- 833 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABD' NİN VE BATI'NIN AFGANİSTAN'DA IRAK'TA SURİYE'DE KARDEŞLERİMİZE YAPTIKLARI ZULÜMLERİ KINIYORUM...
İnternette dolaşan yukardaki resim karesinde herşey çok güzel ifade ediliyor.Dünya özgürlük anıtına benzetilen bir kadının olduğu ağır kargo uçağı Afganistan’dan çıkarken kanatlarına tekerleklerine tutunan Afgan gençler yüksekten düşerek parçalanıyorlar.
Dünyada medeniyetin beşiği zannedilen Abd adlı terör Devleti, 20 sene evvel girdiği müslümanları bombalar altında erim erim eritip binlerce çocuğu kadını sefaletin içerisinde bıraktığı masum ata yurdu diyarlarımızdan biri olan Afganistan’dan bugünlerde ne hikmettir bilinmez çıkıyor!!..
Abd’ nin Afganistan’dan çıkarken yine arkada bıraktığı çaresiz Afgan halkının Taliban korkusuyla ülkeyi terketmek isterken Abd kargo uçağına balık istifi dolmaları ,uçağın tekerleklerine tutunan Afgan gençlerin uçaktan feryatlar içerisinde yere düşüp parçalanmaları..
Bu nasıl bir perişanlık ki geride kadını çocuğu bütün malını bırakarak korku içerisinde kendilerine zulümden başka bir hayrı olmayan dünyanın en büyük terörist Devleti Abd ye sığınıp ülkeyi terketmek zorunda kalmak,aç sefil yollara düşmek İranı geçip Türkiye topraklarına sığınıp boğaz tokluğuna işlerde çalışmak çobanlık vb.yapmak...
Bunlar yine şanslı bir bakıma denizde boğulanmı ararsınız ortada sefalet içerisinde itilip kakılanımı ararsınız.Batılı ülkelerin gözlerinin önünde oluyor bütün bunlar yazıklar olsun,veyl olsun.
Google earth uygulamasına girip dünyayı gezeyim dedim.Batıda Amerika kıtasında yeşil olmayan işlenmemiş bir metre toprak parçası göremedim.Asya’da Afganistan Irak Pakistan Bangladeş ülkelerinin coğrafyasını gezdim dolaştım her taraf kahverengi topraklar, işlenmemiş yıkık virane halinde,yıkık virane olmuş evler ve kuru çöllerden başka bir yer göremedim.
Batılılar ve Abd’liler Asya’nın Afrika’nın kıymetli madenlerini sömürmüşler ülkelerine taşımışlar geride sefalet ve açlık kuraklık kan ve gözyaşı bırakıp gitmişler.
Yazılklar olsun, Veyl olsun mazlumların ahı üzerinde kendilerine saltanat kuran Batılı liderlere ve onların insanlarına.Onlar buna ses çıkarmış olsalar yıllardır bu vahşi emperyalizm sürmez bir nebze de olsa Asya’ya Afrika’ya saadet elbette gelirdi çoktan.
Allah cc. sizin de en yakın zamanda belanızı versin. Devletiniz yıkılsın yaşadığınız görkemli inlerinizde rahat yüzü görmeyesiniz, Batılı ülkelerin liderleri sözde sapık emperyalizme Haçlı Seferlerine zemin hazırlayan Papası Papazı Hahamı sözde Din adamları !!
Abd eski Başkanları Jimy Carter, Clinton,Obama,Baba Bush,Oğul Bush,ardından Trump ve en son Abd Başkanı Biden hepsi de milyonlarca Asya’lı Afrika’lı müslümanı şehit edip yurtlarından edip,çoluk çocuğunu aç susuz yollarda sefil ve perişan ettiler.
Dünyada hiç kimse de onlara hesap soramadı.Lahey Adalet Divanında sorgulanıp Guantanoma Hapishanesine giremediler.Allahım sen bize sabır ver.Sen bu azılı kafirlere kahır ver zillet ver.
Sen bu müslümanların izzet ve şerefini bu alçak yahudilerin elinden kurtar.Sen bu kafirlerin Ümmeti davet olup ta hidayet nasip olanlarına hidayet ver ıslah et.Islahları mümkün değilse de kahhar ismi şerifin hürmetine kahru perişan eyle.
Biz bu günleri yaşamaya layık değildik Allahım.Ne güzel yaşıyorduk Osmanlı Ceddimiz zamanında.Kafirler güçsüz bizler güçlüydük amma adalet ile dünyada nizam intizam sağlıyorduk.
Ne zaman Osmanlı yıkıldı -yıkanlara Allah cc. kabirlerinde rahat yüzü vermesin ateşler içerisinde yanıp tutuşsunlar-Ortadoğu kan çanağına döndü, huzur buralardan ricat eyledi bir daha insanlar eski günlerine dönemez oldu.
Osmanlı İslam Devletiydi asla Batılı emperyal Devletler gibi bir imparatorluk değildi.Fransa,İtalya,İspanya,İngiltere 100 yıl kaldığı Afrikanın , Asyanın gelişmemiş bahtsız ülkelerinde sömürü düzeni yaptı halkın dilini dinini değiştirdi.
Osmanlı Devleti ise 400 veya 600 yıl kaldığı düzeni, tesis edip halkını refah içerisinde yönettiği Afrikada Asyada Hindistanda Pakistanda ne halkın dinine ne de diline karışmadı.
Bugün Hintler Pakistanlılar İngilizceyi kendi dilelrinden daha iyi konuşabiliyorlarsa bu nasıl bir dram yaşadıklarının bir göstergesi işareti olsa gerek.
Hindistan’da 250 binden fazla tekstil ustası dokumacının ellerini parmaklarını kestiren İngiltere,Kongo’da daha fazla kauçuk toplamadıkları için ceza olarak kız ve erkek çocuklarının el ve ayak bileklerini çaprazlama kestiren Belçika ve diğer Batılı ülkeler dünyada demokrasi havariliğine soyunmuşlardır.
Bu nasıl bir utanmazlık,alçaklık ve yüzsüzlüktür ki başlarındaki Papa cenapları ile çocuk tacizcisi papazları da bu işe bir dur dememekte, yapılan zulme rıza göstermektedir.
Yazıklar olsun, veyl olsun asla cennet yüzü görmeyecek olan sizler Allahımın Yüce Mahkemei Kübra’sında yargılanıp ebedi cehenneminde yanacaksınınz inşallah bizlerde o günleri görüp sizlere bakıp bir nebze olsun ferahlayacağız.
Bu Papa ile bu papaz ve hahamlarla ve bu Batılı sömürgeci Devlet yöneticileriyle şu dünyada aynı havayı solumaktan dolayı Allaha sığınıyorum.
Bunlar insan değil hayvandan daha deni aşağılık mahluklardır.İyi ki ahiret var iyi ki cehennnem var iyiki ilahi mahkeme var.Hesaplar orada inceden inceye görülecektir.
***
Günümüzde dünyada maddi anlamda en büyük askeri ve siyasi güce sahip kim vardır dersek,Amerika denilen tarihte en büyük soykırıma imza atmış emperyalist terör Devleti var.
300 yılı geçmeyen tarihi soykırımlarla dolu hangi birisini sayayım.70 milyon Türk soyundan ileri geldikleri rivayet edilen Kızılderiliyi soykırıma uğratıp yerleştikleri Amerika denen bu yeni kıtada 300 yıldır dünyaya adeta kan kusturuyor.
Bizim duyduklarımız Vietnam, Irak Afganistan ve Suriye’de yaptıkları zulümler.Daha duymadığımız görmediğimiz basına medyaya aksetmeyen neler vardır neler.
Amerika’yı oluşturan etnik kökene bakacak olursak İngilizler, İspanyollar, İtalyanlar, Germenler hulasa tüm bugünkü Batı alemini oluşturan kefereler olduğunu görürüz.
Hz. Nuh as. Tufanından sonra insanlar Hz. Nuh’un Ham Sam ve Yafes adlı üç oğlundan neş’et etmişler der din kitaplarımız ve ulema Efendilerimiz.
Bu keferelerde elbet taa Hz. Ademden bil itibar dünyada yaşıyorlar.Kimin soyundan geldikleri, önemli değil şu anda kim oldukları önemli.Hakkın mı yoksa şeytan ve avanelerinin yanında mı oldukları önemli.
Bu Abd keferesi kafirlerin en azılısıdır.Avrupalı fahişelerden türemiş piç bir neslin çaprazlama karışmış bozulmuş sefih bir melezidir.Dünyada binlerce yıldır zina yapa yapa gelen ahlaksız fahişelerin evladının evladıdır, torunlarıdır..
Lanete mustehak dünyadaki tüm küfürleri en galiz hakaretleri hergün namazımın sonunda üzerine boca ettiğim Allahın ahirette cehennemin en derin yerinde azap edeceği kafirlerin en merhametsizi en soysuzu, en ahlaksızı ve en şereften yoksunudur.
Allahım İsrail yahudisinin.kahpe İngilizin ve zalim Amerikanın kahrolup yıkılacağı o günleri müslümanlara da göster.
Ahirette Osmanlı’mızı yıkan dünyaya fesat eken Suriye’de Irak’ta müslüman kadın ve kzıların namusuna el uzatan bu alçak azılı yahudi ve nasrani kafirlerden yahudilerden hesap soran kullarının içerisinde Yüce Mahkemede Hz.Peygamberin sav. yanında bizi de de haşret.Amin..
İnsanların etnik kökeni Allah cc. yanında bir kıymet ifade etmez.Bir Kutsi Hadiste:Allah cc. sizin evlatlarınıza ve mallarınıza nazar etmez aksine siretlerinize ve amellerinize bakar buyurulmaktadır.
Dolayısıyla müslüman olan herkes bize müslüman olmayan yakınımızdan kardeşimizden daha yakındır.
