- 1507 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK
Son günlerde ülkemizin bazı yerlerinde yaşanan,iç parçalayıcı sel felaketi görüntülerini dehşet ve acı içinde izlerken;aklıma bununla kıyas götürmeyen ve asla karşılaştırılmayan,yaşadığım başımızdan geçen tuhaf bir hadise geldi.
Tam dokuz yıl öncesiydi.
Yıl:2012 Aylardan Temmuz
İkamet yerimiz olan Samsun’dan,ikinci memleketimiz olarak nitelendirdiğimiz,doğduğumuz değil doyduğumuz yer olan,aynı zamanda yaşantımızın rutininde yer alan Eskişehir’deki kiraladığımız evimize nasılda güle oynaya gitmiştik.
Gittikten birkaç gün sonra Sevgili Eşim aniden rahatsızlandı.
Hastalığının geçmesi için evde yaptıklarımız sonuç vermeyince, soluğu hastanenin acilinde aldık.
Rahatsızlığının nedeni,ya dışarıda yediğimiz bir yemek,ya da içtiğimiz su kaynaklı olabileceği düşünülen şeyin,tahliller sonucunda dizanteri olduğunu öğrendik.
Bir gün hastanede yatarak tedavi gördü,ertesi gün ilaçları düzenlenip,evde tedaviye devam edildiği sırada,aynı şekilde ben de hastalandım.
Rahatsızlığımın üzerine,verilen ilaçların yan etkileri de eklenince,hastalığı daha ağır bir şekilde,ölümün soluğunu ensemde hissederek geçirmeme sebep oldu.
Baktık ki durum vaziyetimiz kötü,bir an önce Samsun’daki evimize gitmeye karar verdik.
Her zaman kendi arabamızla gider gelirdik.
Bu seferde,benim ısrarım üzerine,eşimin istememesine rağmen otobüsle gelmiştik.
Çünkü Canım dediğim Oğluma gönensin diye araba almıştık.Bize orada araba lazım olursa onu kullanırız,ikinci bir arabaya ne gerek var düşüncesiyle otobüsle gitmeyi istemiştim.
Neyse Oğlum bizi otobüse kadar bıraktı bırakmasına da,bu hasta halimizle,nasıl bitecekti onca uzun yol?
İkimizde halsiz,gözlerimiz fersiz,kirpiklerimizin gölgesinde uyur uyanık bir halde sabah olmasını bekliyorduk.
O kadar çok huzursuzdum ki,bir an evvel eve gidip hiçbir şey yapmadan,işlere bulaşmadan hemen yatıp istirahat etmeyi düşlüyordum,bizi bekleyen kötü sürprizlerden habersiz!
Tam Samsun’a girmeye yakın öyle bir yağmur yağıyordu ki,bütün şehri kuşatan,bardaktan boşanırcasına yağan;hoyrat yağmurların gösterisini,otobüsün buharlaşan penceresini ikide bir elimle silerek, nefessiz izliyor,durmasını ümit ediyordum.
Bir taraftan da bu kadar çok yağan yağmurda,evimize nasıl gideceğimizi düşünüyordum.
Temmuz ayı olmasından dolayı,bizi yağmurdan koruyacak ne bir şemsiyemiz vardı yanımızda,ne de üstümüzde bizi sarıp sarmalayacak bir hırkamız!
Otobüs,aniden bastıran yağmura rağmen nihayet zar zor terminale girebildi girmesine de,bundan sonraki süreçte ne yapacaktık?
Elimiz kolumuz bağlı yağmurun durmasını mı bekleyecektik?
İnen yolcularla birlikte bekliyorduk ki,baktık yağmurun hızının kesileceği yok,gitgide şiddetini daha da artırmakta olduğunu izlediğimiz sırada,otobüs firmasının servis minibüsü geldi,durdu önümüzde!
Yaz gününde bindik bir alamete,gidiyoruz kıyamete...
Atatürk’ün şehri güzel Samsun’umuzu sel basmış,bu yüzden de trafik zor bela ilerliyor.
" Ah bir eve hayırlısıyla atabilsek kendimizi,başka bir şey istemem! " diyorum,evdeki cenazelerden bihaber!
Zorluklar içinde bizim mahallenin durağında,dizimize kadar gelen sular içinde indik inmesine de,sanki eşimin memleketi Osmancık’da pirinç tarlalarının içindeymişiz gibi battık bataklara...
Hasta olmasak iyi diyeceğim ama zaten hastayız ki,artık olanlar oldu,valizlerimiz,çantalarımız,ayakkabılarımız sularla doldu!
Hastalığın ateşinden midir,yoksa yağmurdan dolayı sırılsıklam olduğumuzdan mıdır nedir,tir tir titriyorum.
Apartmanımızın önüne geldiğimizde,çok şükür geldik diye rahat bir nefes aldık.
Sevgili Eşim alelacele açtı kapıyı.
Daha kapıyı açar açmaz burnum hemen kokuyu aldı.
" Aman Tanrım!Bu evde ölen bir şeyler var,çok acayip kokuyor! " dedim.
Eşim de, " Ben bir koku almıyorum,sana öyle geliyor." dedi.
Ben hemen evi kan ter içinde,burnumdan soluyarak teftişe başladım,hastalığımı bile kâale almadan...
İlk önce mutfağa girdim,etrafa bakınırken,ağzına kadar dolu olan derin dondurucunun altından kanlı su sızmış olduğunu gördüm.
