- 570 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
889 - SENDEKİ ATEŞ
Onur BİLGE
Dede bir dörtlük karalamış. Sadullah Bey’e de okudu. Daha önce bize birkaç defa okumuştu. Aralarında geçen konuşma, aldığım notlara göre ve aklında kaldığı kadarıyla şöyleydi:
"Tek bir nefes aldım cehenneminden
Haramın buğusu içimi yaktı
Günah miras Havva ve Adem’inden
Helalin kokusu biçimi Hak’tı."
“Sendeki bu ateş her halde cehennemde bile yoktur! Harika bir kıta olmuş. İnşallah doğru adrese gider ve karşılığını da görürsün! Dünyada insan için aşktan daha güzel bir şey yok ama en acı yanı, aşkın sadece âşık olanı bağlaması... Aşık ve maşuk aynı korda yansa, ikisinden birinin varlığı bir anda küle dönerdi!”
“Yan yanayken yanmazlar. Serinlerler ferahlarlar.”
“Hadi be sen de!..”
“Yakan, ayrılık... Vuslattan sonra şiir de biter, feryat figan da...
“Tabi bu ayrılık bedensel olanı, gönüllerde olanı değil... Eğer gönüller, bedenler ayrı olduğu halde yanıyorsa değerine paha biçilmez! Tabi vuslat da figan da biter, zevk başlar. Onca çekilen acı, o zevki tatmak için değil midir!”
“On sekiz yıl toprak altında bekliyor, ağustos böceği, dışarıya çıkar çıkmaz başlıyor zırzıra... Kavuştu mu işi bitiyor! Ortasından yarılıyor, içi boşalıyor, kuruyor, kabuk kalıyor.”
“Gerçekten burası çok düşünülmesi, üstünde bir hayli tefekkür edilmesi gereken bir yer... Hem beşeri ilişkilerde hem de İlahi duygularda bunun önemi oldukça kıymetli...”
“Şu anda Cemal görsen, dilin tutulur! Donar kalırsın! Sadece seyredersin... Anlatılması imkânsız bir haz içinde... Birkaç saniye dayanabilirsin ama o sevinç ve mutluluk hiç bitmesin istersin! Can pahasına olsa da!..”
“İşe olumsuz yönünden bakıyorsun. Bir de olumlu yönünden baksan, seyir defterine farklı kayıtlar düşecek.”
“O anda zikir de biter, fikir de... Sadece sonsuza uzanan eşsiz bir sevinç, sevgi ve hayranlık...”
“Ben Cemal’den değil, zevkten bahsediyorum. Görme değil, tatmadan... Elbette zikrin bittiği bir yer var. Eğer zevkli olanları anlayıp yaşamazsak hayatın, aşkın, insanlığın, varlığın, hiç bir şeyin anlamı kalmaz. Yemek yerken bile onun lezzetine hayranız. Onun dilde bıraktığı tat bazen açlığın bile önüne geçiyor. Ya oburluk? Eğer insan o müthiş zevkin farkına varırsa ve hakkıyla tadını alırsa, hem dünya hem de ukbasını kazanmaz mı! Lakin bunun başka türlü bir tarifi olmalı. Hem de arifane...”
“Kavga, didişme... Dünya...”
“Senin ateşin sönecek cinsten değil! Ne diyelim! Cenabı Allah nârını nura çevirsin!”
“Burada yanalım! Orda yanmayalım!”
“Akıllı olan her işi burada bitirir. Peki arkadaşım, benden sana fayda yok! Ateşini körüklemeyim. Her şey gönlünce olsun!”
“Sahte güneşim ben. Ay...”
“Kimin karanlığına?”
“Ateş sende... Ayrılıklar nedeniyle..."
“Bendeki ateş kıvılcım bile sayılmaz, seninkinin yanında. Seninki bir çam ormanı yangını! Selam’ın hakikatini bilebilsem de sana o selamdan bir selam göndersem! Yine de klasik selamımdan selam olsun sana!”
“Öte tarafa geçince kendisine: "Haydi cennete gir!" yani " Gıyled hulil cenne...” dendiğinde onlara Rablerinden bir selam vardır." Selamün kavlen min Rabbir Rahim!" Yasin’de geçer."
“Bak, ben onu senin gibi anlayamıyorum. Keşke anlayabilsem! İnşallah bir gün, Selam ve selameti, dolayısıyla o duhul olmayı yaşamak nasip olur!”
“Selamete ulaşmak...”
“Ancak nasıl ulaşılır? Ölünce mi? Yaşarken mi?”
“Her şey yaşarken... Ölünce bir şey yok.”
“Acaba?”
“Allah’ın Fazlı hariç...”
