- 714 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Muska
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aşağıdaki mesel, içeriği itibariyle anonim bir halk anlatısıdır. Yazar yalnızca kendi üslubuyla yeniden şekillendirmiştir.
***
Ülkenin birisinde bir padişah ve onun da çok güzel bir kızı varmış; kız o kadar güzelmiş ki, cihana nam salmış, bir sürü taliplisi varmış tabiî ki; krallar, sultanlar, hanlar, şehzadeler evlenebilmek için yanıp tutuşuyorlarmış onunla. Bu padişahın bir de veziri varmış; köylü çocuğuymuş vezir, okumuş, yükselmiş saraya kadar girmiş. Köydeki anasından başka da kimseciği yokmuş bu fani Dünya üzerinde. Vezirin gönlü padişahın begüm kızında… Yanar tutuşurmuş bu aşkla; arada karşılaşır, göz göze gelirlermiş; anlarmış ki kızın gönlü de kendinde. Ama o, koca padişahın kızı, istese verirler mi hiç? Hatta kelleden olmak bile var işin ucunda, sen kimsin ki haddini bilmeyesin; en iyi ihtimal saraydan kovulmak… Ama artık bu sevdadan da duramaz halde; ne yapacak şaşırmış kalmış.
Padişah köpek yarışlarına meraklıymış, hatta hastalık halindeymiş bu merakı; ama bunca yıldır bir kere bile kendi köpekleri kazanamazmış, kahrolurmuş buna; bir kere, sadece bir kere kazansa muradına erecekmiş. Ama yok. Olmayınca olmuyor işte. Dünyanın sefasını, memleketinin saltanatını süren bu ihtişamlı sultan, ol görüp de bir köpek yarışından mutlu ayrılamazmış. Tek bir kere kazansa içi soğuyacak, gönlü ferahlayacakmış ama yok işte. Nasip kısmet… Yarışlardan sonra kırar geçirirmiş ortalığı; kimse aylarca yanına yaklaşmaya cesaret edemezmiş.
Vezir geceler boyu düşünmüş taşınmış, nasıl alırım bu kızı ben diye. En sonunda da bulmuş çözümü; tamam, demiş kendi kendine.
Padişahtan, anasının hastalığını bahane ederek bir ay izin almış, evindeki uşakla hizmetçiye izin vermiş, yükte hafif pahada ağır ne varsa satmış savmış; altınını parasını almış yanına düşmüş yola; il il, köy köy dolanmış memleketi. Ülkenin en iyi köpeğini arıyormuş. İyi köpekler buluyormuş ama deniyormuş, bakıyormuş istediğine rastlayamıyormuş bir türlü; hiçbiri yarışlardan birinci çıkacak tıynette değilmiş bu hayvanların. En sonunda köyün birisinde bir köpeğe rastlamış ki, sormayın; tazı cinsinden, toprak renginde bir hayvan... Şahin gibi uçuyor, yıldırım gibi çakıyormuş; o güne kadar izlediği yarışların tümünde gördüğü köpeklerden kat kat daha hızlıymış.
“Tamamdır,” demiş ve köpeğin sahibi köylüyle tutuşmuşlar pazarlığa; köylü kurnaz mı kurnazmış, anlamış karşısındaki adam için böylesi bir köpeğin çok önemli olduğunu, soymuş soğana çevirmiş veziri; elinde avucunda ne varsa almış. Cebinde üç beş kuruş bir şey kalmış koca vezirin, onu da kendinden ziyade köpeğin karnını doyurmaya harcamış gidene kadar. Başkente ancak güç bela dönebilmiş; yarışlardan önceki gece aç, sersefil eve girdiğinde cebinde metelik bile yokmuş. “Vakit çok geç olmadan Şeyhülislamın yanına gideyim de köpeğime bir de muska yazdırayım, tam olsun,” diye düşünmüş. Şeyhülislama eli boş gitmek olmaz, ama kesede mangır yok, dolapları açmış bakmış, hepsi tamtakır. Elinde yolda gelirken aldığı bir koyun budu var onu da köpeğe yedirecek. Ne yapsın, “Hayvan zaten tok,” demiş kendi kendine, eti sarmış sarmalamış düşmüş yola, varmış Şeyhülislamın evine. Elini öpmüş, durumunu anlatmış, bir muska istemiş bu soylu hayvana. Eti de hediye diye vermiş Şeyhülislama. Ama adamın suratı asılmış, belli ki hediyeyi beğenmemiş, fakat karşısındaki sonuçta Padişahın veziri, yarın bir gün işi düşecek; yazmamak olmamış tabi. Çıkarmış kavuğunu kafasından; “Tü!” demiş kalemin ucuna, yazmış muskayı, bağlamış köpeğin boynuna; ama suratından düşen de bin parçaymış.
