- 756 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
885 - ŞİZOFREN
Onur BİLGE
“Şizofren bir yakınımız var. Devamlı kulağına konuşulup, komut verildiğini söylüyor. Benim hanımın kardeşi... "Namaz kıl!.. Bu ayetin burasını böyle okuma, böyle oku! Zikir yap! Şunu yap, bunu yapma!" falan diyorlarmış. “Sonunda bana namazı bıraktırttılar. Şimdi de emirler yağdırıyorlar: "Kalk, otur, git, gel, al, ver!.." diyorlar." diye yakınıyor.
Hani burada bir sandalye kırılmıştı ya... İhsan düşmüştü. O gün Gülay bizdeydi. Eşimin Bursa’da içine düştüğü yalnızlığı, can sıkıntısını ve evladından uzak kalışının acısını paylaşmak için gelmişti.
Onun durumunu tekrar konuştuk. Bildiğim rehber şahsiyetlerden birine telefon ettim. Durumu anlattım. Ne yapmamız gerektiğini sordum. Sabah ve akşam birer Ayet el Kürsü, onlar konuşmaya başladıkları zaman, Felak ve Nas surelerini okumasını, her gün bir tespih de Euzü Besmele çekmesini tavsiye etti. “Bu illetten kurtulması için bir şeyler yapabilir misiniz?” diye sordum.
“Onlara yüz vermesin! Onları düşünmesi, beyin gücüyle davet etmesi demektir. Emirlerini tatbik etmesin! Onlara rağbet etmesin! Vesvese verirler. Delirtinceye kadar uğraşırlar ve bundan büyük zevk alırlar! Bahsettiğiniz olay, bizimle alakalı değil. Biz o işlerle uğraşmayız. Bu işlerden anlayan birini bulmalısınız. Böyle şeylerle meşgul olanlar da vardır ama zamanımızda tersine ilim sahibi kalmadı gibi bir şey... Cincilerden uzak durun! Sizi Allah’la aldatmasınlar! Kimseye para kaptırmayın!” dedi.
Eşim onu hastaneye götürdü. Bazı ilaçlarla döndüler. Günde üç tane alması gereken ilaçtan bir tane alınca biraz rahatlattığını, konuşmaların devam ettiğini ama artık alıştığını söyledi. O ikisi çarşıya pazara, parka falan gidiyorlar. Eşim, onun fazla düşünmemesi için çalışıyor. Düşünceye daldığını hissettiği anda ona bir şeyler söylüyor, derinlere dalmasını ve o fısıldayanları duymasını engelliyor. O da bu şekilde kendisine bir iş edinmiş oldu. Şu anda ikisi de öncekinden mutlu...”
“Nasıl bir insan? Ailesi, çoluğu çocuğu var mı?”
“Çok iyi bir insan... Yapayalnız. Ailesi, eşi var. İki kızına, dua ede ede üniversite kazandırdı. Birisi bitirdi, veteriner oldu. Diğeri eczacı olacak İnşallah! Kocası yurt dışında..."
"Neden olmuş bu? Önceden de bir şeyler varmıştır mutlaka. Aniden olmaz. Yani nasıl ortaya çıkmış?"
“Söylediğine göre, bir gün bir komşusuyla kavga etmiş. O zaman çok sinirlenmiş. Onun için olmuş. Belki de vardı da o zaman ortaya çıktı. Aileden geliyor da olabilir. Annesinde de benzer rahatsızlıklar vardı. Kocasından uzakta oluşunun da dahli vardır. Hasret bir yandan yalnızlık bir yandan... Yalnız insan ne yapar? Kendini dinlemiş, kurmuş durmuş demek ki! Epeydir kendisini eve kapatmış, dünyadan elini eteğini çekmişti.”
“Benim yanıma gelen talebelerden biri vardı. Bu kızın annesi ölmüş. Babası evlenmiş, onu evden uzaklaştırmış. Para yardımı falan da yapmamış. Kız Ankara’ya, teyzesinin evine gitmiş. Orada da rahat huzur bulamamış. Bir ara sokakta, aç kalmış. O kadar açmış ki yürümeye mecali kalmamış. Kaldırımın kenarına oturmuş. “Kim alırsa alsın götürsün beni! Belki karnımı doyurur.” diyormuş. O raddeye gelmiş ama dayanacak gücü kalmamış artık. Açlıktan gözleri kararıyor, bilinci gidip geliyormuş. Yorgunluktan ve uykusuzluktan gözleri kayıyormuş. Onu Antalyalı bir genç görmüş. Ona sahip çıkmış. Evlerine götürmüş. Annesine teslim etmiş. Durumunu anlatmış. Ondan yardım istemiş. Kadın onu doyurmuş. Elbiselerinden vermiş, banyoya sokmuş. Yıkanıp giyinip çıkınca: “Yat uyu, dinlen şimdi!” demiş. Ne güzel insanlarımız var! Bu insanlık bizim ülkemize has özelliklerden... Orada onu muhafaza etmişler. Bir iş bulmuşlar. Çalışmaya başlamış. Kendi ayaklarının üstünde duruncaya kadar bırakmamışlar. Sonra da bir nasibi çıkmış. Evlenmiş. Onunla Antalya’da tanıştık. Dükkânıma gelmişti. Yanında oğlu vardı. Üç yaşında kadardı. Kocası orman memuruymuş. Antalya’ya tatile gelmişler. Neler oluyor hayatta!”
