- 848 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
882 - MÜLK
Onur BİLGE
Bizimkilerin konuşmaları görünüşte daldan dala gibidir ama aslında aklımızın almayacağı şekilde mantıklı bir sıralaması vardır. Günlük olaylardan bahsederlerken bile çok önemli konuları ince ince işlerler.
“Bizim bahçeli eve birileri girmiş. Duyduğuma göre tinercilermiş. Kapısı penceresi kırık zaten. Muhtarı aradım. Valiliğe bir arkadaşı gönderdim. O işi için harç istemişler. Yatırmamış. Karakola telefon ettim. “Biz karışmayız!” dediler. Tiner içmek suç değilmiş.” diye anlatmaya başladı Sadullah Bey. Dede de ilgilenmiş görünmek için olsa gerek:
“Hepsi bu kadar mı? Oturuyorlar mı, bir şeyleri alıp götürmüşler mi?" diye sordu.
“Israr ettim. “Mahalleyi de yakar bunlar!” dedim. “Gece ekip göndeririz.” dediler. Bakalım gönderecekler mi? Sanmam.”
“Tinerci istilası mı? İlgilenmezler. Tek çare, bakım yaptırıp kiraya vermek veya satıp kurtulmak...”
“Karşı komşu sabah: “Birileri kalıyormuş içerde.” dedi. “Gece ekip gelecek.” dedim. Bu defa da oraya komşu arabasını park etmiş. Orada birileri kalsaydı, çizerler diye koymazdı. “Sorun onlara bakalım birileri kalıyor mu? Onların tam karşısında...” dedi.
“Oğlunun ev yapmak istediği yer mi?”
“Evet. Komşu: “Arada buraya gelsene! Evine baksana!” diyor. Korkak. “Benim dediğimi deme! Evime polis getirme! Bana düşman olurlar!” Bu arada başka bir komşuma evin durumunu sordum. “Orada birileri kalıyor herhalde. Perde falan takmışlar. Nerde beleş, oraya yerleş!” dedi.
“Oh ne güzel! Kurtulmanın yollarını ara!”
“Kapının önünde çok yüksek, dört katlı ev kadar bir iğde ağacı var. O da elektrik tellerine değiyormuş. Kesilmesi, budanması gerekiyormuş. Ben yalnız başıma neresinden tutacağım! Dört yanında dört mum yanıyor.”
“Odun ihtiyacı olan bir kuruma ya da fakire ver, halletsin.”
“Evlat sahibi olduk, ilerde elimizden tutarlar diye... Onlar da üstümüze yıkıldılar. Budamıyorlar ki! Kökünden hallediyorlar! Milletin gözü benim ağaçlarımda... Ağaçlardan ev görünmüyor... Önleri açılsın istiyorlar. Oysa onlar, onlara oksijen veriyor, karbondioksiti emiyorlar.”
“Üzüm bağda, bağ dağda... Bu işler için orada olman lazım.”
“Bana ilk haber veren adam: "Madem evdekileri çıkarmak için para istediler, belediyeye müracaat et, onları da eşyalarını da atsınlar oradan. “Evimi çöp ev etmişler!” de. Evi yıkarlar, sen de kurtulursun mahalleliler de...” diyor. Akıl vermede üstüne yok! Gözünün önü açılsın da benim ev yıkılırsa yıkılsın!”
“Kalmaz bunlar çözülür. Allah çözülmeyecek dert vermesin!”
“Usta bulduracağım. Bakım yaptırtacağım. Kapısını penceresini onarsınlar. Bir gariban barınsın. Yeter ki şimdilik ayakta kalsın, yıkılmasın!”