Rusya olsun daha evvel İngilizler olsun hepsi son olarak ta Abd Afganistan’da huzur getirmek için girmedi aksine istikrarsızlık getirip yer altı yer üstü kaynaklarını sömürmek için girdiler..
***
Afganistan meselesini iyiden iyiye incelemek lazım.Nedir Bu Afganistan meselesi Afganistan’la bizim nasıl bir yakınlığımız var konuyu araştırıp incelemeden bir sonuca varmak mümkün değil.
’’Asya kıtasının istilâ yollarından birinin üzerinde bulunan Afganistan, eski çağlardan beri çeşitli orduların gelip geçtiği bir yer olmuştur. Afganistan’ın bu stratejik konumundan ilk faydalananlar eski İranlılar’dır.
Milâttan önce 500’de İran Hükümdarı Dârâ’nın (I. Darius) orduları Afganistan’ı işgal ederek güneydeki İndus vadisine inmeye çalıştılar ve ülke, iki yüzyıla yakın İranlılar’ın hâkimiyetinde kaldı. Batıdan gelen Büyük İskender, İranlılar’ı yendikten sonra Afganistan’ı işgal etti ve Hindukuş dağlarını aşarak Soğdlar ülkesine kadar ulaştı (m.ö. 331).
İskender İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Selevkid Krallığı topraklarında kalan Afganistan’a daha sonra yine Yunan menşeli Baktriana Devleti hâkim oldu (m.ö. 187). Fakat bu hâkimiyetin kurulmasından bir asır sonra Hindistan’da gelişen Çandragupta Devleti, Baktriana ile amansız bir mücadeleye girişti. Uzun süre devam eden bu mücadele sonunda Baktriana Devleti zayıf düşerek bu arada kuzeyden gelen baskılara dayanamayıp yıkıldı (m.s. 50).
Afganistan, 50-125 arasında kuzeyden gelen Sakalar’ın (İskitler), 125-480 arasında Türk oldukları tahmin edilen Kuşanlar’ın hâkimiyetleri altında kaldı. 480’den sonra ise Afganistan’a Ak Hunlar olarak bilinen Halaç Türkleri gelip yerleştiler ve bir asır kadar devam eden bir devlet kurdular.
İslâmiyet’in Afganistan’a ulaşması Halife Hz. Osman veya Muâviye devrinde, Basra valisinin Abdurrahman b. Semüre’yi bölgeye göndermesiyle başladı. Araplar’ın bu memlekette uzun zaman kalmamalarına rağmen İslâmiyet hızla yayılmaya devam etti.
Bundan sonra Afganistan’da herhangi büyük bir kuvvetin hâkimiyet kuramadığı, halkın “şah” unvanı verilen kabile reisleri tarafından idare edildiği görülmektedir.
Bu durum İran’da kurulan Sâmânî Devleti’nin IX. yüzyılın ikinci yarısında Afganistan’ın büyük bir kısmını işgal etmesine kadar devam etti. X. yüzyılın sonlarına doğru Sâmânî Devleti’nin zayıflaması üzerine ordunun büyük kısmını teşkil eden Türkler, Sebük Tegin önderliğinde, Gazne şehri merkez olmak üzere Gazneli Devleti’ni kurdular.
Bilhassa Gazneli Mahmud zamanında (998-1030) müslüman Türk unsur Afganistan’a iyice yerleşti. Afganistan’daki Gazneli hâkimiyeti, Sultan Mesud’un (1030-1041) 1040’ta Selçuklular’a yenilmesiyle son buldu.
Bunlardan sonra başlayan Selçuklu hâkimiyeti, ülkenin güneydoğusundan Hindistan’a doğru uzanan sahada yer alan Gurlular tarafından zaman zaman tehdit edilmekle beraber, XII. yüzyılın ortasına kadar devam etti. Son Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer’in ölümünden (552/1157) sonra Gurlular Afganistan’ı kontrolleri altına almışlarsa da XII. yüzyılın sonlarına doğru Hârizmşahlar’a terketmek zorunda kaldılar.
Gur Devleti’nin parçalanmasından sonra Afganistan Hârizmşah sultanı Alâeddin Muhammed tarafından işgal edildi. Alâeddin’in annesi Türkân Hatun yönetimindeki Hârizmşahlar bu devirde altın çağlarını yaşadılar; topraklarını doğuda Türkistan’a, batıda Irak’a kadar genişlettiler.
Kısa bir süre sonra Moğollar bölgeyi istilâ ederek (1220) ülkeyi yüz elli yıl kadar ellerinde tuttular. Moğollar Timur tarafından yıkıldıktan sonra onun torunlarından Bâbür (1483-1530), Afganistan’da uzun zaman devam edecek yeni bir devlet kurmayı başardı.
Bâbür’ün kurduğu devletin sınırları Hindistan içlerine kadar genişlemekle beraber devletin ağırlığını zamanla Hindistan’a kaydırması, kuzeyden Özbekler’in, kuzeybatıdan da Safevîler’in saldırmalarına ve ülkede huzursuzlukların baş göstermesine yol açtı; nitekim bu huzursuzluklar sebebiyle Afgan kabilelerinden Yusufzaylar güneye göç ederek Peşâver vadisine yerleştiler.
Bunu, XVII. yüzyılın ortalarına doğru Abdâlî ve Galzay adlarını almış olan Halaçlar’ın dağlık bölgelerden inerek Kandehar ve Zemindâver’in daha verimli olan bölgeleri ile Tarnak ve Argandâb vadilerine yayılmaları takip etti.
Bâbürlüler’de görülen zaafın XVIII. yüzyıl başlarında giderek artması, özellikle İranlılar ile Bâbürlüler arasında sık sık el değiştiren Batı Afganistan’da kuvvetli kabilelerin daha bağımsız davranmalarına sebep oldu. Öte yandan kabileler arasındaki rekabet, Galzaylar’ın Bâbürlüler’i, Abdâlîler’in de Safevîler’i desteklemeleriyle düşmanlık haline dönüşünce, Galzaylar’ın tam mânasıyla müstakil hareket etmeye başlamaları üzerine Abdâlîler de Herat’a hâkim oldular.
1709’da Vâiz Han’ın Kandehar’daki İran valisi Gurgın Han’a karşı giriştiği ayaklanma, Afganistan’da millî bir devletin uyanışının başlangıcı oldu. Bu olaydan cesaret alan Heratlılar da İranlılar’a karşı ayaklanarak bölgelerinde bağımsız bir yönetim kurmayı başardılar.
Ancak başlangıçtaki bu hareketlerin başarısı uzun sürmedi. Nâdir Şah Kandehar ve Herat’ı tekrar ele geçirerek bütün Afganistan’ı yönetimi altına aldı (1738).
Afgan kabilelerine dayanarak ilk millî Afgan Devleti’ni kuran Ahmed Şah Dürrânî oldu. XVII. yüzyıl sonlarına doğru Herat civarına gelip yerleşen Abdâlîler’in Sadozay kolunun reisi olan Muhammed Zaman Han’ın oğlu Ahmed Şah, gösterdiği cesaret, zekâ ve kabiliyet ile kısa zamanda Afganistan’ı ele geçiren İran Hükümdarı Nâdir Şah’ın gözüne girerek Mâzenderan valisi tayin edildi.
Nâdir Şah’ın seferlerinin çoğuna katılarak kumandanlık tecrübesi edinen Ahmed Şah, 1747’de Nâdir Şah’ın öldürülmesinden sonra İran’ın içine düştüğü karışıklıktan faydalanarak Kandehar’ı ele geçirdi ve orada Abdâlî reisleri tarafından hükümdar ilân edildi.
Bu arada kendisine biat eden kabile reislerinin aldığı bir kararla “inciler incisi” mânasına gelen “dürr-i dürrân” unvanı verilen Ahmed Şah, Kâbil ve çevresini de devletine kattıktan sonra sırasıyla Galzaylar’ı, Özbekler’i, Tacikler’i ve diğer kabileleri idaresi altına alarak Afganistan’ın yegâne hâkimi oldu.
Kurduğu devletin sınırlarını genişletmek amacında olan Ahmed Şah Dürrânî, 1748-1760 yılları arasında Hindistan’a yaptığı dört seferde Bâbürlüler’e karşı başarılar elde etti ve daha sonra da İran’a karşı giriştiği fetih hareketleri ile Herat ve Meşhed’i ülkesine katmaya muvaffak oldu.
Bu arada, İstanbul’a elçi gönderip Osmanlı Hükümdarı III. Mustafa’ya, birlikte hareket ederek İran Devleti’ni ortadan kaldırmayı teklif ettiyse de müsbet cevap alamadı. Ahmed Şah, Hindistan’da bir kuvvet haline gelen Sihler üzerine 1762 ve 1764’te iki sefer yaparak güney hudutlarını emniyet altına aldı.
Ahmed Şah’ın 1772’de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Timur Şah zamanında (1772-1793), içte kabileler arasındaki çekişmeler hızlandı. Dışta ise Sihler’e karşı başarı sağlanamaması dolayısıyla Lahor elden çıktı (1775).
Diğer taraftan Belûcîler’in daha müstakil hareket etmelerine göz yumuldu. Devletin başşehri Kâbil’e taşındı (1775). Timur Şah’ın ölümü üzerine (1793), yerine geçen oğlu Zaman Şah’ın yedi yılık iktidar döneminde iç karışıklıklar hânedanın yıkılmasına sebep olacak kadar büyüdü, ayrıca bu dönemde büyük toprak kayıpları da oldu.
Zaman Şah’ın tutumu kardeşleri Mahmud ve Şücâülmülk’ün saltanat iddiasıyla isyan etmelerine ve daha önce babasını öldürttüğü Barakzaylar’ın (Muhammedzay) reisi Fetih Han’ın Mahmud ile birleşmesine sebep oldu; bu birleşik kuvvetlere mağlup olan Zaman Şah iktidardan uzaklaştırılarak yerine kardeşi Mahmud Şah geçti.