O sene yarışlar kendi ülkelerinde tertiplenecekmiş, ertesi gün vezir erkenden kalkmış, köpeği yarışlara yazdırmış. Öğleden sonra Padişah ve maiyeti; diğer ülkelerin kralları, yöneticileri gelmiş oturmuşlar ala sayvana; halk da hınca hınç doldurmuş alanın etrafını. Borazan sesiyle başlamış yarışma; köpekler fırlamışlar, koşmuş durmuşlar, yenenler bir üst basamağa çıka çıka varmışlar son yarışa, lafı uzatmayalım; onu da kendi tazısı kazanınca vezirin gözleri ışıldamış. Padişahın haberi yok ya, onun da başı bir kere daha öne eğilmiş, bizim köpek yine kaybetti diye; sonra sormuşlar bu kimin köpeği, hangi kağanın tazısı diye, kimseden çıt çıkmamış. Bir adam gönderip aşağıya sordurtmuşlar, koşa koşa başka birisiyle dönmüş gelmiş gönderilen adam. Yanındaki görevliye sorduklarında;
– Sizin ya Sultanım, demiş.
Padişah şaşırmış tabi. “Nasıl olur?” diye sormuş, “Benim köpek bu değil…”
Görevli;
– Yok Sultanım, demiş. “Bu köpek sizin, hem de veziriniz kendi elleriyle getirip, köpeği sizin adınıza yarışmaya soktu. Üstelik bana teslim etti; işte kendisi de burada, sorun ona.”
O anda dünyalar padişahın olmuş, yan tarafa dönmüş, bakmış veziri yanında ayakta bekliyor gülümseyerek.
– Doğru mu bu? diye sormuş.
– Doğrudur sultanım, diye cevaplamış o da.
– Mademki, beni sevindirmek için yaptın bunu, ben de seni sevindireceğim, demiş padişah; “Dile benden ne dilersen, gücüm yetiyorsa yerine getireceğim.”
– Ne dilersem mi?
– Evet, ne dilersen…
Vezirin aradığı fırsat eline geçmiş artık; daha durur mu, lafı gediğine oturtmuş.
– Eğer müsaade buyurursanız, kızınızla evlenmek isterim.
Padişah şöyle bir duraklamış ama onca insanın, kralların, şahların, sultanların yanında verdiği sözden artık cayamamış; çok kötü tongaya basmış ama hem de öyle sevinçliymiş ki onu bile gözü görmemiş;
– Ne zaman istersen o zaman başla düğün hazırlıklarına, demiş.
Vezirin ağzı kulaklarına varıyor, içi içine sığamıyor; ne diyeceğini bilemiyormuş. Neden sonra Padişah demiş ki;
– Şu soylu hayvanı getirin de bir yakından göreyim.
Birazdan köpek önündeymiş, bakmış, incelemiş kendisi de orada bulunan herkes de. Sonra, Padişah sırtını okşamış, başını sevmiş derken hayvanın boynunda eline bir şey takılmış. Bakmış, tasma değil, ucunda bir şey takılı. Vezirine dönmüş; “
– Nedir bu? diye sormuş.
Vezir yanıtlamış;
– Muskadır sultanım. Biraz da onun sayesinde kazanmıştır yarışı.
Padişah merak etmiş;
– Kime yazdırdın peki?
– Şeyhülislamınız, yazdı sultanım.
Padişah şaşırmış;
– Bizim Şeyhülislamın yazdığı muskadan hayır gelmez ama, demiş şaşırarak. Biraz duraksadıktan sonra; “Hayvanın boynundan çıkarıp açın şu muskayı hele,” diye emir vermiş.
Aman padişahım çarpılırız, falan dedilerse de laf anlamamış, açtırmış; görevlilerden birisi korkarak çıkarmış hayvanın boynundan, açıp önce kendi içinden okumuş; yüzü karışmış, renkten renge girmiş. Padişah;
– Sesli oku da duyalım, demiş.
Görevli de okumuş:
Tamah ettim etine,
Muska yazdım itine;
Kazansa da neyime,
Kazanmasa bana ne.(*)
*: Halk ağzında son iki mısranın argo ifadelerle söylendiği varyasyonları da mevcuttur.
YORUMLAR
Muska deyip geçmemek lazım, gülümsettiniz bu sabahımı.
İnsanın o an dilediği niyet önemli. Bazen canın bir şeyi çeker ve istediği gerçekleşir.
Hikâyemiz düşündürücü seyirde...
Aşk zenginin kısa yolu, fakirinse kalbine bastığı yoldur içinden çıkamaz.
Asıl konu, Padişahin muskayı okuduktan sonra ki durumu hayal etmek.
Şeyhülislamın yolu padişahla kesiştiğini hayal ediyorum…
Felaket mi çıkaralım yoksa padişahin köpeklerinin zafere ulaştığını görüp ödüllendirdiğini mi?
Peki ya vezir!
Aşkı buldum! Mu dedi
Sen çok yaşa padişahim.
Saygıyla,