“Yahut da İbrahim Aleyhisselam’ın ateşteki hali mi ola ki?”
“Allah’ın yardımı yetişti ona.”
“Şefaat şifa ise hasta olmak mı gerekir? Allah’ın yardımı erişen selamette ise biz de o ateşi tadacak mıyız?"
“Ateşten ateşe girmek, yana yana ateş yakmaz hale gelmek gerekir. İmtihanların sonuna..."
“İbrahim Aleyhisselam, ateşten ateşe atılarak nasıl ateş yakmaz hale geldi ki?”
“Teslimiyetle...”
“Son, bir başlangıç mı?”
“Her son bir başlangıç...”
“Nasıl bir teslimiyet olmalı ki “İş tamam!” densin?”
“Tam bir teslimiyet... Şeksiz şüphesiz iman ve kusursuz bir tevekkül...”
“İrfanını severim! Devam et!”
“Hulusi kalple...”
“Kalbi bilemedim ki, hulus-ü kalbi bileyim! Cenabı Allah senin hürmetine İnşallah bize de teslimiyet şuurunu gösterir de selamete erenlere, yani güruh-u naciyeye katılırız.”
“Kalpte sevgileri hissetme sinirleri var.”
“Biyolojik bilgi mi? Yani anatomik yapının içinde, öyle mi?”
“Tıbbi... Nasıl ki hormonların salgılandığı yerler varsa, sevginin de hissedildiği bir yer vardır. O da kalptedir. Sevgi kalpte şiddetle hissedilir ve bedene yayılır.”
“Nefretinki nerede?”
“O kalpte olmamalı! Fakat ne yazık ki sevginin gölgesidir o! Hemen dibinde biter! Sevgi ne kadar büyük ve derinse, o da o kadar büyük ve koyudur. Sevgi yoksa o da yoktur.
“Aklımı karıştırdın.”
“Aşkın bir yüzü sevgi, diğer yüzü nefrettir. Aynı madalyonda bir arada... Sadece Allah sevgisine nefret karışmaz. İki yüzü de sevgidir. İki yüzü de aşktır!”
“Bunun ikisini tevhit etme şansım var mı, yok mu? Yoksa aşk gelince cümle işler biter mi? Boynuma takayım mı, takmayayım mı?”
“İstemekle olmaz. Pazarlığı da olmaz. Doğallığında olur. Aşk akıl danışmaz, randevu almaz."
“Zaten istemeyi beceremem ben. Sadece ümit eden ve bekleyenlerdenim.”
“Acılarla da zıtlarıyla da deneniriz. “İlle de Allah!” dediğimizde sınav bitmiş olur. Sen, bulanık bir arıktan su almaya kalkarsın, Allah razı olmaz, hak ettiysen... Bir anda keser o bulanık suyu ya da seni billur gibi serin ve leziz suların fışkırdığı bir pınara vasıl eder... İç artık o kaynaktan kana kana!..”
“Şu anda içinin bir tarafı kıpır kıpır, bir tarafı zıpır zıpır... Tümü birden ayık değil, sarhoş gibi misin? Yoksa yanılıyor muyum?”
“Allah Aşkında korku, şüphe, kıskançlık, nefret, hiç bir pislik yoktur. Saf ve temizdir.”
“Bulabilsem elbette içerim ama ben hâlâ susuzluk çölündeyim. Kim bilir belki... Daha geçenlerde korku mu duyuyordun ne? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? Tarifle arif aynı şey mi?”
“Arife tarifin gerekmediğini mi ihsas ettirmeye çalışıyorsun? Korku da olacak, ümit de...”
“Yok, merak ettiğim şey... Yine aklım karıştı. O halde emin belde neresi? Konuştuklarımızı bir daha baştan sona fikir süzgecinden geçirme imkânın olur herhalde.”
“Allah’tan, Allah’a sığınmak... Hani annesi çocuğa kızar, o da korkarak ona sığınır ya... İşte öyle! Ana kucağıdır emin belde.”
“Ancak nasıl bir sığınma?”
“Ölü gibi... Tam bir bağlılık ve teslimiyetle...Çünkü çocuk annesinin kucağından başka yerde emin olamaz."
"Peki bebek annesini nasıl tanır?"
"Kokusundan tanır. Doğru ona koşar!"
"Fakat ölü gibi görünüp de hortlayanları çok gördük."
"O zaman ölüm kavramını anlamakta ve onun sindiriminde zorluk var."
"Ah cancağızım! Cenabı Allah hepimizi gerçek manada selamete ve selamet sırrına erip, o selamı yayanlardan ve ebedi yaşayanlardan eylesin! Cenabı Hak bu suskunluğundan kalbine namütenahi güzellikleri nakşetsin! Âmin!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 889