Ancak Fetih Han’ın büyük kabile isyanlarını bastırmaya çalıştığı sırada Şücâülmülk Kâbil’i ele geçirip Mahmud Şah’ı hapsettirdi ve tahta çıktı. Fakat harekete geçen Fetih Han’ın önünde mağlûp olan Şücâülmülk Hindistan’a kaçıp hâkim durumdaki İngilizler’e sığınınca Mahmud Şah da ikinci defa tahta çıkma fırsatı buldu.
Bu gelişmeler Barakzaylı Fetih Han ve kardeşlerinin büyük nüfuz kazanmalarına ve Mahmud Şah’ı tahakkümleri altına almalarına yol açtı. Mahmud Şah’ın rızasıyla Fetih Han’ın öldürülmesi (1818) üzerine, kardeşlerinden Dost Muhammed, Mahmud Şah’ın üzerine yürüdü ve onu bozguna uğratarak Sadozaylar’ın kontrolünde olan Herat’a kaçmak zorunda bıraktı (1819).
Bu arada, daha önce İngilizler’e sığınmış olan Mahmud Şah’ın kardeşi Şücâülmülk, topladığı kuvvetlerle Kandehar’a hücum etti. Şücâülmülk’ü tekrar mağlûp eden Dost Muhammed, Kandehar’ı kardeşi Kühendil’e bırakarak kendisi Kâbil’de hükümdarlığını ilân etti (1819) ve böylece Afganistan’da hânedan değişmiş oldu.
Bu iç karışıklıklar sırasında Sihler Peşâver’i ele geçirdiler. Kuzey Hindistan’daki eyaletlerin de elden çıkmasından sonra Dost Muhammed, Afgan Devleti’nin hükümdarı oldu. Ancak Ruslar’ın kışkırtması ile Herat’ı almaya kalkışan İran’ın saldırmasından çekinen İngilizler, 1839’da Sihler’le ittifak yaparak Afganistan’ı işgal ettiler.
İngiliz işgalinin Afganistan üzerinde etkileri menfi oldu. Her ne kadar Dost Muhammed üç yıl içinde İngilizler’i ülkeden çıkardıysa da dağılan birliğin yeniden sağlanması yıllar aldı.
Dost Muhammed’in 1863’te ölümüyle oğulları arasında başlayan saltanat mücadelesi kanlı bir iç savaşa dönüşmüşse de, beş yıl sonra, büyük oğlu ve meşrû veliahdı Şîr Ali kardeşlerini yenerek tek başına tahta hâkim oldu (1868).
Ancak Ruslar’ın Afganistan’a yaklaşma politikası takip etmeleri üzerine İngilizler ülkeyi 1878 sonlarında ikinci defa işgal ettiler. Bu duruma engel olamayan Şîr Ali Han kaçarak, Türkistan’ı işgal etmiş olan Ruslar’a sığındı ve orada öldü (1879).
İngiliz işgalinin 1880’de sona ermesi üzerine, daha önce amcası Şîr Ali Han’a yenilip Türkistan’da Ruslar’a sığınmış olan Abdurrahman Han Afgan tahtına geçti (1880).
Onun zamanında İngilizler’in bugünkü Güney Afganistan sınırını tesbit etmeleri ve Hayber Geçidi’nin Hindistan sınırları (şimdiki Pakistan) içinde bırakılması, pek çok Afganlı’nın anavatan dışında kalmasına yol açtı.
İngiliz tekliflerini reddetmesi halinde ülkenin yeniden işgal edilmesinden korkan Abdurrahman Han, 12 Kasım 1893’te, “Durand Hattı” olarak bilinen antlaşmayı imzalamak mecburiyetinde kaldı ve bu parçalanma daha sonraları Afganistan’ın felâketine yol açan gelişmelerin başlangıcı oldu.
Abdurrahman Han iç çekişmelerin ve dış istilâların altüst ettiği Afganistan’ı ve düşman kamplara bölünmüş olan Afgan halkını çok sert ve kanlı tedbirlerle kontrol altına aldıktan sonra, sağlığının bozulması sebebiyle, tahtını büyük oğlu Habîbullah Han’a bıraktı ve üç gün sonra da öldü (1901).
Habîbullah Han ise, babasının döneminde sürgüne gönderilen birçok hânedan mensubunu geri çağırarak yeni görevlere tayin etti. Avrupa teknolojisi de Afganistan’da bu dönemde yayılmaya başladı.
19 Şubat 1919’da öldürülen Habîbullah Han’ın yerine, yenilik taraftarı bir kişi olan oğlu Emânullah Han geçti. Kayınpederi Mahmud Beg Tarzî’nin yardımı ile Afgan Devleti’nin iç teşkilâtını yeniden düzenleyen Emânullah Han, Afganistan’ın istiklâlinin tanınması çalışmalarına da girişti.
Mahmud Beg Tarzî Afganistan’ı tanıtmak için Mahmud Velî Han başkanlığında bir heyeti Rusya ve Avrupa devletlerine göndermekle işe başladı. Emânullah Han’ın bu bağımsız siyaseti ve bilhassa Sovyet rejimi ile münasebetlerini geliştirmeye çalışması, İngilizler’le arasının açılmasına sebep oldu ve bu anlaşmazlık kısa zamanda savaşa dönüştüyse de çok geçmeden 8 Ağustos 1919’da Ravalpindi Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi.
Daha sonra Sovyetler Birliği ile 28 Şubat 1921’de bir antlaşma imzalandı, ertesi gün Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile yapılan 1 Mart 1921 tarihli antlaşmayla da Türkiye’den uzman öğretmen ve subay gönderme taahhüdü alındı.
Emânullah Han’ın çıktığı Hindistan, Avrupa, Sovyetler Birliği ve Türkiye gezisinde (1927-1928) döndükten sonra, daha önce giriştiği sosyal reformlara hız vermesi halk arasında tepki ile karşılandı. Bu tepkiler bir süre sonra isyanlara dönüşünce sonuçta Emânullah Han ülkesini terketmek zorunda kaldı (1929).
Başşehir Kâbil’in isyancıların eline geçmesi üzerine, daha önce Emânullah Han tarafından Fransa’ya sürgüne gönderilmiş olan ordu kumandanı Nâdir Han ve kardeşleri derhal geri dönerek Peşâver üzerinden Afganistan’a girdiler ve topladıkları kuvvetlerle kısa zamanda Kâbil’i kurtardılar (12 Ekim 1929).
Bu başarı halk tarafından memnuniyetle karşılandı ve kabile reislerinin iştirak ettiği bir mecliste, hânedanın kurucusu Dost Muhammed Han’ın kardeşinin torunu olan Nâdir Han Afganistan hükümdarı ilân edildi (16 Ekim 1929). “Şah” unvanını alarak Afganistan tahtına çıkan Nâdir Han, halkın benimsemediği reformlardan mümkün olduğu kadar uzak kalıp din adamlarının da fikirlerini alarak İslâmî esaslara dayalı bir idare kurdu ve kısa sürede sükûneti temin etmeye muvaffak oldu.
31 Ekim 1931 tarihinde yürürlüğe giren anayasa, küçük ilâvelerle 1964 yılına kadar geçerliliğini korudu. Eğitim ve öğretime önem veren Nâdir Şah Afgan ordusunu da yeniden ve modern bir şekilde teşkilâtlandırdı.
Mevcudu 40.000 civarında olan orduya devamlı subay yetiştirmek için askerî okullar ve akademiler açtı. Nâdir Şah ayrıca memleketin bütün bölgelerini başşehir Kâbil’e bağlayacak şekilde yol yapımına girişti.
Kasım 1933’te şahsî bir düşmanı tarafından öldürülen Nâdir Şah’ın yerine, ülkede kargaşalık çıkmasına fırsat vermeyen kardeşlerinin desteğiyle, oğlu Zâhir Şah geçti.
Zâhir Şah devrinde Afganistan’ın dış politikası tarafsızlıkla yürütülmeye çalışıldı. 1937’de Türkiye, İran ve Irak ile birlikte Sâdâbâd Paktı’na giren Afganistan, II. Dünya Savaşı’nda da bu tutumunu devam ettirdi.
İngilizler’in Hindistan’dan çekilmesi üzerine, 1947’de Pakistan ve Hindistan adı altında iki ayrı devlet kuruldu; ancak daha önce Durand Hattı ile Hindistan’a bırakılmış olan Afganlar’la meskûn yerleri Afganistan’ın istemesi Pakistan ile ihtilâfa yol açtı.
İngiltere’nin yeni silâhlar vererek Pakistan ordusunu modernize etme çabaları Afganistan’ı Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya sevketti. İki ülke arasında başlayan siyasî dostluk 1954-1961 arasında karşılıklı ziyaretlerle ve imzalanan ekonomik, kültürel anlaşmalarla takviye edildi.
Yeni yollar, fabrikalar ve elektrik santralleri inşası ile Afganistan’da etkisini göstermeye başlayan Sovyetler Birliği’nin içteki taraftarları Başbakan Dâvud Han ile Dışişleri Bakanı Nâdir Han oldu.
Zâhir Şah ülkede gittikçe artmakta olan Sovyet nüfuzunu önlemek için Dâvud Han’ı başbakanlıktan azledince, bu durum birtakım yeni gelişmelere yol açtı.
Sovyetler, Dâvud Han’ı destekleyerek 1973’te Zâhir Şah’ı kansız bir darbe ile devirmeyi başardılar ve arkasından, kendi ülkelerindeki okullarda yetişmiş olan sivil ve askerî personeli devletin önemli idarî kadrolarına yerleştirmeye ve Afganistan’ı hızla kontrolleri altına almaya başladılar.
Bu durum karşısında Dâvud Han, ülkesinin Sovyet hâkimiyetine girmekte olduğunu anladı ve tedbir olarak, Muhammed Nur Terekî ile Babrak Karmal başta olmak üzere, önemli Marksist liderleri tutuklattı.