“Arkadaşım, senin de canın sıkılıyordu. Oyalanmak için araya bunları sokuşturuver. Kendi işini kendin yap! Evlatlarımız bizim için ne kadar değerli! Biz onlar için öyle olamasak da... Gençler ve çocuklar biz yaşlandıkça, gözümüzde ve gönlümüzde daha da kıymetleniyorlar. “Uludağ’dan kar getir!” deseler, kıramam gider getiririm. Onlar bizim canımızdan değerli varlıklarımız! Allah bahtlarını açık etsin! Zor bir çağda yaşıyorlar.”
“Ben üç gün kadar önce bir rüya görmüştüm.”
“Hayırdır İnşallah!”
“Bu bahsettiğim evin arkasına briketten bir ilave yapılmış. Eski eve bitişik tek odadan ibaret bir kaydırma... Önünde küçük bir avlu... Briket duvarla çevrili... Onda da kiracı varmış ama haberim yokmuş. Evimde bir kiracı varmış da o, benden habersiz orayı kiraya vermiş. Evin arkasına dolandım. Bir de baktım ki iki kişi… Bir kadınla bir adam… Önce onları karı koca sandım. Sonra ana oğul olduklarını anladım.
Adamın yüzünde korkunç bir ifade… Alabildiğine açılmış gözler, kalkık kaşlar, anlamsız bakışlar... O kadın onu kapının önündeki bir sandalyeye oturtmuş, elinde bir tabak, kaşık kaşık yemek yediriyordu.
Annesi ayaktaydı. O oturduğu yerden kalkmadı. Kadın onu yıkamaya başladı. Beni o zaman, kafası köpük içindeyken gördü. İlkin ağladı beni fark edince. O kadar açtı ki ağzını, dişlerinin tamamı göründü. Üst damağı, diş kökleriyle kaplıydı ve kökler boğazına kadar gidiyordu. Diş kökleri boğaza doğru inceliyor, orada toplanıyordu. Üst damağı yan yana kocaman dişlerle kaplıydı ve korkunçtu. Sonra, yani rüya biteceğine yakın deli deli gülmeye başladı. Kadınla adam birbirlerine çok benziyorlardı. Kumral ve iri kemikliydiler. Kalın dudakları vardı, dolgun ve dışarıya çıkık."
“Önce Celal, sonra Cemal...”
“Normal durdukları zaman, birbirlerine çok benzeyen iki sıradan insan gibiydiler ama bakışlar aynı deli deli bakış... İri kemikli ve iriceydiler. Şişmanca... Konuşmadılar. Sadece baktılar. Benim onları oradan atacağımı sandılar önce. Ev temizdi. İkisi yaşıyorlardı orada. "Siz nereden geldiniz? Bu ev benim!" falan dedim onlara, o kadar. Dışı beton sıvalı, badanasız… Bir kaydırma işte! Evimde garibanlar barınıyormuş ya... O zaman daha haberdar değildim onlardan.”
“Yoruma açık bir rüya...”
“O dişler... Nasıl bir şey! Çok iri, sık, upuzun köklü ve bembeyazdılar.”
“Hepimiz kiracı değil miyiz!"
“Üst damak... Üst damak çatı... Yeni bir ev mi yaptıracağız acaba oraya? Bunca borcun harcın içindeyken... Bir mucize mi olacak yoksa? Düze mi çıkacağız? Üst damağı kaplayan sağlam dişler... Ne dersin azizim?”
“İnşallah, arkadaşım! İnşallah!.. Kimin malını kime kiraya veriyoruz da bu yüzden nice canlar yanıyor!”
"Mülk Allah’ın! Şimdi ben o tinercileri nasıl sokağa atacağım! Hac esnasında, Allah’ın evinde, O’nun misafiriyken neler deniyor bilirsin."
“Lebbeyk, Allâhümme Lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, İnne’l-hamde ve’nni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek."
"Rabbim, davetine sözüm ve özümle tekrar icabet edip, emrine boyun eğdim. Rabbim, davetine icabet, boynumun borcudur. Senin, eşin ve ortağın yoktur. Rabbim, bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin, mülk de senin! Bütün bunlarda eşin ve ortağın yoktur!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 882