- 1039 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
Kaçakçı..
Fakir bir ailenin çocuğuydu Salih, üstelik kötü bir coğrafyada doğmuştu... Küçük yaşlarda annesini kaybetmesiyle daha da yaşından büyük bir adama dönüşmüştü... Bulunduğu bölgelerde fabrikalar ve farklı sektörlerde iş olanakları olmadığı için geçimini kaçakçılıkla sağlıyordu... Kaçakçılık dediysek de bir torba şeker, iki üç paket çay, bazen mazot, üç beş kuruş kazanmak için ellerine ne geçerse işte...
Ama göründüğü gibi hiç bir zaman kolay değildi bu; kilometrelerce katırlarla, atlarla yürüyecek İran sınırını geçecek ve bazen kurşun yağmuruna tutulmayı göze alabilecek kadar tehlikeli bir işti...
Babası sakat kalınca eve bakmak da en büyük çocuk olduğu için Salih’in omzuna binmişti. Amcalarıyla beraber artık sınırı geçip gerekirse ölümü göze alması gerekiyordu...
Amcası ona akşam hazır olmasını İran’a doğru yola çıkacaklarını söyledi. Biraz tedirgin oldu haliyle, önce Allah’a dua edip sonra ahıra doğru yürüdü. Babasının bembeyaz atı artık ona emanetti. Önce başını okşadı poyrazın sonra öptü alnından, göz göze geldiler ama ikiside aynı kaderi paylaşacaklarını bilmiyordu...
Karanlık çökmüş herkes atları pes peşe koyup dağların arasından İran’a doğru yürütmeye başlamıştı.. sürünün içinde beyaz atının üstünde heyecanlı bir o kadar tedirgin Salih de vardı. O gece onun için zorlu geçse de kazasız belasız dönmüştü evine.. Bu salih’in ilk yolculuğuydu bu yüzden döner dönmez heyecanla anlatmıştı tüm olanları kardeşlerine...
Artık Salih’in eli ekmek tutuyor kardeşlerinin gözüne gururla bakabiliyordu. Ve üstelik sakat babasını tedavi bile ettirebilirdi kazanacağı paralarla. Bu yüzden her zaman, yaptığı işin tehlikesini bir kenara atıp boyuna bakmadan hemen hemen her gece at kosturuyordu...
Neredeyse yedinci ayı dolmuştu Salih’in. Artık korkusuz yiğit bir adama dönmüştü babasının tedavi masraflarını da çıkarmış ve hastaneye yatırmıştı. Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordu. kardeşi Belkız ona abi artık yeter bu işi yapma dese de son bir kaç kez daha yapıp bırakma sözüyle yine o gece atına binmiş o tehlikeli yolculuğa başlamıştı. İçine doğan bir sıkıntıyla o gün tüm kardeşlerini öpüp sarılmıştı...
Sürünün önünde aralarında en tecrübeli Maruf dayı vardı. Pos bıyıklı yiğit bir adamdı, Çocuğu Şırnak’ta şehit düşmüştü. Karısı, tek ve biricik oğlundan sonra akıl sağlığını yitirmişti. Maruf dayı ise içinde ki tüm acılara rağmen yenilmez heybetli bir adamdı...
Saatlerce kâh atın üstünde kâh yürüyerek kilometrelerce yolu geçmişlerdi. Tehlikeli bölgeye geldiklerinden Maruf dayı sürüyü durdurup kendi gibi heybetli boz atının üstünde İranlı askerlerin tuzak kurabileceği alanı kontrol etmek için Tiran dağının eteklerine doğru yavaş yavaş atını sürmeye başlamıştı Salih’in yanında gelme ısrarına dayanamayıp onu da yanına almıştı. Bütün sürü onlardan gelecek haberi bekliyordu..
Maruf dayı ile Salih atlarını yavaş yavaş sürerek tehlikeli bölgeye kadar ilerlemişti. Otların arasında duydukları sürünme sesleriyle önlerinde tuzak olduklarını anlamışlardı. atlarını dört nala geçirip hızlıca uzaklaşmak isterken üzerlerine kurşun yağmuru yağmıştı. Salih ve atına saplanan kurşunlar ikisini de yere devirmisti. Küçücük yaşta kocaman adam olmanın yükü kırmıştı Salih’in belini. Ama o kanlar içinde yatarken bile kardeşlerini düşünüyordu. Yaşıtları kafe kafe gezip gününü gün ederken o kötü bir coğrafyada doğmanın en ağır bedelini ödüyordu...
Arkasında ki nal seslerinin kesildiğini fark eden Maruf dayı kaçıp kurtulmak yerine Salih’e ulaşmak için atını geri çeviriyordu, göğsünü kurşun yağmurlarına siper edip Salih’in cansız bedenine ulaşmaya çalışıyordu çok geçmeden oda atıyla beraber kanlar içinde yere yığılmıştı... Zaten hayatı boyunca korkmamış, nice meydanlarda güreşmiş nice yiğitlerin belini bükmüş bir adamdı Maruf dayı.. Biricik, göz bebeği oğlunu kaybettikten sonra ve karısının akıl sağlığını yitirmesinden sonra iyice içine gömülmüş sessiz sedasız ölümü bekleyen bir adama dönüşmüştü...
O gece Maruf dayı ve Salih son nefeslerini vermişlerdi. Kimse onların ardında ki hayat hikayelerini merak etmeyecekti. Kimse onların sırf başkalarının hayatını kurtarmak için kendi hayatlarını nasıl feda ettiğini bilmeyecekti.. Kimse onları suçlamak yerine onlara bu hayatı yaşamaya mecbur kılan sistemi sorgulamayacaktı. Kimse o iki masum canın hesabını sormayacaktı. Belki de ardından vatan haini, ülkesine zarar veren kaçakçılar denilecekti...
Onlar devletinin parasını çalmamışlardı, onlar yetimin hakkına göz koymamışlardı, onlar ülkesinin tek bir ağacına kıymamışlardı, onlar vatansever görünüp milyonlarca liralık vergi kaçırmamışlardı ama yine de onların adı kaçakçıydı... Bedenlerinde onlarca kurşun, yüreklerinde tonla dert, dudaklarında üç kuruşluk bir tütünle fakirlik içinde hayata göz yuman kaçakçı...
YORUMLAR
Kuş uçmaz kervan geçmez diyarlarda kim bilsin ki lafa gelince onlarda bizim kardeşimiz dediği salihlerin gyabında ki elin adamını ,
O Salihleri çok yakın bir tarihte Roboski katliamında topluca imha edenleride ,sistemi sorgulayan vijdan ehli ,tüm dünya halklarının kardeşliğine inanan ve sebep olan karar mercilerini Allah'a havale eden duyarlı bir kesim var bizde bunu biliyoruz ve unutursak ya akıl sağlığımız bozulmuştur, yada ahire göçmüşüz demektir.
karın tokluğuna ölenlere bin selam olsun onlar insanlık onurunun sönmeyen meşaleleri olarak gözümüzü ve yüreğimizi aydınlatmaya devam edeceklerdir her daim.allah rahmet eylesin .
Kaleminize saygılarımla.
Hülya demirbaş tarafından 14.12.2023 14:26:43 zamanında düzenlenmiştir.