Fakat geç alınan bu tedbir fayda yerine zarar getirdi ve Afgan ordusundaki Marksist subaylar, diğer subayları etkisiz bıraktıktan sonra kumandaları altındaki birliklerle başkanlık sarayını ele geçirerek bütün aile fertleriyle birlikte Dâvud Han’ı öldürdüler ve Muhammed Nur Terekî’yi devlet başkanı yaptılar.
Aynı zamanda başbakanlık vazifesini de üzerine alan Terekî’nin ilk işi, üyelerinin çoğunluğunu Sovyet taraftarlarının teşkil ettiği yeni Afgan hükümetini ilân etmek oldu (Nisan 1978).
Terekî’nin Afganistan’da kurmak istediği Sovyet taraftarı iktidar ülkede büyük tepkilere yol açtı ve halkın silâhlanıp direnişe geçmesine sebep oldu. Terekî’nin sert tutumuna, Hafîzullah Emin ve taraftarları başta olmak üzere bazı çalışma arkadaşları karşı çıktılar ve Eylül 1979 başlarında Terekî’yi devirmeyi başardılar; böylece Hafîzullah Emin Sovyetler’in arzusu hilâfına, Afganistan’daki Marksist rejimin başına geçmiş oldu.
Bunun üzerine Sovyetler, doğrudan askerî müdahalede bulunarak Hafîzullah Emin’i öldürdüler ve yerine Babrak Karmal’ı geçirdiler. Bu müdahaleye karşı halkın mukavemete başlaması üzerine Karmal ve iktidarını korumak amacıyla ordu göndererek ülkeyi milletlerarası hukuka aykırı şekilde işgal ettiler.
Ancak bu işgal üzerine halkın direnişi, Sovyetler’le birleşen hükümet kuvvetlerine karşı bir iç savaşa dönüştü. Hizb-i İslâmî adı altında birleşen mücahidlere karşı Sovyet ve Afgan hükümet kuvvetlerinin başarı kazanamamaları üzerine, 1986’da Sovyetler hükümete yine müdahale ederek Babrak Karmal’ı görevden uzaklaştırdılar ve yerine Muhammed Necîbullah’ı geçirdiler.’’
(1)T.Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
***
20. yüzyılın son çeyreği iki önemli gelişmeye şahit oldu: Birisi İran’da gerçekleşen İran ’İslam Devrimi’ ve Şah’ın devrilip ülke dışına çıkarılması, diğeri ise Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından 38 yıl önce bugün işgali ve Afganlıların direnişi sonunda yenilerek çekilmesi.
Her ikisinin de bölgesel ve uluslararası bazda uzun erimli etkileri oldu.Afganistan aslında 19. yüzyılda da “Büyük Oyun” aktörleri arasında kalmıştı.
Kuzeyden Çarlık Rusya’sı güneye doğru inerken, güneyden de İngilizler kuzeye doğru ilerliyordu. Afganlılar bağımsızlıklarını korumak için İngilizlerle savaşmak durumunda kaldılar ve dönemin süper gücü İngilizleri barışa zorladılar.
İngilizlerin 1947’de Hint Alt Kıtası’ndan çekilmelerinin ardından, güneydeki tehdit bitti ama kuzeydeki tehdit kabuk değiştirip Sovyetler Birliği’ne (1922-1991) dönüşerek devam etti.
Sovyetlerin başlangıçta ilişkileri Afganistan ile dostça idi. Afganistan’ın bağımsızlığını tanımalarının arkasından birçok sahada yatırım yapmaya başladılar.
1950’li yıllarda Serdar Davut’un başbakanlığı döneminde ilişkiler çok güçlendi, altyapıya çok yatırım yaptılar. Öyle ki bugün bile Afganistan’ın birçok yerinde o dönem altyapısı ayakta duruyor.
Not:1979 daki işgalden önce Ruslar geniş beton yollar yapmışlar sonra Rusyanın Afganistanı işgalinde ağır nakliye uçakları bu yollar vasıtasıyla ikmal sağlamışlardır.
Serdar Davut’un Kral Zahir Şah aleyhine, o yurtdışında iken gerçekleştirdiği darbe ile Sovyetler Afganistan’da güç koridorlarına daha yakın olmaya başladılar. Rusya Federasyonu Afganistan özel temsilcisi Zamir Kabulov, Davut darbesinin kendileri için de sürpriz olduğunu söylüyor. Ancak onun etrafındaki subayların Sovyet yanlısı olduklarını kabul ediyor.
Daha sonra Davut’un Moskova yanlısı subayları etrafından uzaklaştırması Sovyetler tarafından “yeni bir uluslararası oyuna başlamak” olarak değerlendirildi. Yani Davut “Soğuk Savaş” döneminde kamp değiştirmek istiyordu ve bu Sovyet yetiştirmesi askerler tarafından bir askeri darbe ile önlendi, Davut tüm ailesi ile birlikte yok edildi.
Ama sorun bitmedi; Sovyet yanlısı Afgan liderler kendi aralarında da çekişiyorlardı. Davut’a darbe yapan Nur Muhammed Taraki ve Hafizullah Emin bu çekişmelerde hayatlarını kaybettiler. Sovyetler Birliği 27 Aralık 1979’da Babrak Karmal’ı işbaşına getirirken fiili olarak da Afganistan’ı işgale başladı.
Sovyetlerin Afganistan’ı neden işgal ettiği çok tartışıldı. Sorunun en kolay cevabı Rusların asırlara sari hedefi “sıcak sulara inmek” idi. Bunu Güney Asya’daki ABD çevrelemesini yarmak olarak da okuyabiliriz.
Ancak, Afganistan’da işlerin ters gitmesi ve bölgede meydana gelen jeopolitik ve stratejik gelişmeleri de bu noktada yabana atmamak gerekiyor. Belki de Ruslar yeni bir “Büyük Oyunda” ön almak ve “önleyici” adımlar atmak istediler.
Serdar Davut’a karşı 27 Nisan 1978 de yapılan ve “Sevr devrimi” olarak bilinen darbe sonrası Afganistan’da işbaşına gelen komünist rejim, halkın dini ve geleneksel dokusu ile radikal bir biçimde oynamaya kalkıştı. Bu halkın ayağa kalkmasına yetti.
Ülke çapında isyanlar çıktı. İdareyi ele alan komünist yönetim kendi içinde tasfiyelere başladı. Hafızullah Emin, Taraki’yi tasfiye etti, Sovyetler kendisine fazla da güvenmedikleri Emin’i, doğrudan bir diğer askeri darbe ile tasfiye edip Babrak Karmal’ı işbaşına getirdiler.
Aslına bakılırsa Sovyetler, Afganistan’a verdiği bunca emeğin Taraki’nin radikal reformları ile berhava olmasını istemiyordu. Kabulov’a göre Musaddık darbesi sonrasında Afganistan, Ruslar için stratejik açıdan “çok daha önemli bir konuma” gelmişti.
Bu yüzden Sovyetler, Afganistan’ın dostluğunu kazanmak için yüklü yatırımlar yapmıştı. Taraki rejimi sonrası halkın ayağa kalkması ile birlikte tüm kazanımlar elleri arasından kayıp gitmekte idi. Belki de bu durum Sovyetlerin yüksek nüfuz altında tutma politikalarını işgale çevirmelerine sebep olmuştu.
Belki de “yenilmez” diye nitelenen “Kızıl Ordu”nun kısa sürede işleri yoluna koyacağına inanıyordu o dönemki Sovyet liderliği.Ancak işler beklendiği ve umulduğu gibi gitmedi. Yerli komünistlere karşı ayağa kalkan Afganlılar yabancı asker postallarını topraklarında görmekten öteden beri hiç hazzetmezdiler.
Güneyden kuzeye ve kuzeyden güneye istila yolu üzerinde bulunan Afganlılar bu duruma alışkın idiler. İstilacı ve işgalciler ne kadar güçlü olursa olsunlar kavgalarını zamana yayıp, düşmanlarını yıpratıp alt etmeyi bilirlerdi.Sovyet işgali, halk kıyamını güçlendirdi, ayaklanma tüm ülkeyi sardı.
Serdar Davud darbesi öncesinde üniversitelerde yeni yeni palazlanmaya başlayan “Müslüman Gençler” hareketi liderlerinin çoğu darbe sonrasında komşu genç Pakistan’a sığınmışlar, Pakistan da bu heyecanlı gençlerle birlikte sınır anlaşmazlığı yüzünden zaman zaman savaşın eşiğine geldiği Afganistan için bir istikrarsızlaştırma enstrümanı elde etmişti. Hatta bu enstrümanı Davut aleyhine kullanmış ama başarısız olmuştu.
İlerleyen dönemlerde Sovyet direnişinin temel taşları haline gelecek Hikmetyar, Rabbani, Mesut, Sayyaf gibi liderler ve Cemiyeti İslami, Hizbi İslami gibi örgütler, Pakistan istihbaratı ISI ve daha sonra da CIA için Afganistan’daki komünizm ve Sovyetler karşıtı ayaklanma büyük bir fırsat oldu.
Çoğunluğu Körfez ülkelerince sağlanan paralarla Çin’den satın alınan silahlar ülkeye akmaya başladı. Durand Hattı olarak da bilinen 2 bin 430 kilometrelik engebeli bir coğrafyaya sahip Afganistan-Pakistan sınırını kontrol etmek mümkün olmadığı için Sovyet-Afgan savaşı boyunca, her geçen yıl biraz daha da sofistike olarak silahlar girmeye devam etti.
Hatta şu da ifade edilebilir: O kadar çok silah akıyordu ki, Sovyetlerin çıkması artık belli olduktan sonra Afganistan’a sevk edilecek silahların depolandığı başkent İslamabad’a yakın Uçri askeri kampına sabotaj yapıldı ve binlerce füze ikiz şehirler olarak bilinen Revalpindi ve başkent İslamabad semalarında patladı.
