- 433 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
-DÜŞÜNCE DÜNYAMIZA MİNİMAL BİR DOKUNUŞ MU?-
İlk bakışta 1970 senesinde basılan bu tarz bir eserin içeriği devrine göre bir anlam taşır. Bugün artık neye lazım denip geçilir. Halbuki, gerçek bunun tam tersi de olamaz mı? Dünden bugüne, bugünden yarına uzanan bir çizgide, tutarlı biçimde yürümenin taşlarını döşüyor da olamaz mı söz gelimi?
Açıktır ki, dogmatizmin siyasal, kültürel, düşünsel alanlarda hakim olduğu bir dönemde, döneminin koşul ve dayatmalarını sorgulayan, giderek aşan denemeler hem bir İzmir çocuğu uyanıklığı hem de erken çağında batı dünyasını görmüş, gözlemiş deneyimli bir kaptanın seyir defteridir bu.
Beraberinde yaşamının iç ve dış dinamikleri, hemen tüm yazarlık yaşamı boyunca komprador alafrangalığı, Levanten burjuvazi kavramsallığı bağlamında da kendini gösterecektir.
Kuşkusuz günümüzde yayın hayatında yer alanı 1976 yılında yayınlanan genişletilmiş baskı. Hem ülkemizden hem dünyadan örneklerle devrin dogmatik sol eğilimlerine sağlam itirazlar karşımızda. Sovyet Rusyanın demir perde gerisi niteliğiyle henüz etkinliğini sürdürdüğü bir dönemde sosyalizm ile Sovyet Bolşevizmini kesin çizgilerle ayırmakta yazar. Devrin kimi çevrelerdeki yaygın kanısının aksine, Rusyanın çıkarlarının, sıcak denizlere inmek emellerinin sosyalist sistemde hiç değişmediğinin farkında bir sosyalist aydın var arka planda.
Hani ulusal sosyalizm, hani her ülkenin kendi özgün sosyalist sentezi diyebilmekte, Doğu Avrupa deneylerinden örneklerle. Macaristan ya da Çekoslovakyayı çiğneyip geçen Sovyetler, eski Sovyetler milli sosyalizme inanıyor muydu? Kendisi de Amerika gibi emperyalist bir tahakküm siyaseti izlemiyor muydu? Galiyev, Nerimanov gibi milli sosyalizm ülküsüne sahip siyasilerin akıbeti ne olur acaba Stalin döneminde?
Yine ülkemiz düzleminde tek parti dönemini sorgulayan, bunu Atatürkçülük, ilericilik, sosyalizm adına yapan İlhan özellikle İnönü dönemi alafrangalığı ve Kemalizm adı altında geliştirilen resmi bürokratik kafanın gerçekte İnönücülük olduğunun altını çizmekte. Ki bu kafa yapısı kitapta da örneklendiği şekillerde statükocu kimliğiyle darbe dönemlerimizi, cuntacı aydın tipolojisini çerçeveler. Merhum yazarımız bu tip hususlar üzerinden tek parti dönemini kalıp bir evre olarak değil Atatürk ve İnönü dönemi olarak net çizgilerle ayırmaktadır.
Bunun gibi Köy Enstitüleri misali bizdeki yerleşik solun mitsel bağlılık duyduğu bir eğitim müessesesini sorgulamakta. Köy gençlerini eğitip köyüne aydın olarak göndermek düşüncesinin, köy romanlarımız kadar arabesk bir damardan beslendiği, dahası bürokratik bir menfaat halesiyle kuşatıldığı görüşündedir yazar. Hani Çarlık Rusyasının Narodnikleri misali bizdeki küçük burjuva köylü sosyalistlerinin köylünün köyünden çıkmaması, büyük şehirlere gelmemesi gibi bir çıkarcılığı sakladığını dile getirmektedir.
Şimdi efendim elbette, Köy Enstitüleri sanat, zanaat öğreten, köy çocuklarına yaşam pratiği aşılayan bir yapıya sahiptir. Siz bakmayın okullar ücra yerlerde kuruldu, aşna fişne yuvasına döndü gibi belden aşağı vurmalara. Bu ne yazık ki, dünyanın her yerinde kapitalizmin, Amerikanizmin sosyal psikolojinin yaralı yüzü üzerinden geliştirdiği bir saldırı, propoganda tekniğidir.
Ancak bu husus maarif tarihimizin bu özgün deneyinin zaafları olmadığı, onu kuranların perspektifinden, anlayış düzeyinden daha güçlü olamayacakları gerçeğini ortadan kaldırır mı?
