- 290 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dağ Eteği ve Ova
DAĞ ETEĞİ VE OVA
Önce düncel
Ben göl çocuğuyum. Yüzmeyi ne zaman, hangi yaşta öğrendim hatırlamıyorum bile. Yüzmek bana göre, yürümek veya nefes almak gibi doğal bir şeydi çocukluğumda. Babam, yürümeye başladığım çağlarda göl kıyısındaki tarlamızda sebze yetiştirirmiş. Sıcaktan bunalınca beni de alıp göle girer, “ayaklarını salla, ellerini çırp, gözlerini aç, ağzını kapa,” diye diye yüzmeyi öğretmiş.
Köyümüzün yaklaşık bir kilometre aşağısında İznik Gölü vardır. Bu göl yaz sıcağında, aheste hareket eden parçalı beyaz bulutların ve insanı miskinleştiren parlak güneşin altında sessiz ve sakin bir hâlde parıl parıl parıldar ve kendisine uzaktan bakanlara âdeta “Gir koynuma, söndüreyim ateşini,” der.
İlkokul üçüncü sınıftan itibaren bu çağrıya uydum tabii. Mahallemdeki yaşıtım olan birkaç arkadaşımla hemen hemen her gün ailemizden habersiz göle giderdik. Hem de koşa koşa… Maksadımız yarım saat kadar yüzdükten sonra köye dönmek, göle girdiğimizi kimseye çaktırmamak ve “Neredeydin?” diye soran olursa “Falanca mahallede top oynuyorduk, filanca bahçeye gidip üzüm yedik,” gibi mantıklı cevaplar verebilmekti. Yanımızda iyi yüzücü bir büyüğümüz olmadan göle girmek yasaktı çünkü.
Göl kaçamaklarımızda bazen ipin ucu kaçardı tabii. Yarım saatliğine girdiğimiz gölde yüzme yarışı yaparken, su içinde itişip kakışarak güreşirken zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz, iki üç saat sonra aklımız başımıza gelirdi. Apar topar giyinip de köye doğru isteksiz fakat koşar adımlarla yol alırken ailemize ne diyeceğimizi kara kara düşünürdük; dil yalan söylerdi ama kıpkırmızı olan burnumuz ve kan çanağı gözlerimiz gerçeğin ne olduğunu âdeta haykırıyordu.
Biz göl kaçkınları “köy ve göl” sohbetlerimizde “Orhangazi halkını geri zekâlı,” ilan ederdik. Öyle ya; Orhangazi ilçesi, İznik Gölü’ne üç dört kilometre uzakta, dağ eteğinde kurulmuştu. Orhangazi’ye bağlı gölün kuzeyindeki köyler; sırasıyla Ortaköy, Yeniköy, Üreğil, Çakırlı ve son olarak köyümüz Keramet de dağ eteğindeydi. Hepsi de bir veya birkaç kilometre uzaktı göle. Göl kıyısında kurulmuş olsalardı biz çocuklar kaşla göz arasında kaçamak yapar, karabataklar gibi her gün beş altı defa göle girer çıkardık.
En önemli sorun ise sebze yetiştirdiğimiz tarlaların köye uzak, göle yakın oluşuydu. Zavallı köylüler bahar ve yaz aylarında erkenden uyanırlar; eşeklere küfeleri sardıktan sonra çulu sepeti, kazmayı küreği, çıkını testiyi küfelere doldururlar; dar ve tozlu patikalarda en az yarım saat süren yolculuktan sonra tarlaya ulaşırlardı. Akşamleyin küfeler, hayvanlar için toplanan otlarla ve mutfak için toplanan sebzelerle tıka basa dolar ve aynı çileli yolculuk bir daha tekrarlanırdı.
Atalarımız yerleşim yeri olarak niçin dağ eteğini seçmişlerdi bir türlü anlayamıyor, kendi kendime “aptallık” olarak yorumluyordum.
Çocukluğumun Orhangazi ve köylerinden ibaret küçük dünyası çabucak sona erdi. Bursa’yı gördüm; dağ eteğinde… Ve daha nice köyler, kasabalar, kentler gördüm hepsi de dağ eteğinde.
Çocukluğumda köyde Cuma namazlarına gittiğimde imamın “Allah köyümüzü sel felaketinden korusun,” duasına anlam veremezdim. Sel felaketi de neydi? Böyle bir şey mümkün müydü? Bence mümkün değildi çünkü köyümüz düz ovadan uzakta, kaplumbağa sırtı gibi bir yerde kurulmuştu ve ayrıca köyümüzün doğusunda ve batısında, meskûn mahal dışında dört beş tane dere vardı. Yağmur ne kadar yağarsa yağsın bu dereler köyümüzü korurdu.
Şimdi de güncel
Malumunuz üzere geçtiğimiz günlerde Bozkurt ve Ayancık ilçelerimiz sel nedeniyle yerle bir oldu, ekonomik kayıplar bir yana seksen civarında vatandaşımız vefat etti. Tv ekranlarından izlediğimiz sel baskınlarının ne büyük felaket olduğunu milletçe gördük ve idrak ettik. Orhangazi’yi ve yazımın başında sıraladığım köyleri kuran atalarımızdan onlara geri zekâlı dediğim için özür diliyorum. Affedeceklerine eminim çünkü çocuktum, akılsızdım; bilgim görgüm az ve ufkum dardı.
Atalarımız sadece sel nedeniyle mi dağ eteklerini seçmişler? Elbette ki hayır! Fakültede bir tarih profesörünün mealen “Eski Türkler çadırlarını ve evlerini dağ eteğinde kurarlardı; çünkü düşman dağdan değil ovadan gelirdi. Böyle yaparak arkalarını sağlama almış olurlardı,” dediğini hatırlıyorum. Yine tv ekranlarında izlediğim bir sismoloji (deprem bilimci) profesörü “Dikkat edin, tarihî şehirlerimiz ovalarda değil, dağ eteklerinde kurulmuştur. Niçin? Elbette ki depremden korunmak için,” demişti. Ziraat mühendisleri ise “Türkler ovalardan azami yararlanabilmek için konutlarını dağ eteklerine yapmışlardır,” diyor.
Son söz:
“Ne o ne bu… Bence hepsi. Atalarımız selden, depremden, düşmandan korunmak ve ovaları en verimli şekilde kullanmak amacıyla köylerini, kentlerini dağ eteklerine kurmuşlardır.”
İlgililerin ibret ve tedbir alması dileğiyle kalın sağlıcakla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.