Yüzden fazla insan hayatını kaybetti. Resmi kaynaklar bir kaza oldu dediler ama soruşturma raporları açıklanmadı, açıklayacağım diyen bir başbakan görevden alındı.
Afganistan-Sovyet savaşı ile birlikte “Cihad” ve “Mücahid” kavramları uluslararası medyanın da büyük katkılarıyla dolaşıma girdi. Kavramlar Afgan halkının kendi kavramları idi ama “komünist” işgale karşı İslam dünyasında farkındalık oluşturabilmek için dolaşıma sokuldu. Sovyet işgalinin sona ermesinden sonra ise yine aynı uluslararası medya tarafından bu kavramlar şeytanlaştırıldı.
Sovyet işgalinin ne kadar süreceği ve sonuçlarının ne olacağı fazla kestirilemediğinden olsa gerek Müslüman ülkelerden gençlerin Afganistan’a savaşa gitmesi özellikle Körfez ve Arap ülkelerinde teşvik edildi. Yüzlerce hatta binlerce genç Afgan Cihadına katıldılar.
Bu gençlerin bir kısmı Afganistan’da "şehit" oldu. Bir kısmı savaşın bitmesinin ardından ülkelerine döndü. Bir kısmı başka çatışma bölgelerine yönlendiler. Afganistan’da kalan büyük bir kısmı ise Taliban’ın ABD ve kuzey güçleri tarafından tasfiyesi esnasında, önde gelen Mücahit liderlerinden birinin ifadesiyle, kapana kıstırılıp imha edildiler.
Şu da var ki, Afgan savaşına bu katılımlar daha sonra dünyada birçok noktada el-Kaide ve benzeri, hatta DEAŞ gibi örgütlerin kurulmasının tabanını oluşturdu. Burada bir noktaya açıklık getirmekte fayda var: “Afgan Araplar” olarak bilinen gruplar, Afgan Cihadına katıldılar ama el-Kaide ve benzeri örgütlerin ortaya çıkması savaşın sonlarındadır. Hatta teşkilatlanmalarını Sovyet çekilmesi sonrasında tamamlamışlardır.
Afgan-Sovyet savaşı 9 yıl bir buçuk ay devam etti. Ruslar ilk birkaç yılda Afganistan’da batağa saplandıklarını anlamışlardı. 1982 yılında Birleşmiş Milletler aracılığıyla Mücahitlerle dolaylı görüşmelere girdiler.
"Yenilemez Kızıl Ordu" Hindikuş Dağlarında yıkıcı bir yenilgi almıştı. Uluslararası güçlerin de arabuluculuğu ile Sovyetler Afganistan’dan çekilmeye başladılar ve son Rus askeri 15 Şubat 1989 da Afganistan’dan çıktı.
Dokuz yıldan birkaç ay fazla süren savaşın her iki tarafa için de korkunç yıkımları oldu. Sovyetler Birliği resmi rakamlarına göre Kızıl Ordu Afganistan’da Rus resmi rakamlarına göre 13 bin 621 asker kaybetti.
Yani resmi rakamlara göre her gün 4 Rus askeri öldürülüyordu. Savaşta yaralanan, sakat kalan ve hasta olan asker sayısı ise 470 bin kişi civarında idi. On yıllık savaşta 620 bin Sovyet askeri Afganistan’a ayak basmıştı.
Zayiatlar sadece bununla da sınırlı değildi. Yine resmi rakamlara göre Ruslar 451 helikopter ve uçak, 147 tank, 443 top ve diğer maddi zayiatlar Sovyetleri hem askeri ve hem de ekonomik olarak çökertti. Savaşın getirdiği milyarlarca dolarlık savaş yükü Sovyetlerin belini bükmüştü. Sovyetler Birliği bu savaşın ardından zaten fazla yaşamadı.
Can ve mal kaybı oldu ama Sovyetler Birliği’nin kaybettiği en önemli değer saygınlığı, prestiji oldu. Batı dünyasının korkulu rüyası, maddi ölçütlerle dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri olan Afganistan’da yenilgiye, hatta büyük bir hezimete uğramıştı. "Süper Güç" Afganistan’da kartondan bir aslana dönüşmüştü.
Mücahitler savaşı kazanmışlardı ama onların tarafındaki yıkım ise çok daha vahimdi. Bir milyon üzerinde "şehit", yüz binlerce dul ve yetim. Ülke nüfusunun üçte biri göçmen oldu. Altyapı tamamen bitti, zaten dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri olan ülke, büyük bir yıkıma maruz kaldı.
En önemlisi de istikrar ve huzurun kaybolmasıydı. Sovyet işgali sonrası iç savaş, Taliban’ın ortaya çıkması ve el-Kaide ve bilahare 11 Eylül eylemlerini bahane ederek başka bir süper gücün Afganistan’ı işgali ile birlikte bu huzur ve istikrar zaten hiç geri gelmeyecekti.
Afganistan’da dönemin süper gücüne öldürücü bir darbe mesabesindeki savaşın nasıl kazanıldığı ile ilgili yaygın tartışmalar var.Öncelikle savaşı kazanan Afgan halkının bizzat kendisidir.
Canıyla ve kanıyla bu zafere imzasını atmıştır. Ülke nüfusunun neredeyse 15’te biri savaşta hayatını kaybetmiş, 3’te biri yurtdışında sığınmacı konumuna düşmüştür. Yüzbinlerce kişi sakat, yüzbinler dul ve yetim kalmıştır.
Savaş seyri içerisinde Amerika ve yandaşlarının "Mücahitlere" maddi ve askeri yardımları yadsınamaz olsa da ABD’nin verdiği karadan havaya stinger füzeleri ile Sovyet savaşının kazanıldığı iddiası bir efsanedir.
ABD uçaksavar füzeleri vermeye başladığında savaş zaten Afganlılarca kazanılmış durumdaydı. Stinger verilmesi, Sovyetlerin daha da fazla yıpratılması ve savaş parsasının toplanılmasına yönelikti.
Diğer taraftan Kızıl Ordu, stinger faktörünü göz önüne alarak savaş stratejisinde jetlerle füze menzili dışından havadan karaya füzelerle bombalamalar ve helikopterleri alçak uçurma gibi önemli değişikliklere girmişti.
Sovyet-Afgan savaşı gibi görünen ama özünde İslam-Komünizm ideolojik kavgası olan savaşı, kapitalist dünyanın Komünistlere karşı Afganlılara güçlü desteğini göz ardı etmeden, İslam kazandı.
Böylece, 20. yüzyılın son çeyreğinde "Soğuk Savaş"ın iki süper gücü de İslam’a karşı kaybettiler: Önce kapitalizmin temsilcisi ABD İran’da, sonra komünizmin temsilcisi Sovyetler Birliği Afganistan’da Müslümanlara karşı kaybetti.
İslam alternatif bir ideoloji ve dünya görüşü olarak tüm dünyada gündeme geldi. Ancak, daha sonraki sürecin iyi yönetilememesi ve dışarıdan manipülasyonlar İslam’ın alternatif bir hayat tarzı olarak dünya insanının gündemine gelmesi şöyle dursun terörle birlikte anılması ve İslam düşmanlığını beraberinde getirdi.
Modern bir komünist imparatorluk olan Sovyetler Birliği’nin tabutuna son çivi Afganistan’da çakıldı. 1922’de Çarlık Rusyası’nın yerini alan Sovyetler Birliği 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan "Soğuk Savaş" döneminin iki süper gücünden birisi oldu. Nükleer silahlar da dâhil dünyanın en büyük askeri gücü idi.
Afgan savaşı sonrasında Sovyet Bloğu çöktü ve dağıldı. "Komünist İmparatorluk" egemenliği altındaki birçok ülke bağımsızlığını kazandı. Orta Asya cumhuriyetleri de bağımsızlıklarını kazandılar. En önemlisi "Soğuk Savaş" dönemi kapandı. Amerika tek süper güç olarak ortada kaldı.
(2.)Anadolu Ajansı Bülteni.
***
Kimi iddialara göre 11 Eylül olayları Amerikan hükûmeti ve gizli servisleri tarafından Orta Doğu’ya ve Afganistan’a yönelik işgal faaliyetlerini meşrulaştırmak, ülke ve dünya kamuoyunun desteğini almak amacıyla düzenlenmiş senaryolardır.
New York Times gazetesi tarafından yapılan bir ankete göre her dört Amerikalıdan üçü hükûmetin 11 Eylül olayları ile ilgili doğruları söylemediğinden şüphelendiğini belirtmiştir.
Saldırılar sonrasında ve günümüze kadar olan süreçte ABD içinden ve dışından çeşitli kişi ve gruplar tarafından, saldırıların Amerikan hükûmeti veya gizli servisleri tarafından düzenlendiğine dair çeşitli komplo teorileri ileri sürülmüştür.
Bâzı çevreler tarafından konuyla ilgili olarak başta Orta Doğu’ya yönelik bir işgal harekâtı başlatmak için gerekçe oluşturabilmek amacıyla saldırının özellikle ABD yönetimi tarafından gerçekleştirildiği teorisi başta olmak üzere çeşitli komplo teorileri ortaya atılmaktadır.
Amerikan hükûmeti tarafından yapılan resmî açıklamada,11 Eylül 2001 günü Usame Bin Ladin’e bağlı teröristlerce kaçırılan iki yolcu uçağı, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelere özenle hesaplanmış noktalardan çalışmışlardır. Meydana gelen patlamalar sonucu her iki kule de çökmüştür.Üçüncü bir uçak Washington, DC’deki Pentagon binasına çakılmıştır.
Dördüncü uçak, yolcularla teröristler arasında gerçekleştiği iddia edilen mücadele sonucunda 240 km kadar ötede Pensilvanya kırsalına düşmüştür.Olaylarda 2.974 sivil ABD vatandaşı ölmüştür. 24 kişi ise halen kayıp olarak listelenmektedir.Denilmektedir.
