8
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
1355
Okunma
Topraktan yayılan kokuyla içimizde debelenen incecik bir sızı gelir yanımıza.
Başını kaldırıp, sessizleşen yapraklar arasına elini uzatsan, diline sinen son/bahar öyküleri içten içe kanar.
Ah, kendi kendime söylenirken şimdi birbirimizden farklı yerde gökyüzüne asılıyorum. Gerçekliğini yitirmiş mantığım. Hayallere dalıyorum kalabalıklar içinde. Seni ne kadar sevdiğimi anlıyor, kendimi gizleyemem sel olup akıyor hüzünlerim.
Düşünüyorum uzun uzun:
Maviliğin altında sana ulaşmak için çok uzun yol kat etmiştim. Yargılamaya kalkıştığım hatalarımla, sendeki ayrıcalıkları fark edemeyişim şimdi inilti hâlinde…
Kaç gün oldu sana mektup yazmayalı. Sesini duymayalı. Samimi, seven ruhum rastgele oradan oraya sürükleniyor. Tıpkı içi boşal(tıl)mış boz bulanık ağaçların arasında kurumuş dal gibi.
Oysa çoktan geride kaldı her şey diyerek kendimi alıştırıyordum. Bir kuşun çığlığı yırtıyor yüreğimi. Sen yoksun. Şehrin ötesi örtüsünü kaldırıyor. Genzime yağan sağanağa dayanamayarak bin kere pişmanlıkla oracıkta ağlıyorum.
Eylülün ilk soluğunda seriliyor önüme sararan yapraklar.
Yağmurlarla nöbet tutuyorum.
Toynakların izleri hâlâ tenimde.
Can çekişen kâğıtlara dokundum sessiz sedasız.
Ellerimde yaralarımız bağışlanman için dua ederken kaç kez diz çöktüm.
Oysa bizim öykümüz kelimelerle hemhal olurken, yeryüzü coğrafyasını kuşatıp, yeşertip, filizlenecektik hatıralarda. Ay ışığı düşecekti sokaklarımıza. Teknelerimizle akıntıya karşı papatyaların sarı beyaz renkleriyle boy verdiği küreklere sarılacaktık. Mini mini şiirlerim büyüdükçe pencerene ışık huzmesi olacaktı.
Sevgiye doyacaktık değil mi?
Daldım yine!