3
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
527
Okunma

İlk bakışta 1970 senesinde basılan bu tarz bir eserin içeriği devrine göre bir anlam taşır. Bugün artık neye lazım denip geçilir. Halbuki, gerçek bunun tam tersi de olamaz mı? Dünden bugüne, bugünden yarına uzanan bir çizgide, tutarlı biçimde yürümenin taşlarını döşüyor da olamaz mı söz gelimi?
Açıktır ki, dogmatizmin siyasal, kültürel, düşünsel alanlarda hakim olduğu bir dönemde, döneminin koşul ve dayatmalarını sorgulayan, giderek aşan denemeler hem bir İzmir çocuğu uyanıklığı hem de erken çağında batı dünyasını görmüş, gözlemiş deneyimli bir kaptanın seyir defteridir bu.
Beraberinde yaşamının iç ve dış dinamikleri, hemen tüm yazarlık yaşamı boyunca komprador alafrangalığı, Levanten burjuvazi kavramsallığı bağlamında da kendini gösterecektir.
Kuşkusuz günümüzde yayın hayatında yer alanı 1976 yılında yayınlanan genişletilmiş baskı. Hem ülkemizden hem dünyadan örneklerle devrin dogmatik sol eğilimlerine sağlam itirazlar karşımızda. Sovyet Rusyanın demir perde gerisi niteliğiyle henüz etkinliğini sürdürdüğü bir dönemde sosyalizm ile Sovyet Bolşevizmini kesin çizgilerle ayırmakta yazar. Devrin kimi çevrelerdeki yaygın kanısının aksine, Rusyanın çıkarlarının, sıcak denizlere inmek emellerinin sosyalist sistemde hiç değişmediğinin farkında bir sosyalist aydın var arka planda.
Hani ulusal sosyalizm, hani her ülkenin kendi özgün sosyalist sentezi diyebilmekte, Doğu Avrupa deneylerinden örneklerle. Macaristan ya da Çekoslovakyayı çiğneyip geçen Sovyetler, eski Sovyetler milli sosyalizme inanıyor muydu? Kendisi de Amerika gibi emperyalist bir tahakküm siyaseti izlemiyor muydu? Galiyev, Nerimanov gibi milli sosyalizm ülküsüne sahip siyasilerin akıbeti ne olur acaba Stalin döneminde?
Yine ülkemiz düzleminde tek parti dönemini sorgulayan, bunu Atatürkçülük, ilericilik, sosyalizm adına yapan İlhan özellikle İnönü dönemi alafrangalığı ve Kemalizm adı altında geliştirilen resmi bürokratik kafanın gerçekte İnönücülük olduğunun altını çizmekte. Ki bu kafa yapısı kitapta da örneklendiği şekillerde statükocu kimliğiyle darbe dönemlerimizi, cuntacı aydın tipolojisini çerçeveler. Merhum yazarımız bu tip hususlar üzerinden tek parti dönemini kalıp bir evre olarak değil Atatürk ve İnönü dönemi olarak net çizgilerle ayırmaktadır.
Bunun gibi Köy Enstitüleri misali bizdeki yerleşik solun mitsel bağlılık duyduğu bir eğitim müessesesini sorgulamakta. Köy gençlerini eğitip köyüne aydın olarak göndermek düşüncesinin, köy romanlarımız kadar arabesk bir damardan beslendiği, dahası bürokratik bir menfaat halesiyle kuşatıldığı görüşündedir yazar. Hani Çarlık Rusyasının Narodnikleri misali bizdeki küçük burjuva köylü sosyalistlerinin köylünün köyünden çıkmaması, büyük şehirlere gelmemesi gibi bir çıkarcılığı sakladığını dile getirmektedir.
Şimdi efendim elbette, Köy Enstitüleri sanat, zanaat öğreten, köy çocuklarına yaşam pratiği aşılayan bir yapıya sahiptir. Siz bakmayın okullar ücra yerlerde kuruldu, aşna fişne yuvasına döndü gibi belden aşağı vurmalara. Bu ne yazık ki, dünyanın her yerinde kapitalizmin, Amerikanizmin sosyal psikolojinin yaralı yüzü üzerinden geliştirdiği bir saldırı, propoganda tekniğidir.
Ancak bu husus maarif tarihimizin bu özgün deneyinin zaafları olmadığı, onu kuranların perspektifinden, anlayış düzeyinden daha güçlü olamayacakları gerçeğini ortadan kaldırır mı?
Kaldı ki, ne ilginçtir okulların Milli Şef döneminde hizmete girmesine karşın yine aynı evrede kapatılması yönünde ilk hamlelerin yapılması. Tüm bunlar İsmet Paşanın kudretine rağmen ve ona karşı yapılabilir miydi acaba? Öyle ya, Hasanoğlan yüksek kısmının 1947 tarihinde kapatılması enteresan değil mi? Hiç şüphesiz gelişen, 1945 sonrası gelişen Amerikanizmin bir parçası olarak Demokrat Parti döneminde tamamen budanır.
Demem şu ki, artıları İnönü dönemine, eksileri DP dönemine vermekte yanıltıcıdır. Gerek artıları gerek eksileriyle konunun temellenme ve şekillenmesi 1940lara ait olmaktadır özünde. Tamamen yok edilmesi Menderes dönemine bağlıdır mutlaka.
Bu anlatımlarım elbette, ağırlıklı olarak yazarın dikkat çekici eserinde sergilediği tutuma göre biçimlenmekte. Hani derim ki, muhakkak surette ilgili hususlarda noktayı koymak değil maksadım yoksa. Ancak altı çizilen ülke ve dünya meselelerinin ve değerlendirilme biçiminin hiçte yabana atılacak cinsten olmadığı ise kuşkusuzdur.
L.T.