İDEOLOJİLER NASIL ALGILANMALI?
Adı her ne olursa olsun, ideoloji demek, bir çeşit "malzeme" demektir aslında. Toplumun içinden iç dinamiklerin etkisiyle kendiliğinden açığa çıkabilir, ithal edilebilir ya da devlet idaresinde örtülü ve açık halde bulunan elit bir zümre tarafından; zaman zaman gerçekten devletin, zaman zaman nefslerinin ve resmileştirdikleri kendi ideolojilerinin çıkarlarını korumak adına tozlu raflardan indirilip dolaşıma sokulabilir. Vazifesini görüp miadını tamamladığında ise imha edilebilir ya da sonradan ihtiyaç duyulması ihtimaline karşı uzunca bir tadilat sürecine de alınabilir. Bazen bu döngü uluslarası bir boyutta da tezahür eder. Kimi devletler kontrol altına almak ya da ortadan kaldırmak istedikleri ülkeleri içten yıpratmak adına ideolojik çatıştırma yöntemleri uygulayabilirler.
Kendiliğinden de oluşsa, ithal de edilse, birilerince dolaşıma da sokulsa süreç bütününde hemen herşey halkın iradesi dışındadır. Mantık kılıfına uydurulmuş düşünce parçacıkları, sloganlar, duygu tetikleyici zerreler -kimi zaman subliminal yöntemlerle- ufak ufak servis edilir. Bazen dayatma, bazen de tercih hakkı sunma şeklinde yönlendirmeler oluşur. Birbirini tamamlayıcı ve pekiştirici fikir, duygu, inanç, söylem ve eylem kısır döngüleri meydana gelir ve bir kesim halk maruz kaldığı haksızlığın, yoksulluğun ve zulmün bahse konu ideolojinin hakimiyeti ile son bulacağı, diğer bir kesim ise başka bir ideoloji ile bunun mümkün olacağı zannına kapılmaya başlar. Önce düşünceler ve inançlar kutuplaşır, sonra söylemler ve en son eylemler... 80 darbesi öncesinde yaşananları bu minvalde değerlendirebiliriz.
İdeolojiler kötüdür, gereksizdir demiyorum elbette. Toplumların uzun yıllarına mal olan sorun, ideolojilerin araç olmaktan çıkarılıp amaç haline getirilmesi ve cümle problemlerin inanılan ideoloji ile çözüleceği yanılgısına düşülmesidir. Zira teorik açıdan mantık dairesinde görünen hiçbir ideoloji, pratik sahada tam anlamıyla ve bütün ülkeyi tatmin edecek şekilde sonuçlar doğurmaz. Ve doğmayan her sonuç, karşısında bir "zıt" kitle oluşturur. Bazen de öyle bir durum söz konusudur ki; resmi hale getirilen ideoloji halkın bünyesiyle uyum sağlamaz. Ya bol gelir, ya dar... Türkiye’deki gelenekçi-yenilikçi çatışmasını bu duruma örnek gösterebiliriz.
İdeoloji dediğimiz şey inanç ve zandır bir bakıma. Bilimsel açıdan somut olarak ispatlanamayacakları gibi, genellenemezler de. Fertler gibi toplumların da kişilikleri vardır çünkü. Yerli, kısmen ya da tamamen ithal ideolojilerin bir topluma tatbiki neticesinde ne gibi sonuçlar doğuracağını önceden bütünüyle kestirmek imkansızdır. Bu noktadan bakıldığında "amaç" değil, "araç" olarak benimsenmesi akla daha yatkındır.
Devlet için hadi neyse ama vatanını ve milletini sevmek iddiasında olan bir bireyin; günlük hayatındaki başarısına, üretkenliğine ve dahi kâmil bir insan olmasına katkı sağlamayan ideoloji kavramına esir düşüp varlığını ona vakfetmesi ve kendisini onun üzerinden tanımlaması ancak, bütünü göremeyerek lokal örnekler üzerinden düşünüyor ve inanıyor oluşu ile açıklanabilir. Günlük hayatı düzenleyen, ânı şekillendiren, bireyi hayatın gerçekliği ile yüzleştirebilen bir ideoloji var mı, bilmiyorum. Hangi ideoloji hayatın gerçekliği ve çağın gereklilikleri ile tam olarak örtüşür? Herkes kendi ideolojisinin örtüştüğü iddiasında olacaktır. Öyle olmasa savunma ihtiyacı duymazdı kimse.
Peki ideolojinin araçlıktan çıkıp amaç haline gelmemesi için ne yapmak lazım? Bu sorunun cevabı bilgi, fikir, inanç, söylem ve eylem arasındaki ilişkiyi anlamakta gizli. Dış dünyadan gelen bilginin yorumlanarak özgünlük kazanması fikirdir. Fikrin sürekli tekrar edilmesi neticesinde, bilinçaltında inanç kalıpları oluşmaya başlar. Oluşan bu kalıplar kişinin söylemlerini, söylemleri ise eylemlerini tetikler. (Aldığı ideolojik eğitim neticesinde canlı bomba olan teröristin geçtiği aşamalar da aşağı yukarı bu şekildedir.) Eylemler başa dönüp oluşmuş fikrin ve inançların pekişmesini sağlar ve bu kısır döngü sürer gider.
Eğer dış dünyadan gelen ideolojik bilgi, fikir aşamasında kalıp pekişmiş bir inanca dönüşmezse amaçlaşmaz ve araç olarak kalır. Bu biraz da kişinin kendini, insanları, hayatı ve dünyayı ne derece gerçekçi değerlendirebildiğiyle doğru orantılıdır. Gerçekçi düşünebilen insan; ideolojiden alması gerekeni, onun kendisine fayda sağlayacak kısmını alır ve kalanını kenara bırakır. İnanmaz ona. Partizanlık yapmaz. Körü körüneliğe düşmez. Dolayısı ile söylemsel ve eylemsel anlamda çatışacağı bir kitle de oluşmaz karşısında. Toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın önlenmesine birey ancak bu şekilde katkıda bulunabilir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.