- 644 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
891 - İNCE İNCE
Onur BİLGE
Sadullah Bey, neredeyse bir ömrü Allah yolunda harcamış olmanın gururu içinde Define’yle ince ince alay ediyordu. O durumu biliyor, bozuntuya vermiyordu. Hem onu kırmamak, kaybetmemek hem de bizim karşımızda gururunu korumak amacıyla olsa gerek, gelen hafife almaları aynı alaycı tarzla yumuşatarak var gücüyle göğüslemeye çalışıyordu.
“Rüyanda hakikati gör!” dedi, laf arasında ona. O hemen yıllarca döktüğü emeği kastederek:
“Allah hakikatleri rüyamda göstermedi!” dedi.
“O zaman ayıkken gösterir.”
“Ancak senin ağzından nasiplendirdi! Ya Rabbi ne güzel kulların var!”
“O işini en iyi bilir. Dilediğinde taşı bile konuşturur! Kütüğü ağlatır.”
“Desene kütükten beterim, taştan katı... En sevdiklerine bizi bağışla! Onlar olmasa halimiz nice olurdu? Demek ki bir ömrü aptalca yaşamışım. Hakikatten habersiz... Yazıklar olsun bana! Sen de bilmesen, uyarma gereği duymazdın. Demek ki gerçeğe vâkıfsın.” diye attı havasını. O da ne kadar tahammüllü olduğunu kastederek:
“Ben kayayım.” dedi ona. “Senin sözlerin ne kadar ağır olursa olsun, bana zarar veremez. Üstümden kayar gider.” demek istiyor, onunla onun silahıyla savaşıyordu.
“Kayadan da sert...” dedi Sadullah Bey... Ona “Taş kafa!” mı demek istemişti, yoksa “Kara cahil!” mi? Hemen kendisini toparladı dede ve o sıfatı açarak üstüne aldı. Bu da onun ona bir çeşit sitemiydi.
“Akılsız kaya, kütük benim... Demeyecektim ya diyeyim... Geçen gün çayı karıştırıyorum. “Bu ne diyor ya?” dedim. Kulak verdim “Allah Allah” sesi gelmeye başladı çayın içinden. “Allah Allah Allah...” Hayret yahu! Çay kaşığıyla bardak bir olmuş, kaşık döne döne zikrediyor! Dinledim dinledim... “Yuh olsun o tadı alamayanlara! Zikrede zikrede dönüp sarhoş olamayanlara!” dedim kendi kendime. Aklımı mı kaybediyorum nedir?” Bu defa da o bu sözden alındı, güya kendisini aşağılamaya başladı. Tevazu göstermek bu olmasa gerekti. Tevazuun fazlası gurura girerdi.
“Bu sözlerinin geçersiz olduğunu dünkü sözlerin teyit ediyor. Beni tekzip ederek bana dün çerçeveyi çizdin. İçi başka türlü dolmaz! Ben kibirli, egoist, aşağılık, sefil, rezil, adı iyilikle anılmaya değmez, hayvandan da aşağı bir mahlukum. Çerçevenin içinde bunlar var. Sakın sözlerimin maksadı aştığını söyleme! Tam yerine oturdu!” dedi esefle.
“Yahu! Lafım sana değil! Sen zikredenlerdensin. Hamd olsun duyurana! Öf öf öf!.. Amma da attın ha!..” diye onu tenzih etti bizimki.
“Gereği kadar yara açacak taş atan sensin! İsabet ettirilen ben... Yollarını şaşırmış serseri düşüncelerin girdap batağından, benim gibi çamur insanlardan başka hangi güzellikler tezahür eder? Bu sence mümkün mü? Eşyanın tabiatına aykırı... Zannetme ki sen ilksin! Sonuncu da değilsin ve bu çamurdan başka yerde görülmeyeceğiz. Hani “Beni Allah tutmuş, kim eder azat!” diyor ya usta... İşte böyle bir şey!”
“Yahu sen var ya, serapa gurursun! Başka bir şey değil...”
“Yani şeytanın babası... İblis... Bu düşüncen değişmez! Değiştiremem de...”
“Yahu sen o tür şeyleri bana günde on kere diyorsun, ben bir tek laf ediyor muyum!”
“Öyle görüyorsan, bildiğin var elbette... Aynı sözler öfkeden farklı, sevgiden farklı vücut bulur. Benim sana söylediğim sevgidendi. Seninki, bana duyduğun öfkeden...”
“Bak, ben hiçbir yerin taraftarı falan değilim. Fanatiği hiç değilim. Olmak istemedim, olmadım.”
“Farkı fark edemeyen her halde benim!”
“Hiçbir yere bağlı değilim. Erenleri severim. Onlardan Allah razı olsun! Gerektiğinde eleştirir de kızarım da. Tamam mı! O gün sana, söylediğin sözün ayetlere uymadığını hatırlatmak istedim. “Allah’a isyan olur! Deme öyle!” dedim.”
“Tamam! Olmaz mı! Bağışla! Ne servetim kaldı, ne itibarım... Buna rağmen haklısın. Bunca yıl boşa geçmiş. Boşa akmış alın terim. Zayi olmuş emeğim. Maksat hasıl oldu. Bunlar sahiller... Önünde yeni ufuklar açılıyor.”
“Ben bundan önce de böyleydim. Âlim olduğumu iddia etmiyorum. Ne alakası var!”
“Alakası yok. O gün o dediğimi attım tutmadı."
"Sen de benim yazdıklarıma bakma! Baştan sona zırva... Saçmalamaktan başka ne bilirim ki ben! Aslında hiç bir değer taşımayan o, şiirden fersah fersah uzak olan karalamaların hamallığını yapmana değmez. Olumsuzluklardan kemale ermenin yollarını daha kolay bulabiliyorsan diyecek sözüm yok. Hem sen bende ne buldun ki bu kadar uğraştın onlarla? Bakıyorum da manyağa ne kadar değer vermişsin! Allah’ın delisine..."
“Hiç kimse hiç bir kimseye değer veremez, değer bizatihi ona aittir. Bazı cevherler kıt bulunur. Zor işlenir. Uğraşmaya değer! Olumsuzluklardan da ölümsüzlük doğar. Bunun madde boyutuyla izahı olamaz. Mana boyutuna da sınır konamaz. Burada asayiş ve edep de aranmaz. Bu yüz binde birdir! Onların biri de kalmaz!”
“Sen de tam edepsizine çattın!”
“Edepsizlik gibi görünse de içinde binlerce edep saklı arayıcı insanın. Ararkenki hırçınlığı hırçınlık değildir. Bulamamanın feryatlarıdır, herkesin bulduğu, olduğu, dolduğu! Toplumda aç kalmak, ömür orucudur. Zor olan odur! Belki de otuz günlük oruçtan da değerli... Yani bir yerde, bin aya bedel bir geceye talip olmanın yolu bu yol! Bu şeriat değil, tarikat da değil, Hak ve Hakikat yolu... Bedeli çok ağır! Can pahası! Yeni bir ruhla dirilme... Ölmeden ölmenin verdiği dirilik... Hay’la Hay olmanın sırrı... İşte senin seferin bu!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 891
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.