Hemen fişine baktım ki,giderken farkında olmadan fişini çekmişim.
Onca şeyin katiliydim ben!
Eşim derin dondurucunun kapağını açmasıyla,içinden insanın nefesini kesen öldürücü bir gaz çıktı ki,ödüm patladı!
Hayatımda hiç görmediğim öyle kötü bir koku ki,anında tüm eve yayıldı.
Evde durulacak gibi değil!
Hemen camları açıp havalandırmak istedim ama açmak ne mümkün?
Dışarısı ayrı bir afat,içerisi dersen soğutucusu bozulan kokuşmuş bir morg sanki!
Burnumuzu tıkıyoruz,nefessiz kalıyoruz,kötü pis havayı soluyoruz,tıkanıyoruz.
Ne yapsak,nereye gitsek ki bu alamette?
Ev hapsine tutsak olmuşken,kederimden siyaha dönen ay yüzümle,çaresizce camdan dışarı bakarken;
çocukluğumda beni mutlandıran,sonraları aslını öğrendiğimde beni üzen bir çocuk tekerlemesi çınlıyor kulaklarımda...
" Yağmur yağıyor,seller akıyor,Arap kızı camdan bakıyor! "
Yine çocukluğumda her yağmur yağmaya başladığında söylediğim...
" Yağ yağ yağmur,tarlada çamur,teknede hamur,ver Allah’ım ver
sicim gibi yağmur! " tekerlemesinin aksine,yağmurun bir an evvel kesilmesi için dualar ediyorum.
Madem bu olay başımıza geldi,başımızın çaresine bakmamız gerek diyoruz.Lakin önce derin dondurucudan kurtulmamız lazım,ama nasıl?Eşim önce " Hiç kapağını açmadan öylece atalım." diyor.
Ama derin dondurucu büyük,üstelik içi ölü dolu!
Bu vaziyette nasıl kaldırabiliriz ki,gücümüz yetmez.
Anlayacağınız atsak atılmaz,satsak satılmaz.
Neyse bu arada dışarıda yağmur da durmuş,hemen tüm odaların camlarını açıyorum.
Yüzümüze maske,elimize eldivenleri takıp,eşim," Ayla getir büyük poşetleri,sen poşetlerin ağızlarını aç,
ben kefensiz mevtaları bir bir içine doldurayım."diyor.
Şeytanın karı boşadığı sırada,sinirden gülme krizine giriyorum,zembereği boşalmış saat gibi.
Eşim gayet ciddi sinirleniyor,güldüğüm için kızıyor bana.
Poşet poşet doldurup,jet hızıyla atıyoruz çöpe.
Çöpleri atarken evimizi düşünmüyorum da,apartmanın,asansörün ve çöpün kokmasını düşünüyor,bu hava şartlarında çöpçüler de hemen gelmez diye hayıflanıyorum.
Eşim,daha çiçeği burnunda olan,içi boşalan derin dondurucuyu yine atalım diyor da başka bir şey demiyor.
Ben de," Balkona çıkaralım,ben onu temizler,arıtırım."diyorum.
Ve birlikte balkona çıkarıyoruz.
Tam o sırada Elmas ablam arıyor,"Geldiniz mi Ayla?Hadi bize gelin."
diyor.Ben de "Elmas abla hiç gelecek durumumuz yok!"diyor,
başımıza gelen musibetten biraz bahsediyorum.
Sağ olsun,hemen hızır gibi imdadıma yetişiyor.
Birlikte paçaları sıvayıp, kirlenen yerleri defalarca temizleyip,kırklıyoruz.
İnanın bunları yazarken bile,yaşadığımız bu trajikomik olaya,halen kendimi gülmekten alamıyorum ve adeta tekrar yaşıyorum sanki!
Hayat bu,acı tatlı sürprizlerle dolu,ağlamakla gülmek gibi.
Bazen de böyle hiç beklenmedik şeyler yaşarız işte.
Derin dondurucunun akıbetini soracak olursanız,sabah akşam, büyük bir sabırla tam bir ay süren temizleme sayesinde;mikroplardan,kötü kokulardan arındı,kefeni yırttı.
Yalnız içindekilerden hiç kurtulan olmadı!
Yağmurdan kaçarken,doluya tutulduk,esas olan bize oldu!
Aslında Eskişehir’de daha fazla süre kalmak niyetiyle gitmiştik,hastalık sebebiyle erken dönmek zorunda kaldık.
Demek ki,biraz daha geç gelsek,evimizde yeni türeyen,ölümlerine susamış canlılar,bizi sevimsiz halleriyle kapıda karşılayacaktı belkide,kim bilir?
Burnumuzda tüten Eskişehir hasreti,fitil fitil burnumuzdan geldi!
" Her hayırda bir şer,her şerde bir hayır vardır."
Bazen hoşumuza gitmeyen bir şey bizim için hayırlı,kimi zamanda çok sevip,arzu ettiğimiz bir şey bizim için şerli olabilir.
AYLA CERMEN TÜFEKÇİ
Aynen olduğu gibi yazmaya çalıştığım bu hadise,kurgu değildir,tamamıyla gerçektir.
Sel felaketinde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet,kederli ailelerine ve yakınlarına başsağlığı ve büyük sabırlar diliyorum!Yaralılara da tez zamanda Allah’tan şifalar diliyorum.
Allah hepimizi de her türlü afetlerden korusun inşallah.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.