Can Çıkar Huy Çıkmaz
Hasta olupta pilim bitti dediğim an… Artık yazmayacağım, artık hayal kurmayacağım, artık yiyip içmeyeceğim… Belkide ne çok şeyi düşünmüş ve çaresizliğin uçurumundan aşağıya an ve an hızımda artarak düşmeye başlamışımdır. Hastalık, düşünmek için insana zaman verir. Aklına gelmeyen ne varsa, ihmal ettiğim ne varsa çıldırmış gibi ortaya çıkıp beni rahatsız etti… Belki aklıma gelse de detaylı bir şekilde düşünmediğim ölüm mü geliyor sorusu çığlıklarımla odayı çınlattı. Hani ölmek kötü mü ki? Zaten öleceğiz ve Mevlaya kavuşacağız ama yinede de gizemli ve bilinmezlik ister istemez rahatsız etti o anlarda…
Ölümü düşünmek ve istikbalin başka bir dünya olduğunu düşünmek, sorgulamak… Ancak hasta olduğumuz da mı hissetmeliyiz ki? Yaşadığımız dünyanın emanet olduğunu, evlada, eşe, anaya, babaya, dostlara ve dahası biriktirdiğimiz ve kıyamadığımız ne varsa veda edeceğimiz, hatta bazısına veda bile edemeyeceğimiz… Aklımıza bile gelmez. Gelse de Fatih’in İstanbul surlarını döven topları gibi döve döve kovalamak ve zafer kazanmayı marifet biliriz. Aman doktor, canım doktor diyerek bir reçete yazmasını ister ve hastalıktan kurtulmak için kapı kapı dolaşırız. İyileşince de normal yaşama ışık hızıyla döneriz.
Alışkanlıklarımız devam eder şifadan sonra… Hastalıktan kurtulursam eğer şunları bunları yapacağımı dediğimiz her şey sizin yerinize mezara gömülür. Hayat bir döngüdür ya ne kadar bu hayat devam eder desekte yine hasta oluruz. Ölüpte sevenini gömenin üstüne yıllara sonra kendisinin de gömülmesi gibi. Sonuçta sevenler kavuşur, hastalıkta Rabbini düşünen ve imdat eden gibi.. Hastalık insanı Rabbine yaklaştırır. Aynı zamanda şifanın kimden geldiği ve canı kimin aldığı bilinir ya! Ne yazık ki bu kısa sürer… Can çıkar huy çıkmaz işte.
Leyla’nın başka aşka düşüp, Mecnun çöllere düşer gibi… O çöller ki, ne suyu vardır, ne yeşilliği, ne binaları ne de yaşar içinde insanları… Ipıssızdır… İnsan Allah’tan uzak yaşadığında aslında çölde yaşar. Kalabalığın içinde yalnız olmadığını düşünür. Eğlencenin içinde mutlu olduğunu hisseder. Övgülerin içinde neymişim der. Unutur gerçek aşkı ve mutluluğunu, Leyla gibi…
Keşke insan hasta olmadan aşkını yaşatabilseydi… Onu anmak için, ona sadakatini göstermek için gayretli olsaydı. Sonsuz aşk yaşardı. Arabesk aşk bu yüzden Müslüman toplumun kaderi. Başka dinlerde ve kültürlerde böyle aşklara rastlanmaz. Onlarda aşk bir geceliktir. Alan memnun veren memnun, kalbi acıtmaz, gerçekçidir. Aşk yoksa ayrılık vardır. Kimse gönül koymaz. Ölünce de cenaze töreni bir kokteyl gibi olur. Karalar bağlanır. Onlara göre dünyadır yaşanması gereken, aşkta bu dünyaya aittir. Bu dünyada yaşanır öbür dünyaya taşınmaz. Hani Müslüman onların yaşantısına özense, işte onun bu küçük kıyameti olur. Bu riyakar yaşantısı onu hasta eder. Hastalıksa rahmettir, uyarıdır… Uyarıya kulak verene ne mutlu, aşkına sadık kalanlara da…
Mevlana’nın Şeb-i Aruz günü dediği gibi, “Arkamdan sakın ağlamayın, hatta davul zurna çalın eğlenin. Çünkü bugün düğün gecem… Öyle güzel bir yere gidiyorum ki…” Diyenlerden olmayı Mevla bize nasip etsin inşallah.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
bir öz veri adeta yaşamak ve yaşatmak duyguları.
ölümse sıklıkla sorgulanması gereken bir o kadar karamsarlığa düşüren ama inanan insan için yazının sonunda da vurguladığız gib, insanın düğün gecesi iken.
tasvirler.
betimlemeler.
hayatın iz düşümü iken hayaller bazense gölgeler ama olması gereken gerçekçi bir gözle bakıp gerçeği resmetmek
selam ve dua ile ağabeyim