Amerikan hükûmeti 11 Eylül olaylarının bir komplo olduğunu ileri süren Loose Change isimli filmdeki iddiaları yalanlamış ve lanetlemiştir. Medyanın bu olayın üzerine giden görüntü ve programların kamuoyundan sakladığını iddia etmesi, gerçeklerin gizlendiği teorisini doğurmuştur.
Irak’ın işgalinde Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte hareket eden Birleşik Krallık İşçi Partisi milletvekili ve kabineden sorumlu devlet bakanı Michael Meacher, 11 Eylül olaylarının gerçekliğini soruşturmaktadır . Meacher, 2006 yılında Loose Change isimli filmin Avam Kamarası’nda izlenmesini önermiş, daha sonra bu fikrinden vazgeçmiştir.
11 Eylül olayları ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Böylesine devasa öneme haiz bir olayın bu şekilde sırra gömülmesine modern tarihte daha önce hiç rastlanmamıştır. Anahtar konumundaki bâzı gerçekler, mümkün ve anlaşılabilir bir temele dayandırılarak açıklanamamış durumdadır."
Michael Meacher’in bu sözleri Claremont School of Theology’de itibarlı bir profesör ve filozof olan David Ray Griffin’in en çok satanlar listesindeki kitabı Yeni Pearl Harbor’a (İngilizce: The New Pearl Harbor) önsöz olmuştur. Kitaba bu ismin verilmesinin sebebi, dönemin başkanı Franklin D. Roosevelt’in ABD’yi II. Dünya Savaşı’na sokabilmek için Japonların Pearl Harbor’u bombalamalarına izin verdiği iddialarıdır.
Profesör Griffin’e ve diğer bâzı komplo teorisyenlerine göre 11 Eylül saldırıları, Northwoods Operasyonu’nun bir kopyasıdır. Northwoods Operasyonu, dönemin ABD başkanı Kennedy tarafından Küba lideri Fidel Castro’yu devirmek amacıyla hazırlanmış bir plandır. Bu plana göre ABD’de terör saldırıları meydana getirilecek, saldırılar komünist Küba’nın üzerine atılacak ve Küba işgal edilecektir. Ancak bu plan hayata geçirilmemiştir.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, 6 Mart 2010’da yaptığı bir konuşmada 11 Eylül saldırısında İkiz Kuleler’in çökmesini "karmaşık bir istihbarat senaryosu ve eylemi" olarak nitelemiştir. Ahmedinejad, "11 Eylül olayı terörizme karşı kampanya için bir bahane ve Afganistan’a karşı savaşın hazırlığı olarak kullanılan büyük bir uydurmadır" diye konuşmuştur.
Kulelerin yıkılış şeklinin planlanmış yıkımlar gibi olduğu öne sürülmüştür. Buna gerekçe olarak da uçakların çarpması sonucu yana yatıp etrafındaki binaların üstüne düşmek yerine bir yıkım firması tarafından kontrollü patlatma metodu ile yıkıma hazırlanmışçasına doğrudan kendi üzerlerine yıkılmaları örnek gösterilmiştir.
Fiziksel olarak mümkün kabul edilse de komplo teorisyenleri, bu konunun çeşitli şüpheleri üstüne çektiğini iddia etmektedirler. Ayrıca, binaların yıkılma hızının hemen hemen serbest düşme hızında oluşunun da şüpheleri arttırdığı söylenmektedir.
Kulelerin yıkılış şekli üzerine ciddî araştırmalar yapmış olan fizik profesörü Stephen E. Jones, toz kalıntılarında termit (alüminyum, demir oksit karışımı) kullanıldığını tespit etmiştir.
Video görüntüleri incelendiğinde güneydeki kuleye çarpan uçağın camlarının görülmediği ve United Airlines logosunun olmadığı, bu uçağın ABD Ordusu’nda kullanılan Boeing 767 tipi yakıt ikmâl uçağı olduğu öne sürülmüştür.
Motorlarının ise Boeing 767 tipi yolcu uçağına ait olmadığı, sebep olarak da 767’lerin motor çapının üç metre, görüntüdeki uçağın motorlarının ise daha küçük olduğu ileri sürülmüştür.
Pentagon’a çarpan uçakla alakalı olarak şunlar ileri sürülmüştür:Washington, DC’de Pentagon binasına çarpan uçak sonucunda oluşan hasarın etkilediği alan, bir uçağın çarpması sonucu oluşamayacak kadar küçüktür.
Ayrıca Pentagon’a çarpan uçağın çarpma anını gösteren görüntülerinin bulunmaması, binaya bir füze atıldığı konusunda teorilere neden olmuştur.
Çarpışmanın olduğu Pentagon binasının hemen önündeki benzincinin olayı çok net bir şekilde görüntüleyebilen güvenlik kameralarına sahip olduğu, fakat olaydan 10 dakika sonra benzincinin güvenlik kayıtlarının siyah takım elbiseli, ABD istihbaratından olduğu öne sürülen kişilerce alındığı söylenmiş ve ABD hükûmeti bunu kabul etmiştir. ABD hükûmeti, kayıtlardan sadece patlamanın olduğu âna ait bir kareyi göstermiştir.
Pentagon binasına ABD hükûmeti tarafından çarptığı söylenen uçağın modeli ile olay yerinde bulunan uçak parçalarının modelinin birbirini tutmadığı ortaya çıkmış, parçaların sanki bir kamyonla rastgele boşaltılmış gibi durduğu gözlemlenmiştir.
Saldırıdan önce Pentagon binası çevresinde bir Apache saldırı helikopterinin görüldüğü görgü tanıklarınca doğrulanmıştır.Pentagon binasına çarpan uçağın kanatlarının binada hiçbir hasar bırakmadığı dikkatlerden kaçmamıştır.
İç içe beş binadan oluşan Pentagon binasının ilk yapısını delen uçak, ikinci yapıda sadece bir yuvarlak şeklinde bir hasar bırakmıştır. Aynı şekilde ilk yapıda da buna benzer bir şekil oluşmuştur.
Hazırlıklarının yıllar sürdüğü ve yüzlerce kişinin fiilen katkıda bulunduğu tahmin edilen böylesine geniş çaplı bir terör saldırısının Dünya’nın en büyük istihbarat ağına sahip Amerika Birleşik Devletleri tarafından fark edilememesi ve engellenememesi de şüpheleri arttırmıştır.
***
ABD nin Afganistanı işgal Savaşı, 2001 Ekim’inin 7. gününde başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri tarafından 11 Eylül saldırıları gerekçesi ile yapılmıştır. ABD Başkanı George W. Bush’un "terörle mücadele" politikası kapsamında yaptığı bir savaştır. Harekât Usame bin Ladin’in yakalanmasına değin sürecekti.
Aynı zamanda Taliban ve diğer Taliban yandaşı güçlerin ortadan kaldırılması ile harekât sona erecekti. Böylelikle Afganistan’da iç güvenlik sağlanmış olacaktı.ABD ve Birleşik Krallık önce hava bombardımanı daha sonra da takviye güçlerle beraber Afganistan’a asker indirdi. 2002’de Amerikan ve İngiliz askerleri Kuzey İttifakı ile savaşa katıldı.
Daha sonra gerginlikler üzerine NATO güçleri (Koalisyon güçleri) Afganistan’a asker indirdiler. Daha sonra Amerikan hükûmeti kalıcı barışı sağlamak amacı ile bölgede asker bulundurup varlıklarını hissettireceklerini açıkladı.
Başlangıçtaki atak Taliban’ı güçten düşürdü, fakat Taliban kuvvetleri yeniden toparlandılar.Savaşın amacı olan El-Kaide’nin hareketlerini kısıtlamak, tam olarak başarıldı denemez.
2006’dan bu yana artan Taliban kaynaklı isyancı hareketler, gelişen yasa dışı uyuşturucu üretimi ve zayıf yönetimin Kabil’in dışındaki kısıtlı kontrolü dolayısıyla Afganistan’ın istikrarı tehlikede görülmektedir.
27 Mayıs 2014 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama, ABD birliklerinin savaş misyonunun yıl sonuna kadar sona ereceğini duyurdu.
Geriye ise 9,800 kişilik bir grup kalacaktı ve Afgan güçlerini eğitecek, danışmanlık verecek fakat 2015 tarihinden itibaren koalisyon güçleri kara çarpışmalarına katılmayacaktı.
Obama ayrıca 2016 yılı sonuna kadar tüm Amerikan birliklerinin ülkeden çekileceğini duyurmuştu ancak ABD başkanlığı değişip yeni başkan Donald Trump olunca bu plan 2019 yılının sonlarına kadar rafa kalktı.
ABD ve Taliban 2020’nin Ocak ayında Katar’ın başkenti Doha’da bir araya gelerek Doha Anlaşmasını imzalayarak ABD askerlerinin 1 Mayıs 2021 tarihine kadar ülkeyi terk etmesi üzerine anlaşıldı.
Trump, Amerikan askerlerinin Noel’e kadar Afganistan’ı terk edeceğini söyledi ancak bu gerçekleşmedi. ABD’de seçimler yaklaşırken askerlerin ayrılması seçim sonrasına kaldı.
Trump’ın ardından iktidar yine Demokratların eline geçti ve seçim sonrasına kalan Afganistan’dan çekilme politikası Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte kademeli şekilde başladı ve bu geri çekilme ile Taliban saldırısı başladı.
Taliban, beş gün içerisinde 15 Ağustos 2021’de Kabil’e girdi.Ertesi gün Taliban, Afganistan İslam Emirliği’ni ilan etti. Böylece 20 yılın ardından Afganistan’da tekrar Taliban dönemi başlamış oldu.
ABD, ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane ederek Bin Ladin’e karşı harekât düzenlemek amacıyla 2001’de Afganistan’a girmişti.