Kaldı ki, ne ilginçtir okulların Milli Şef döneminde hizmete girmesine karşın yine aynı evrede kapatılması yönünde ilk hamlelerin yapılması. Tüm bunlar İsmet Paşanın kudretine rağmen ve ona karşı yapılabilir miydi acaba? Öyle ya, Hasanoğlan yüksek kısmının 1947 tarihinde kapatılması enteresan değil mi? Hiç şüphesiz gelişen, 1945 sonrası gelişen Amerikanizmin bir parçası olarak Demokrat Parti döneminde tamamen budanır.
Demem şu ki, artıları İnönü dönemine, eksileri DP dönemine vermekte yanıltıcıdır. Gerek artıları gerek eksileriyle konunun temellenme ve şekillenmesi 1940lara ait olmaktadır özünde. Tamamen yok edilmesi Menderes dönemine bağlıdır mutlaka.
Bu anlatımlarım elbette, ağırlıklı olarak yazarın dikkat çekici eserinde sergilediği tutuma göre biçimlenmekte. Hani derim ki, muhakkak surette ilgili hususlarda noktayı koymak değil maksadım yoksa. Ancak altı çizilen ülke ve dünya meselelerinin ve değerlendirilme biçiminin hiçte yabana atılacak cinsten olmadığı ise kuşkusuzdur.
L.T.
YORUMLAR
Üstadım...Köy Enstitüleri kapanmasaydı ne olurdu, diye sorabilriz şimdi mesela...
Cevabı ayan beyan ortada: Türkiye kırsalı makineleşir, dolayısıyla kendimize yeterliliğimiz kökleştiği gibi 'dışa bağımlılığız' da çok daha önce azalmaya başlardı...
Makineleşme kırın aydınlanmasını da büyütürdü elbette...
Ne var ki işlerin bu kadar basit olmasına meydan verimeyecekti, verilmedi...
[Bir televizyoncu bu vizyonu çokça işledi, vurguladı...Anadolu'nun kimi yerlerinden üretici girişimleri bir ümitvarlıkla ekranlara taşıdı... Yani, genelde insanımızın, özelde kadınımızın üretkenliğini çok güzel örneklerle sergiledi... Aynı zamanda, Avrupa'dan örnekler verir, onların gelişmesinde bu anlayışın ne kadar gerçekçi bir temel olduğunu da hatırlatırdı...]
Evet... Bizim sol ise hikmeti kendinden menkul tezler(!) geliştirdi ve sadece toplumun dinamik kesimlerini terörize etti...
Nnnnetekim! [:)))] Dışa en çok bağımlı olduğumuz taraftan gelen müdahalelere zemin hazırladı... [Gavur sana silah veriyorsa, 'yardım' gönderiyorsa 'Bağımsız Türkiye!' sloganlarına coşku ver, diye değil elbette...:)))]
Bugün Türk solunun güdükleşmesinin nedeni ise, son yıllarda iyice belirginleşen küreselleşme; küreselleşmenin getirdiği zorlu süreçlere karşı toplum kesimlerinin (göreceli de olsa) güvenliğinin ve refahının sağlanmış olmasıdır...
Yani, Türk solunun da bunca hizmete karşı söyleyecek (muhalif) bir sözü olamaz...
Meğer ki gavurun müttefiki değilse...
[Yalnııızzz... Şu Corona ('porofosorları') da olmayaydı, iyiydi...:)))]
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.
Atilla İlhan (Hangi Sol) kitap nezdinde güzel bir yazı kaleme almış, güzel tespit, değerlendirmede bulunmuşsunuz.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.
Muhteşem bir yazı...Muhteşem bir sentez..İdeolojilerin kökeninde insan olduğu müddetçe yönlerde rant uğruna sapmaların olması kaçınılmazdır..Yıllardan beri ortaya atılan fikirler, hayata entegre edilmeye çalışılan düşünceler beyinlerde evrim geçirerek birbirinden farklı değillerdir aslında..Kimileri farklı sözcüklerle yeni arayışlara yelken açmasına rağmen sonuç aynı noktada birleşir.Zirveye yerleşmeyi seven ve hayatının her evresinde popüler olmak isteyenler daha önceki mevcut görüşleri ve reçeteleri hayal dünyasında allayıp pullayarak sanki öncekinden farklıymış gibi dizayn etmeye çalışırlar.Zira kendilerinin ortaya koyduğu bir şey yoktur.Şekiller , işaretler ve hareketler farklılık arz eder.Öyle ki el , kol ve parmak hareketleri bile bir zaman sonra icat eden tarafından hakaret olarak algılanır..İyiye özenmeler, ''ben yaptım oldu'' demeler kendisinden üstününü kabul etmemeler hep bu yüzdendir.Ne zaman ki: Yiğidi öldürüp hakkını yememeyi öğrenir insan oğlu bir adım ileriye gitmeyi başarır.Saygıyla..
levent taner
"Öyle ki el , kol ve parmak hareketleri bile bir zaman sonra icat eden tarafından hakaret olarak algılanır." Tanımlama buna derim ben
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.