“Sorumsuz anne babalar, acımasız akrabalar, iyi kalpli insanlar, bu arada fırsat düşkünleri de var! İyi ki kötü niyetli birinin eline düşmemiş garip!”
“Allah korumuş!”
“Allah, üstümüzden elini bir an çekse helak oluruz!”
“Ne yapacaksın şimdi? Baldızının durumu ne olacak? Ona nasıl yardımcı olunabilir?”
“Bilmem ki azizim! Onlara aldırmamasını söylüyorum. Bir ara da eşi geldi gitti. Her yıl tatile gelir. Çok para kazanıyor, iyi birikim yapıyor. Ona da çok para veriyor. Parayla halledilecek şey değil!”
“Kocasını kıskanıyor da olabilir. İçine atar. Kimseye belli etmez. İçi içini yer! Sonra da kafayı yer!”
“Olabilir. Çok konuşkan biri değildir. Uzun süre evde yalnız kaldı. Fazla düşündü. Günü yaşayacağına dünü deşti durdu. Dikiz aynasından gözünü ayırmadı. Önüne bakmadığı için kaza yaptı! Ondan oldu gibime geliyor.”
“Çok para kazanma amacıyla bir işe girişenlerde, çok çalışıp çok önemli yerlere gelmeye uğraşanlarda, emeklemeden koşmaya çalışanlarda da benzer rahatsızlıklar olduğunu duymuştum. Büyük ümitlerle gidip de eli boş dönenlerde de olurmuş böyle şeyler. Büyük beklentiler içine girmek doğru değil. Elindekiyle yetinmek, onun yokluğunu düşünüp, varlığına şükretmek mutluluk getirir. Aksi ise hayal kırıklığına sebep olur. Benim bahsettiğim kız da barakalarda, tavuk kümeslerinde kalmış. Bir parça ekmek için elin eline bakmış! Neler ummuş ne bulmuş hayattan! ”
“Bizimkiler de evliliklerinin ilk yıllarında bir ara her şeylerini kaybettiler. İş bulmak için başka şehirlere gittiler. O pansiyondan o pansiyona epeyce süründüler. O sıralarda arka arkaya çocukları oldu. Onlarla çalışmaları da bütçelerini ayarlamaları zorlaştı. İşsizlik had safhadaydı zaten. Kocası Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Sanırım yokluğun da payı var bunda. Kadıncağız kendisini dine verdi. İbadetle, duayla her şeyin düzeleceğini sandı. Bir şeyler düzeldi şüphesiz. Duanın da ibadetin de çok yararı olmuştur mutlaka ama kocası da çocukları da çalışarak aştılar engellerini. O, tespih böceği gibi kapandı. İpek böceğinin ördüğü ağ gibi bir ağ örmeye başladı düşüncelerden. O ağın içinde kaldı! Sonunda kafatasına hapsolan beyin gibi hapsetti ruhunu. Çünkü beyninin içinden başka oyun alanı kalmamıştı.”
"Maddi ya da manevi kayıpları büyük olanlarda da rastlanırmış. Kalıtsal da olurmuş."
"Ben de büyük bir servet kaybettim. Aynı anneden doğmalar ama benim hanımımda böyle bir rahatsızlık olmadı. Kendime pay çıkarmış gibi olacağım belki ama hakikat bu! Paramız malımız mülkümüz gitmiş olsa bile biz bir yere gitmemiştik. O bana güvenerek yola çıkmıştı. Ben de onu pişman etmedim. Rızkı Allah verir. Azaltır da çoğaltır da, zaman zaman keser de... Her şekilde dener. Varlıkta: "Verecek mi ? Ne kadar verecek? Nerden geldiğini bilecek mi? Hamd edecek mi?" diye. Yoklukta da dener. "Sabredecek mi? Katlanacak mı? Nasıl ve nereye kadar? İsyan edecek mi?" diye. İnsan asıl ne zaman biter, bilir misin azizim? Dayanağı kalmadığı zaman! İyi günde kötü günde biz hep dayanak olduk birbirimize."
"Bence bu rahatsızlığın tek ana sebebi çaresizlik!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 885
YORUMLAR
Onur BİLGE
İsabella
Çok dinledikçe derinlere gidiyor, gidince de geri gelip o derinlikten çıkamıyor.
Bugün şunu düşündüm insan depresyona girmeyi kendi istiyor. Yoruldukça, kendini yetersiz hissettikçe ve bu duygulardan çıkmak istemedikçe bir boşluğa sürükleniyor kendi kendine.
İnsan kalbi kuş gibi, ne çok sıkmak ne de çok açık bırakmak gerekir avuç içini.
İyi olmasına sevindim hastanın.
Selamlarımla.