamanda vücut bulan bu durumu 'yobazlık' kavramıyla kodlayabiliriz...
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Açılım getirmek, derinlik kazandırmak sizin işiniz
Bilimin kaba bir pozitivizme indirgenmesi, sanki materyalizmin teyit ünitesi gibi algılanması elbette temel bir problemdir
Teknolojik bir despotizme dönüştüğü, insanın gerçek hürriyetini zedelediği, çevre kirliliğine zemin hazırladığı ortadadır
Covid örneğinizde de somutlaşan, kapitalizmin yeni senaryoları ve hazırlıkları bence
Dijital çağ dediğimiz, insanların giderek artan biçimde esnek çalışma, paket servisler derken eve daha ziyade kapandığı, gerekmedikçe dışarı çıkmadığı bir evre
Böylece toplumsal alan daralır ve birliktelikler azalır, ya da sosyal medya gibi yapay ortamlara taşınır, toplu gösteriler hastalık endişesiyle de minimize olur, vs.
Nihayet hocam
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.
Derin düşüncelere sahip insanlara hayranım kandırmak veya aldatmak bir hayli zor oluyor sizin gibi insanları işte en çok bu yönü hayranlık uyandırıyor. Satranç tahtası gibi düşünürsek hayatı bu kareler dünyasında attığın adıma dikkat etmediğin sürece hata yapmak kaçınılmaz. Kolay aldanır ve kolay inandırıcı olmak bağnazlık ve tekdüzelikten başka birsey değildir. 85 milyon insanın içinde Levent Taner gibi olanların sayısı çok az olduğu sürece ve bunlara gerekli imkanlar sağlanamadığı sürece kaplumbağa hızı bile bizim için bir ihtişamdır.
Saygılar değerli yazar kaleminiz daim olsun.
Sağlıcakla kalınız
levent taner
Mahcup ettiniz beni
Yürekten, samimi sözleriniz şüphesiz
Ne var ki, o ölçüde haddimi aşar da
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.