- 596 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
881 - KIYMA KENDİNE
Onur BİLGE
“Yazdıklarım hakkında konuşalım.” diyordu dede. Sadullah Bey’in şiirleri hakkında ne düşündüğünü merak ediyor, düştüğü şerhleri okumak için can atıyordu. O ise hiç de oralı gibi görülmüyordu.
“Yazdıklarından değil de yazgılarından konuşsak daha iyi olur.” diyordu. “Gerçek hayatın, içinde olduğun yer... Önemli olan, gerçek hâlin... Yani içinde bulunduğun hal... Senin eczan sende...”
“Geçiniz!”
“Takdir senin! Ben geçerim geçmesine ama senin sıkıntıların geçer mi bilemem!”
“Geçer! Ömür geçti.”
“İnşallah! Ömür geçti ama sıkıntıların geçmedi. Bugün karneni aldın. Notların kırık. Ömür geçti ama Necmettin geçemedi. Bunları, sıradan bir insana, laf olsun diye söylemiyorum.”
“Ne yapalım! Kader...”
“Elbette! Onu okuyalım ve ona rağmen asıl takdirnameyi Allah’tan alalım! Kaderi yazanın arzusu bu!”
“O da var. İlerde gelecek.”
“Şimdi ışıldasın, giderek parlasın ve güneş gibi zuhur etsin.”
“Yazdım. Hazır.”
“Oku ve yaşa! Bıçakları kınlarına sok! Allah, vermiş olduğu nimetleri kulunda görmek ister. Göster bunu Allah’a! Düşünüyor, yazıyor ve ilke olarak hayatına yeterince yansıtmıyorsun. Aksileşmem bundandır! Aksilikler gelmesin diye...”
“Olabildiği kadar...”
“Bu da beni üzüyor. Seni de paramparça ediyor! Yüreğin kanıyor, için yanıyor!”
“Olsun! Dün gece saat üçte Virane’den kaçtım. Bir sen misin sokaklarda dolaşarak avunmaya çalışan!”
“Çok acı! Her zaman dua ederim: “Yarabbi! Şu koca dünyayı bana daraltma! Yurdumda, yaşadığım şehirde, evimde daralt da, şu odanın içinde kalbimi, ruhumu daraltma!” diye. Seni bu yüzden gayet iyi anlıyorum.”
“İç daralması deliliktir. Yaşadım. Öldüm! Yok sayılır şimdilerde. Bunlar artçı depremler...”
“Olmasın da... Kendine saygısızlıktan ve zulmetmekten kaçın! Allah’tan gayrıyı içine sokma! Sürekli oruç olma hissini kalbiden çıkarma. Bak, hayat en vahşi zamanda bile ne güzellikler sunacak sana ama bunu sadece sen bileceksin. Başkasına ispat borcun da yok! Kemalat budur!”
“Üç Aylar geldi. Yarın ilk günü... Perşembeyi cumaya bağlayan gece Regaip Kandili...”
“Üç Aylar’ı zamandan mekândan soyutlamaya bak! Gönül ve ömür takvimlerini yırt at! Kendini yüksek surların arkasına mahkûm etme! İşin aslını, özünü yakalamaya gayret et!
Yakında ateşe gireceğiz. Ramazan’ın son on günü cehennemden kurtuluşu yaşayacağız. Bunu, şu andan itibaren de yapabiliriz. Gönlümüzü cehennem çukurlarından bir çukur yapmaktan vazgeçersek, Miraç’a şimdiden çıkabiliriz. Onu tehir etmemek lazım. Bayramı hemen yarın yapabiliriz. Cebel-i Resul’ü şimdi seyredebiliriz. Gözümüzü yummamalıyız. Cemalullah’ı şu anda görebiliriz. Hayale kapılmamalıyız.
Bütün aksiliklere ve acılara rağmen, kâinat içindeki her şey bizim olsa dahi Allah’la olmanın verdiği hazzı alamayız! Hasılı, Allah Latif’tir. Latif olanı sever. Elimizden geldiğince irademizi O’na çevirmeliyiz.”