ABD 2001 yılından beri Afganistan’da. Bundan önceki tarihlere baktığımızda ABD ve CIA’nın, Ruslara karşı Bin Ladin’e yardım ettiklerini görmekteyiz. Buna rağmen ABD, Ruslara karşı Afganistan’ın kazanmasının ardından Ladin’in ya da Taliban’ın kuracağı hükümete sıcak bakmadı.
Sonrasında da malum ikiz kuleler olayı ve faturanın Ladin’e kesilmesinin ardından 2001 Abd nin Afganistanı işgali geldi.
Öncelikle şunu söylemek lazım ki Bin Ladin’in ikiz kulelerle alakası yoktur. Ve bunu yapabilecek kapasitede de değildir.
Bin Ladin ABD tarafından eğitilen, onlara hizmet eden sonra da işi bitince infaz edilen bir kuklaydı sadece.Amerika, terörü bir yöntem olarak üretir, destekler, korur ve kullanır. Afganistan’da 2 trilyon dolar masraf yaptıklarını söylüyorlar.
2 trilyon üretim, kalkınmak, sağlık ve eğitim için harcansa bugün daha modern bir Afganistan olurdu. Unutmamak lazım ki adalet sağlanırsa Taliban zihniyeti olmaz.
Amerika dini ve etnik hassasiyetleri harekete geçir; tahrik et; silah desteği sağla; yık, böl, parçala; işbirlikçiler eliyle sömür işlet; sonra da sahibine devret emperyalist proje yürütüyor.
Suriye’de bunu açık etti. Petrol kaynaklarını kontrole aldık dedi. Milyonlarca insanın öldüğü umurunda değil ve bizler bu dönemin tanıkları olduk.
Velhasılı kelam Amerika ve Batı’nın ipi ile Afganistan’a girilmez. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi.
Ancak bölgeyi tamamen Çin, Rusya ve Batı’nın insiyatifine bırakmadan tarihi, kültürel ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda, Temel insan haklarının yerleştiği, uygar ve demokratik bir Afganistan kurulması bağlamında diplomatik, askeri, ekonomik ilişkilerimiz ve işbirliğimiz olmalıdır.
’’Peki, şimdi ne oldu da bunca sene bütün askeri gücüyle Afganistan’da bulunan ABD, birden bire çekilme kararı aldı?
Sanki birilerine yol açıyor, sanki bir şeylerin alt yapısını hazırlıyor, sanki dünyaya bir şeyler göstermeye çalışıyor.
ABD, Afganistan’dan çekilmekle bütün dünyaya "Biz burada başarılı olamadık, yapamadık, çekiliyoruz" mu demek istiyor?
Hayır! Bence bunun altında başka oyunlar var. Bu hususa özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum ABD Afganistan’ı asla terk etmez. Afganistan ABD’nin arka bahçesidir. CIA’nın esrar ve kaçakçılıktan ülkeye soktuğu milyon dolarların elde edildiği bir arka bahçedir. ABD bunu kaybetmek istemez.
Ancak neden birden bire ABD buradan çekilme kararı alıyor. Acaba bu bahçeyi başka bir yere taşımış olabilir mi?
Evet, bu mümkün, seçeneklerden biri bu olabilir.
Ancak gelelim asıl konuya, ABD’nin buradan çekilmekle asıl büyük oyununa. ABD Afganistan’dan çekildiği anda yerini Taliban’a bıraktı ve bütün yayın organları dünya genelinde aynı anda yayın yapmaya başladılar."Halk Taliban’dan kaçıyor, Taliban’ın zulmü, Taliban’ın uyguladığı cezalar, yasaklar vs.vs…
ABD Afganistan meselesiyle dünyaya neyi göstermek istiyor biliyor musunuz?
"Sizin İslam İslam dediğiniz şey var ya, şeriat dediğiniz şey var ya işte böyle bir şey, işte İslam budur, İslam bu kadar korkunçtur, İslam demek yobazlık demek, şiddet demektir, siz Müslüman mı olmak istiyorsunuz?
İşte sizin olmak istediğiniz Müslümanlık böyle bir şey, işte şeriat gelirse sizin de başınıza gelecek olan budur. İşte Müslümanların lideri böyledir. ABD’nin dünyaya vermek istediği mesaj tam olarak budur.
Avrupa’da, ABD’de İslam’ı seçen onlarca kişi oluyor. İslam’a yönelmenin önünü kesmek, İslam’a olan bakışı değiştirmek, islamofobiyi yayarak İslam ülkelerini ve Müslümanları ötekileştirmek ve nihai olarak planladıkları yeni dünya düzeninden İslam’ı ve Müslüman kimliğini tamamen yok etmek!!.
Çünkü ABD’nin gelecek planlarında, dünyayı ele geçirme planlarında karşısında durabilecek tek gerçek güç hakiki İslam’dır, Müslümanlardır.
İnsanları İslam’a karşı bilinçaltında hazırlıyorlar buna hazırlıyorlar yoksa ABD Afganistan’dan asla çekilmez, asla oradaki varlığına son vermez.
Bakın ABD Irak’tan da çıkıyorum dedi, çıktı mı?Hayır, orada şu an 7-8 bin askeri var. Trump kaç kere "Suriye’den çekiliyoruz" dedi ama askerinin sadece %25’ini çekti. Kamışlı civarına doğru güneye indirdi.
ABD asla hesabı olmadan işgal ettiği ülkeyi bırakıp çekilmez. Hele ki dediğim gibi arka bahçesinden milyonlar kazanıyorsa.
Şu anki hesapları da muhtemelen alttan alta Taliban’a yol açıp, fırsat verip, hatta besleyip sonra da dünyaya "İşte İslam budur!" demek.
Şu an Taliban’ın Afganistan’da İslam adına yaptığı şeylerin ne islamla alakası var ne de şeriatla alakası var. İslam bu değil dostlarım, gerçek Müslümanlık bu değil. Taliban’ın islamla, şeriatla en ufak bir alakası, ilgisi yok.
Bunlar İslam kasıtlı olarak bu şekilde yansıtıyorlar. Kadını cariye gibi gören, kadını eve hapseden, kadını döven, bunu Kur’an elinde, sanki Kuran’da yazıyor gibi uygulayan, cahil, dağda bayırda gezen, eliyle yemek yiyen, etten pilavdan başka bir şey bilmeyen, medeniyetsiz bir topluluk olarak göstermeye çalışıyorlar. Bunların hepsi adı İşid olsun Taliban olsun, proje oluşumlardır. Bu insanların gerçek islamla alakası yok.
Gerçek Müslümanlık Türkiye’de. Onlar bundan korkuyor. Bizler Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bizlere öğrettiği, merhamet ve adalet dini olan İslam’ı, onu en güzel şekliyle üç kıtaya yaymış olan atalarımızdan öğrenerek bu günlere geldik. İslam’ın bilim ve medeniyetle barışık olduğunu biz atalarımızdan gördük, gerçek İslam ahlak dinidir.
Fethettikleri yurtlara medeniyet, merhamet, adalet, estetik, kültür, sanat ve insanlık götüren atalarımız İslam’ı en güzel şekliyle yaşamışlardı. İşte onlar bu İslam’ın yeniden dünyaya hakim olmasından korkuyorlar.
Avrupa Birliği kendi hesaplarına göre 2050’de Avrupa’daki nüfusunun % 60 olacağını söylüyor.Bugün birçok Avrupalı ünlü İslam’ı seçiyor, bunların içinde çoğu da çekindikleri için açıklayamıyorlar, açıklayanlar da var.
İşte onların büyük korkusu gerçek İslam’ın yeryüzüne hâkim olması.Onlar da çok iyi biliyor, İslam şiddet dini değildir, korku dini değildir ama işlerine gelmiyor.’’
(3)Şehzade Orhan Osmanoğlu
***
Hiç kafanızı elinizin arasına alıp ta düşündünüz mü?O kadar dünyada müslüman var.O kadar alim var o kadar ulema var din adamı var sofi var.Tarikat ehli, münevver duası makbul insan var.İki milyara yakın dünyada müslüman var.
Dünyada kafirler müslüman ülkelerde zulüm yapıyorlar.Myammerde budistler müslümanları diri diri yakıyorlar.Afganistan’da Irak’ta Suriye’de Doğu Türkistan’da Çin’liler olmadık zulümler yapıyorlar.
Müslümanlar namaz kılıyor cuma namazında Allaha topluca dua ediyorlar.Zalimleri sen kahret Allahım diyorlar.Ama nafile dualarımız kabul olmuyor ki zalimler yine yaptıklarına devam ediyorlar.
Halbu ki müslüman alemi Abd ve Batılı ülkelere karşı birlik içerisinde olsalar ortak para birimi, ortak ordu ve ortak lider etrafında birleşseler tıpkı Osmanlı Devletinin zamanında olduğu gibi bu küffar aleminin saldırılarına dur deme imkanına kavuşup mazlumların yaralarına bir nebze çare olabilirlerdi.
Kafirler bizi İngiliz ajanı Hemper’in 1700’ lerdehatıralarında yazdığı gibi Böl-Parçala-Yönet taktiği ile 200 yıla yakın bir zamandır istediği şekilde yönetme kabiliyetine sahip bulunmaktadırlar.
Sene 1900 ler Sultan 2.Abdulhamid Dedem Devletimin başında Fransa’da Hz.Peygamber ile alakalı menfi yönde bir piyes sergilenmekte Sultan 2.Abdulhamid Han ceddim derhal bir ültümatom-Nota gönderir ve o uyun bir daha Avrupa’da oynanamaz..
Yine yıl 1900’ lerin başı Abd nin 6.Filosuna ait bir savaş gemisi Kızıldeniz açıklarında gezinirken çekilen bir ültümatom- Nota ile kaçar bir daha da oraya uğrayamaz.
