- 550 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
883 - İKRAM
Onur BİLGE
“Üç ayların birincisi olan Recep ayı... Günleriyle geceleriyle mübarek bir ay... Herkesin kendisine çeki düzen vermesi, muhasebe yapması, ibadetlerin çoğaltması, günahlardan kaçınması gereken bir zaman dilimidir. Kıymeti bilinmeli. Belki bir dahaki seneye bu fırsatı yakalama şansımız olmayabilir.
Cümlemize hayırlı olsun!” dedi Sadullah Bey.
“Âmin!” dedik hep bir ağızdan.
“İnşallah ibadetlerimiz ve dualarımız makbul olur!” dedi dede.
“Artık gündüzleri elinde sigara ya da pipo olmayacak, ne güzel! Biraz daha sinirli olacaksın muhakkak. Onun için sana bir tespih getirdim. Elin boş kalmasın! Benden hatıra kalsın!”
“Teşekkür ederim arkadaşım. Gerçi benim tespihim kalbimdedir ama yine de beni düşündüğün için sevindim! “Bir akik tespih alsam!” diye geçirmiştim kalbimden. Sana malum mu oldu? Malum edene canım feda!”
“Kapalıçarşı’nın karşısında böyle şeyler satılan bir dükkân var ya... Tam oradan geçerken hoş bir koku geldi. Biraz duraladım. Vitrine bakarken gözüme bu tespih ilişti. Onu alıp sana hediye etmek istedim. O kokunun içerden geldiğini sanmıştım ama dükkânda naftalin kokusuna benzer bir koku vardı. Tespihi alıp çıktım. Beş dakika ara ile aynı koku defalarca geldi. Lavanta kokusuydu. Benim hanım küçük ipek torbalara lavanta çiçeği doldurur, dolaplara ve çekmecelere, giyeceklerin arasına koyar. Onun için o kokuyu iyi bilirim. Üstüme başıma sinmiş olabileceğini düşündüm. Giyeceklerimi kokladım, yok! Onlarda olsa bile açık havada duyulması imkânsız... ”
“Bazen o kokular gelir. Ben onu çok yaşadım. Bazen rüyada da gelir. Bir gece rüyamda labirent gibi bir dehlize bıraktılar “Ara bul!” dediler. Ne arayacağımı bilmiyorum. Bekledim. Çaresizdim. Burnuma can alıcı bir koku geldi. Labirentin içinde o kokuyu takip ederek dolaşmaya başladım. Belli bir zamandan sonra dört labirent kavşağının ortasında siyah örtüyle örtülü, dizleri üstüne oturmuş birini gördüm. Ona yaklaştıkça kokunun şiddeti artıyordu. Yanına vardım. Örtünün altından öpülmek maksadıyla bir el uzandı. Büyük bir heyecanla o eli öptüm! Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi! O el, Onun eliydi. Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin ve Ala Âli Seyyidina Muhammed!..”
Dede, öyle bir salavat getirdi ki, baştan ayağa ürperdim. Biz de salavat getirdik. Rüyanın yorumunu merak ediyordum. Kulak kesildim. Ben hiç kaçırır mıyım böyle şeyleri! Önümde not defterim, elimde kalem, her zamanki gibi hazır vaziyetteydim.
“Rüyan Mübarek olsun! Dört labirent, dört mezhep...” dedi Sadullah Bey... İslam’da dörtler çoktur. Dört dörtlüktür de ondan! Dört kitap, dört makam da olabilir. Eskiden türbe ziyaretlerini çok yapardım. Bilmediğim yerlerde, o erenlerin manevi kokularını alır, türbelerini kolayca bulurdum. Onlar bir demdi, gelip geçti. Bazen evimden eksik olmazdı. Mest ederdi beni! Öyle gelirdi ki sarhoş olurdum! O da geçti. Henüz bebekken ölen oğlum her gece o güzel ten kokusunu yayardı. Bebek kokusuna cennet kokusu derler. O da geçti. O da bir demdi.”
“Nerde yanlış yapıldı?”
“Sonrası tüm hata... Neler yaşanmadı ki! Hep erenlere hizmet ederdim. Ondan büyük keyif alırdım. İstanbul’dan gelen şerefli bir konuğumuz vardı. O gelince trafik yoğun olurdu. Bir defasında... O benzinin kıt olduğu dönemler... Birine iki varil verdim. “Ben temin ederim ağabey!” dedi. Adam da kayboldu, bidonlar da... Çok zor durumda kaldım. Onlara: “Benzin yok!” diyemezdim. O gün benzin bitmedi. Hayret ettim! Derken bir hafta benzinsiz idare ettik. Konuğumuzun kerametlerini görmeye alışmıştık. Hiç de yadırgamadık. Bu durumu kardeşimle bir arkadaşımdan başka kimse bilmiyordu. Son gün, arkadaşım heyecanını yenemedi, arabada giderken: “Eren Baba, seninki köşeyi döndü!” dedi. Olayı anlattı. Söz bitti, benzin de bitti. Yani o kokular, beklemediğin rüzgârla gelir.”
“Yer gök boş değil ama bizim gözlerimiz kapalı...”
“Yaşadığım olağanüstü olaylar saymakla bitmez. Bir gün, bir para faizi vardı, dışarıya verilecek. Bir fakire vermesi için eşime verdim. Verdiğim dolardı. Aynı akşam, aynı miktarda Türk lirası çantama kondu. Nasıl oldu, nereden geldi, bilemedim! Tevafuk! Aynı miktardaki o para epeydir kayıptı. O kadar aramış, çantanın içini dışına çıkarmış, bulamamıştım. O dolarları elimden çıkarır çıkarmaz ortaya çıkmasına ne dersin?”
“Ne diyeyim! Allah’ın akıl almaz işleri vardır!”
“Yanlış anlama! Ben keramet peşinde değilim ama kerametin farkındayım. Yeryüzünde ve gökyüzünde kerametin olmadığı yer ve şey yok! Keramet, ikramdan gelir. İkram edilenlerin şükründen aciz insanların daha büyüğünü ve daha çoğunu beklemeye hakları var mı!”
“İkram edilenler?”
“Her şey! Güneş, ay, yıldız, bulut, hava, su, yiyecek, giyecek, hayvan, bitki, toprak, dağ, taş, kum... Göz, kulak, ağız, dil, damak, saç, kirpik, ayak el, kol... Akıl, benlik, varlık, hayat, zaman... Hangi birini sayayım? Aklına ne gelirse Allah’ın ikramı... Mesela sizler bile bana Allah’ın ikramısınız. Arkadaşlığınız, dostluğunuz, sevginiz, ilginiz, sıcaklığınız... Her şey insan için yaratılmış ve ona sunulmuş. Allah’a nasıl ve ne kadar hamd etsek yeterli değil!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 883