- 574 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
ŞEKER EKMEK ve FASULYELER
" Dün bize geldi." dedi yüzünü buruşturarak.
"Dün bize geldi ancak fazla kalmadı. Sabah erkenden kalkıp gitti. Bir gidiyorum ben, Allaha ısmarladık bile demeden."
"Emine mi?" diye sordu Meryem. "Emine mi geldi size, Emine mi sizde kaldı?"
"Evet, o ya, o geldi. Hangi yere uğur kut götürdüğü görülmüştür ki... Hem hayırsız hem de..."
Meryem,
"Hem de."
“Uğursuz …”diye tamamladı sözünü.
Sümeyra’nın küçük kızı Aliye masanın örtüsünü bir ucundan çekiverdi. Yarıya kadar dolu su bardağı yere düşüp yuvarlandı.
"Allah belanı versin çocuk gibi. Bir durduğun yerde duramıyorsun. Otur şöyle çocuk gibi."
Sözünü tam bitirecekti ki birdenbire sustu. Havada asılı kalan kolunu indirdi. Parmaklarını yumdu.
"Geç otur şu kanepeye. Bir daha da oradan kıpırdadığını görmeyeyim."
Meryem ne Sümeyra’ya destek verdi ne de çocuğun tarafını tuttu. Göz ucuyla küçük kıza baktı. Üzerindeki elbisenin çiçekleri gibi kıpkızıldı yanakları. Sessiz için ağlıyordu. Sol elinin minik parmaklarını gözlerine götürüp yaşları sildi. Tam o esnada Meryem ile göz göze geldiler. Meryem yine sessizliğini bozmadı. Küçük kız hayal kırıklığı ile başını öne eğdi.
Sümeyra hınçla,
“Ağlama dedi. Ağlama yoksa...”
“Bu kadar üstüne gitme çocuğun” dedi Meryem. “Bütün derdini kasvetini onun üzerine döküyorsun. Ne oldu sanki örtüyü çekip bardağı devirdi ise. Az sonra kurur. Su bu.”
Sümeyra ne diyeceğini bilemedi. Gözlerini cama doğru çevirdi. Perdelerin alt uçları güneşten erimiş eskimişti. Cam kenarına tozlar birikmiş, geçen günlerde yağan yağmurun izi hala damla damla pencerelerdeydi.
"Benim çektiğim eziyetin sebebi ne..."
Meryem şaşkınlıkla,
"Ne eziyeti Sümeyra?"dedi. "Sen ne eziyetinden söz ediyorsun?"
"Bilmezmiş gibi konuşma Meryem. Cümle âlem duydu. Sağır sultan duydu, bir sen mi duymadın allasen?"
Sümeyra oturduğu yerden kalktı. Meryem’e yanaştı. Elini uzatıp çenesini tuttu. Biraz kaldırdı. Gözlerine baktı. Bitmiş tükenmişti. Masallarda geçen ejderhalar gibi ağzını açsa ateş püskürecekti. Gergin olduğu her halinden belliydi.
Sümeyra Meryem’e söyleyeceklerini yutkundu. Söylemekten vazgeçti.
Meryem,
Aslına bakarsan duydum bir şeyler. Bilirsin boş insanlar hikâye uydurmayı sever. Olur, olmaz dedikodu üretirler. Ben de öyle sandım. Ama sen diyorsan ki.
Bir de senden dinleyeyim bir anlat bakalım. Nedir seni üzen şey? Anlat da akıt içindeki zehri. Hem bakarsın bir çaresi bulunur el ele verince."
Meryem Sümeyra’nın gözlerinin ta içine baktı. Meryem’in tüm gerginliği Sümeyra’ya geçmişti. Elini çekti Meryem’den. Bir iki adım geri çekildi.
"Duyduklarının çoğu var azı yok. Dedikodu iftira değil hiç biri. Hepsi doğru. Geçen gün yine şekerin kapısı önünde görmüşler. Elinde bir bez çanta. Ağzına kadar dolu. Kapının eşiğinde... gibi. Bekliyormuş. Kapı açılsın da girsin içeri."
Meryem yüzünü Sümeyra’ya bile dönmeden sordu.
