- 525 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
893 – HAYIRDIR İNŞALLAH
Onur BİLGE
Bugün Sadullah Bey hastaneye gitmiş. Dede de bize onun nerede olduğunu, ne yaptığını söyledi. “Acaba dün ona nereye gideceğini söyledi mi?” diye düşündüm. Söylemiş olsaydı bile, nasıl bir yere gideceğini ve orada neler yapacağını da söyleyecek değildi ya! İlginç bir telepatik olaydı şahit olduğunuz.
“Bu gece uyuyamadım. Ayaklarım çok şişti. Hastaneye gittim. Oradan geliyorum.” dedi. Şaştım kaldım! Bitkin görünüyordu.
“Geçmiş olsun! Allah acilen şifa bahşetsin! Ben seni hayalen gördüm. Bele kadar yükseklikteki beyaz badanalı bir duvarı olan, seyrek ağaçlı bir bahçedeydin.”
“Hastanede sıra beklerken sıkıldım, bir ara bahçeye çıktım. O duvarın yanında durdum. Beni mi takip ediyordun?”
“Bir metre kadar yükseklik, kalınca beyaz bir duvar... Yüksek, seyrek ağaçlar... İşte oradaydın."
“Senden korkulur!”
“İçeride de pencere kenarından dışarıya baktın. Belki de orada not defterini çıkarıp bir şeyler yazdın. Oturanlar vardı. Sen sıkıldın. Dolaştın. Çok az oturdun.”
“O sırada beni yoğunlaşarak mı düşündün? Sanki bir yerlerden seyretmişsin... ”
“Belki o esnada sen de beni düşünmüşsündür de ondandır. Ben de merak ettim, bu görüntüler neden geldi?”
“Aman gürültü gelmesin de görüntü gelsin! Gerçi görüntümden de hoşlanmazsın ya... Yine de bu olay hoş bir duygu uyandırdı bende. Birkaç lokma bir şey yiyeyim de ilacımı alayım.”
“Ben de iyi değilim. Yamulurum, çarpılırım. Sonra gayret eder doğrulurum. Zaten yamuk yumuğum.”
“Patlıcan mı közlediniz Duygu? Ben de yerim ondan. Çok az olsun. Sadece ilaç almak için...Yarım dilim ekmek... Bir bardak da su lütfen...”
“Ben deliriyor muyum yoksa? Şimdi de siren sesi... Ne var bugün burada?”
“Nasıl bir adamsın azizim! Ta hastanede olanı biteni biliyorsun da burnunun dibinde olanı bilmiyor musun? Ne sesi? Onu sadece sen duymuş olmalısın. Ben ses falan duymadım. Ne oluyor, biz bilemeyiz. Bak, çocuklar da bir şey duymamışlar. Sadece sen duyduysan, yalnız sen bileceksin onun ne olduğunu!”
“Ayakkabı numaran kırk iki olmalı. Küçüklüğünde bir ara kulak sorunu yaşamış olmalısın. Sanırım sol kulak iltihabı... Doğru mu?”
“Hayır hiç olmadı.”
“İyi düşün! Hatırlamaya çalış!”
“Hayır! Hiç...”
“Sana süre tanıyorum. İyi düşün. Bir yara, bir darbe ve iltihaplanma... Her neyse...”
“Çocukluğumda, hangisi bilmiyorum ama kulak memesinde, tam o yumuşak dokuda bir çıban çıktı. Çıban, ömrü ne kadarsa o kadar sürdü. Şimdi hatırladım. Bayağı bir zaman sürdü. Belki on beş gün... Epey çektim!”
“İşte o! İlk dediklerim doğruysa, diğerleri de doğrudur... Kuvvetle hissettim. İltihabi bir durum dedim. Çıban iltihaplı olmaz mı! En uzun kulak ağrısı yirmi dört saat sürer. Ondan da çok çektirmiş. İki hafta... Az mı! Daha ne?”
“Ne daha ne? Alkışlayayım mı?”
“Bilen, bildiren Allah! Ben nerden bileceğim! Bugün o hastanede susamlı bir şey, simit mi yedin? Almayı mı düşündün? Neden baktın onlara?”
“Pide aldım gelirken. Duygu’ya bir paket bıraktım ya... Bir de şu uyku saatimi ayarlasak! Uykum düzene girse!”
“Ayağıma yat da sallayarak uyutayım! Simit diyorum ben. Simitçi... Simitler de vardı.”
“Pidenin üstünde susamlar var ama asıl ben bu gece rüyamda bir hayli simitçi dolaştım. Alacaktım, vazgeçtim. Simitleri yamuk yumuktu. Hem de ilk çıkarttıkları simitlerdi.”
“Hayırdır İnşallah! Orada bir adamla ayaküstü konuştun. Alacaktınız, almak istedin. Baktın. Camdaydı."
“Ekmek alacaktım. Somun mu, pide mi kararsızlığı vardı. Pide sıcaktı. Ona karar verdim.”
“Neyse işte ben o kadar diyebilirim. O adam kimdi? Karşından gelen, seninle konuşan adam...”
“Rüyamdaki simitlerin hepsi de bol susamlı idi.”
“Yakında eski, koyu renk oyalı bir bina vardı. Eski taşlarla yapılmış. İyi düşün!”
“Rüyamı benden iyi hatırlıyorsun. Neredeyse uyutacaksın beni. Masal gibi geldi.”
“Bak, seninle ne kadar yakından ilgiliyim! Hastalığını, nedenini, tedavisini sormuyorum da neler soruyorum!”
“Bu iyiliğini hiç unutmayacağım! Misliyle iade edeceğim! Çok memnun oldum! Allah eksikliğini göstermesin! Çok iyisin!”
Sadullah Bey, Duygunun getirdiklerini yemeye koyuldu. Biz de fısıldaşmaya başladık. Neydi bu olay? O gelmeden onun hakkında bize söyledikleri birer birer doğrulanmıştı. “Cinnî bir olay!” diyen oldu. Dedenin kaç cini olduğunu merak eden oldu. Telepati hakkında bilgi veren oldu. Ne olduğunu anlayamadık. Merak içinde kaldık.
Sadullah Bey birkaç lokma aldıktan sona ilacını içti. Sandalyenin birini yanına çekti ve herkesten özür dileyerek ayaklarını onun üstüne koydu. Dedenin aklı başına o zaman geldi galiba. Hastalığı için ne teşhis konduğunu sordu.
“Prostat... Nodül epey büyümüş. İltihaplanmış. Arada sıtmalanma ve yüksek ateş yapıyor. Ameliyat olmam gerekiyor ama ben yanaşmıyorum. İltihap var ya... Böbreklere kadar çıkabilir, onları durdurabilirmiş. İlaçla tedavi yolunu denemek istiyorum. Antibiyotik verdi. Kullanacağım. Bunun kesin çözüm olmadığının bilincindeyim ama ameliyat olmak istemiyorum. Azizim, o kadar şeyi isabet ettirdin de derdimin ne olduğunu neden benden öğrenmek istedin? İşe yarar bir şey deseydin ya bari! O kadar hukukumuz var seninle! Bir de ilacını deyiver de tam olsun!”
“Ben ne bilirim arkadaşım! Bilen ne bildirirse o kadar bilirim. Ne gösterirse onu onu görebilirim. Dürbünle bakmadım ya... Âlim olan Allah!”
“Eyvallah!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 893