Osmanlı Halifesi Sultan Abdulhamid Han ceddim 33 yıl bir tek metre kare toprak kaybetmeden Hilafetin gücüyle Ortadoğu, Balkanlar,Japonya,Hindistan ve Afganistan müslümanlarını bir arada tutar güçlü İstihbarat ağıyla dünyada kafirlere göz açtırmazdı.
Balkan ülkeleri olan Yunanistan ile Bulgaristan’ı Kiliseleri ve din adamlarını kontol altında tutar bir araya gelmemeleri için elinden geleni yapardı.
İngiliz’in 1700 lü yıllardan bil itibar 5000 ajanıyla Osmanlı Devletine tabii ülkelerde başlattığı ifsat ve kışkırtma hareketleri maalesef neticesini artık vermiştir.
Osmanlı Devletimiz içerden hainlerle dışardan Batılı ve Rusya Devletleri tarafından kuşatılmış başa gelen İttihat ve Terakki adlı Selanik’te yaşayan Dönme Sabataycı kadrolardan oluşan bir Parti geçmiş,1909 da Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu İstanbul’a Payitahta girerek sözde 31 Mart Ayaklanmasını bastırmak planını bahane ederek Sultanı Halife-i Müslimiyni tahtan indirmiş yerine İttihatçı kadrolardan oluşan Hükümet ve Meclis iş başına getirilmiştir.
On yıla varmadan 1909’ dan 1918’ kadar 24 milyon km.olan koskoca Osmanlı Vatan topraklarımız 800 bin kilometrekareye düşmüş başta Balkanlar olmak üzere her yandan anavatana göçler başlamıştır.
Yazıklar olsun bu ülkenin ekmeğini yeyip te onu arkadan hançerleyen kahpelere Sabataycı dönmelere.Hainlere yol verenlere fırsat tanıyanlara bu cennet vatanın ekmeğini yeyip te bacağına saldıran yapışan hain kadrolara..
Dışardaki alçak Batılı Devletlerle işbirliği yaparak bu ülkenin yeraltı yerüstü madenlerini peşkeş çekenlere,yıllardır yerli milli silah mühimmat yerli araba yerli uçak yapmayıp yapanlara köstek olanlara.
Yerinizde huzurla yatmayın ateşler içerisinde yanın demekten başka bir kelime bulamıyorum.Daha dünkü 2.Cihan Harbinden çıkmış Almanyası, Japonyası, Güney Koresi bize teknoloji satıyor bir yerli telefonu yapmaktan bile aciz daha düne kadar bir iğneyi dışardan ithal eden ülke durumuna düşüyoruz!!
Yerli araba Devrimi, Soba yapmaya mecbur edilen Şakir Zümreyi,Nuri Kılligil Paşa ve Beykoz’daki yerli mühimmat fabrikasının nasıl havaya uçurulduğunu ve yerli uçak yapıp İsmet İnönü’nün oğullarına, binlerce vatan gencine Yeşilköyde Gök Okulu adıyla pilotluk eğitimi veren NU-DO uçaklarının yerli yapımcısı Nuri Demirağ hayat hikayelerini mutlaka okumuş olmalısınızdır.
***
Dularımız beddualarımız neden kabul olunmuyor eskiden olduğu gibi,bu konu ile alakalı çok eskiden dinlediğim bir anektodu burada yazmak istiyorum:
Bağdat’ta gelen her Vali Bağdat halkına zulmedermiş.Tarikat ehli, zikir ehli insanlar zikir meclisinde o valiye beddua ettimi çok geçmeden vali Bağdat’ı bırakıp gitmek zorunda kalırmış.
Bir iki üç hiç biri fazla kalamamış.Neyse yine bir Vali gelmiş,ama eski Valilerden biraz akıl almış burası hakkında.
Burada maneviyatı kuvvetli ehli tasavvuf evliyadan zatlar var demişler kendisine.
Vali de kurnaz,bir o kadar da aklı şeytanlığa eren biriymiş..Öyle mi demiş,tellal çağırtmış halka,herkes yarın saraya bir sepet yumurta getirecek Valimiz istiyorlar diye.
Ne yapsın halk ne var bunda diye akıllarına bir şey gelmeden getirip vermişler..Aradan birgün geçmiş tellal çağırtmış yine pazaryerinde-Herkes gelip dün bıraktığı yumurtalarını alacak diye..
Halk emre uyup sarayın bahçesindeki sepet sepet yumurtaları alıp evine götürmüş ve afiyetle yemişler..Birkaç gün sonra bu gelen Valide halka zulüm yapmaya başlayınca hemen toplanıp bir tesbih namazı bir zikir,zikrin sonunda beddua etmişler ama Valinin neşesi yerinde ve gitmeye de niyeti yokmuş.
Bir daha bir daha ama faydası yok,Vali azdıkça azıyormuş..En sonunda aklı eren keşif ehli bir zat yapılan hatayı anlamış ve halka açıklamış.
Biz birbirimizin getirdiği sepetlerdeki yumurtaları yiyerek haram yemiş olduk bu yüzden Allah cc.duamızı kabul etmiyor demiş..
Hepsi toplanmış bir yerde birbirleriyle helaleşmişler..Ondan sonra beddua ya başlaynca o Valide kaçmış gitmiş oradan..
Dua eden de var,beddua edende var,duamızda bedduamızda acaba niye kabul edilmiyor diye düşünürken bu hikaye aklıma geldi.Çok eski bir zamanda bir hocamdan dinlemiştim.
***
HZ.PEYGAMBERİN SAV.HAYBER’DE YAHUDİLERE YAPTIĞI GİBİ ABD,İNGİLİZ,FRANSIZ TUM YAHUDİ MALINA BOYKOTA VAR MISINIZ?
Hayber kalelerine sığınan yahudiler yiyecek ve içecek stokları ile peygamber efendimizin gitmesini bekliyordu.
Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi.
Ok atsan sana geri dönüyordu. Taş atsan yetişmiyordu. Bağırsan sesin yetişmezdi. Hayber yıkılmıyordu.
Hayber fethedilmiyordu. Günlerce bekledi islam ordusu.
Ama yahudiler kalelerden çıkmıyordu. Müslümanların stoğu tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi.
Günlerce beklediler. Ama nafile! Bu uzun bekleyişten sonra peygamber efendimiz bir strateji geliştirdi.
Hurma ağaçları kesilecekti. Hayber Yahudilerinin ekonomisi birer birer kesilecekti. Servetleri devrilecekti. Gelecekleri köklerinden kazınacaktı.
Zira yahudi için para, servet, zenginlik herşeydi. Ağaçlar kesildikçe yahudiler kahroluyordu. Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı.
Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle Yahudilerin başkenti Hayberi terk edeceklerdi. Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir ağaç da sen kes!
Sen de bugün sövsen sesin yahudiye ulaşmaz! Taş atsan İsraile ulaşmaz!Ok atsan telavive yetişmez.
Ama sen de peygamber efendimizin stratejisini yapabilirsin! Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını!
Nasıl mı? Evine giren her yahudi malı bir ağaçtır. Kullandığın her yahudi malı deterjan bir ağaçtır.
İçtiğin her kola bir ağaçtır. İçtiğin her yahudi malı sular bir ağaçtır.
Kolalar, pepsiler, fantalar, damlalar, hacı şakirler, ariel matikler, Algidalar, Max, Danoneler birer ağaçtır.
Hayber savaşına katılmak istiyor musun?
Öyleyse al eline boykot baltasını kes Yahudilerin ağaçlarını!
Yerli milli Türk paramıza güvenelim.Olmadı altına yatırım yapalım,arsa ev alalım ama sterlin,dolar, euro almayalım.Aldığımız her dolar her sterlin Abd ve Batı emperyalizminin Kalesini güçlendiren ayakta tutan bir tuğladan farksızdır.
Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlaka karşılığını bulur, diyor Rabbimiz!
Allahım dünya müminin zindanıdır.Kafirin cennetidir.Kafirlerin müşriklerin görüp görecekleri yalnız bu dünyadakilerdir.Elbette bu kafirler sen müsaade etmesen bize bu zulmü yapamazlar.
Bizleri sen koru.Bu dünyadan imanla Kuranla ahirete giden kullarından eyle.
Ahirette büyük hesaplaşma var.Bu kefereler cehennemde sonu olmayan alemde yanacaklar ebedi olarak.Görüp görecekleri her şey bu dünyada bu kadar olacak.
Yazıklar olsun Veyl olsun zalimlere.Zalimleri sen kahhar ismi şerifin hürmetine kahreyle Allahım.Islahları mümkün olanları sen ıslah eyle.Onların nesillerinden İslamla şerefyap olanlara sen hidayet eyle Allahım.
Bedduam kafirlerden küfürlerinde samimi olup dönmesi kabil olmayanlara,masum çocuklara masum insanlar değil elbette.
Sen bizi bize bırakma Allahım.Bize sahip gönder.Kafirlerin belini kır.Onların üzerine tarihte Kabeyi yıkmaya gelen Yemen Kralı Ebrehe’nin Fil Orduları üzerine yolladığın Ebabil tayyarelerini yolla .
Dünyadaki saltanatlarını Karun’un,Firavunların saltanatlarını yok edip te Hz. Musayı aziz eylediğin gibi yık müslümanları aziz eyle.
Müslümanlar üzerine oyun oynayanların oyunlarını kendi başlarına çevir Ya Rabbi.Sen oyun kuranların en ziyade oyun kuranı plan yapanların en güzel plan yapanısın elbette.
Allahım cc. sana sığınıyor ancak Senden yardım istiyoruz.Mohaçta,Çaldıranda,Plevnede,Malazgirtte Çanakkalede bize verdiğin nusreti yine ver küffarı zelil bizleri aziz ve zafer sahibi kıl Allahım.
KAYNAKÇA:
1.Türkiye .Diyanet .Vakfı İslam Ansiklopedisi.
2.Anadolu Ajansı.
3.Şehzade Orhan Osmanoğlu
23.08.2021//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.