"Kim görmüş, essah mı duydukların. Karı kısmı uydurmayı, bire bin katmayı sever."
Sümeyra,
Elbet essah. Kimin kime yalan borcu var da yalan olacak. Sabah evden çıkarken eve bir ekmek parası bile bırakmadı. Nereye gidiyor? Nereye harcıyor? Buraya değilse başka bir yere elbet."
Meryem sustu. Kadın kısmına bir erkeği yermek hele hele abisi hakkında konuşmak yakışır mıydı? Ağası, büyüğü idi. söyleyeceklerini bir iyice ölçtü biçti. Yutkundu. Söylemekten vaz geçti. Anasından ninesinden ebesinden böyle görmüştü. Her şeyin bir adabı usulü vardı. Konuşmanın da öyle.
"Şeker, haspam. Bak şu yaptıklarına. Hem ağabeyimi yoldan çıkarıyor hem de kapılarda bekletiyor. Ben yakalarsam bir elime geçirirsem bilirim ona ne yapacağımı. O saçlarını tutam tutam yolacağım. Kel, hastalıklı tavuklar gibi kimse bakmayacak yüzüne."
Konuşma devam ettikçe kanepede oturan aliye de gevşemiş, rahatlamıştı. Konunun ondan uzaklaşmış olması çocuğu bir parça rahatlatmış, hareketlendirmişti. Kanepenin köşesinde duran yastığı alıp yanına koydu. Cebinden çıkardığı bir kâğıtlı şekeri de üstüne. Kaç zamandır yemediği bu şeker çocuğun kıymetlisiydi. Artık suların durulduğunu düşünen aliye,
"Anne... Acıktım "dedi.
Sümeyra,
"Yiyecek ne var da acıkıyorsun. Ne var..."
Meryem,
"Ben bir şeyler getireyim çocuğa" dedi.
Oturduğu yerden kalkıp mutfağa yöneldi. Tezgâhın üstü bulaşık kaplarla, kaşık ve bıçaklarla dolu idi. Hepsi bir kenara yığılmış yıkanmayı bekliyordu.
Meryem dolabı açtı.
Temiz bir tabak yoktu. Bunlardan birini yıkamalıyım diye düşündü. Elini bulaşık deterjanına uzattı. Hafif ve boştu. Musluğu açıp altına tuttu. Dolan suyu çalkaladı. Şişede kalan deterjan artıkları köpürmüştü. Genişçe bir leğenin içine döktü.
Alelacele birkaç tabağı yıkayıp duruladı. Ardından birkaç da kaşık çatal yıkadı.
Ocağın üzerinde bir kenarı artık islenmiş tencerenin kapağını açtı. Dibinde bir miktar haşlanmış fasulye vardı.
"İnsan bunu böyle bırakır mı? Bir baş soğan kavurup bir kaşık salçayla pişirmez mi?" diye geçirdi. Tam Sümeyra’ya söylenecekti ki sustu. Kadını iyice öfkelendirmemek gerekirdi. Söylenirse ateşe körükle gitmiş olacaktı.
Tenceredeki üç beş kaşık fasulyeyi bir tabağa koydu.
Tencereyi suyun altına tutup çalkaladı. İyice arıttı. İçine biraz su doldurup tekrar ocağın üzerine koydu.
Kapının ardındaki ekmek dolabına baktı. Boştu.
Erzak dolabının kapısını açtı. Orası da bomboştu.
Sümeyra yerden göğe haklıydı galiba. Bu adam eve bir lokma ekmek getirmiyordu. Ne dese olmayacaktı işte.
" Sümeyra ekmek yok mu?" diye seslendi.
Sümeyra,
“Bunu abine sor dedi benden daha iyi bilir evde ekmek olup olmadığını."
Meryem,
Elindeki tabakta birkaç kaşık haşlanmış fasulye ile döndü.
“Al Aliyeciğim.” dedi. “Ye. “
Aliye oturduğu yerden kalkıp tabağı eline aldı. Masaya koydu.
Meryem gözleri fasulyede kanepeye ilişti.
Aliye bir iştahla kaşığı tabağa daldırdı.
" Eksen bitmez artık bu fasulyeler... Vakit çok geç. Vakit çok geç...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.