"Okuduğun şiirler hakkındaki görüşlerini merak ettiğimi biliyorsun. Neden sadede gelmiyorsun?"
“Şimdilik onları okuyor, anlamaya çalışıyorum, ya da çözmeye... Biliyorum ki beni bir hayli üzeceksin. En az senin seni üzdüğün kadar... Sevinçlerin de sana kalacak. Sonuç mu ? Allah bilir. Her şiirin adeta petek... Herkes bal almak isteyecek. Doya duya bal yiyecek.
Duyguların karmaşık. Gönlün esir almış seni. Onun içinden çıkabileceğine ihtimal vermiyorum. Ateşle oynuyorsun. Aşka doyumsuzluğun var. Bütün aşklar az geliyor sana. Kabına sığamıyor, kendini frenleyemiyorsun.
Aşkın en sefil haliyle en ulvi halinde ışık hızıyla gidip geliyorsun. Yazdıkların, kalbinden söküp atamadıklarınla söküp attıklarının acıyan yanları... Hatırlamak morfin gibi... Hatırlamak bin defa ölmek gibi! Ruhundaki çalkalanma, hangisi olduğuna karar verememenin med ceziri...
Hem zevk alıyorsun hem zevk veriyorsun. Duyuyor duyuruyorsun. Acı çekiyor ve çektiriyorsun. Hem Allah’la hem Allah’sız... Hem Efendimiz’le hem onsuz... Kâh bir insanla, kâh bir melekle... Bazen cahil, bazen bilge... Bazen yenik, bazen mağrur...
Ruh halin allak bullak. Sen sana ait değilsin. Beyin fırtınası yaşıyorsun. Durup dinlenmeye, gezmeye eğlenmeye, uykuya bile yer yok dünyanda. Kıyma kendine!
Azizim, bırak artık maziyi düşünmeyi! Hatıralarından kurtulmayı dene! Akıl fikir, idrak, gönül halleri birbirine karışınca aralarında hazan yaprağı gibi oradan oraya savruluyorsun.
Yapmaya çalıştıklarını hiç olmazsa biraz azalt. Hepsini ihtiyacın kadar yaşamaya çalış. Baba olmak, koca olmak, yar olmak, yaren olmak, kul olmak ve bahtiyar olmak kolay iş değil! Herkes kendi arzusuna göre rol bekler senden. Hakikat sahnesinde gölgeleri oynamak işkencedir. Ancak bir gövdenin gölgesi olmak mutluluk verir.
Neyse... Ben bari daha fazla zulmetmeyeyim. Bu kadar yetsin!”
“Bence de öyle! Dahasını kaldıramam! Sıkı eleştirmensin yani! Yine de değirmenin suyu eksilmesin! Sesin kesilmesin!
Değirmenciye suyun gürültüsüyle değirmenin gümbürtüsü ninni gibi gelirmiş. Un çuvallarına kafayı koyduğu gibi uyur kalırmış. Sesin kesilirse garipserim, huzurun kaçar, uyuyamaz olurum. Kötü şeylere de alışılıyor.”
“İnadından sigara yaktın değil mi? Belki de kahrından... Allah verdi beni sana. Başka bela vermesin!”
“Hani dersin kolaydı? Üç beş şey dedin, sustun. “Kolaymış, bu kadarcıkmış.” dedim, bitti sandım. Ben nerden bileyim kolayın destan gibi olduğunu!”
“Değirmenin suyu geldi. Gürül gürül akmaya başladı. Değirmen taşları da bütün gayretiyle eski gürültüsünü çıkarmaya başladı ama değirmenci derin bir uykuya dalmış. O nedenle anlattıklarımı duymuyor.
Defalarca anlatmaktan dilimde tüy bitti! Bağırmaktan sesim kısıldı! O uzunluğundan şikâyet ettiğin ders kısaca “Allah var ve bir!” demek... Ledun doktor ne demek? Anlayamadım.”
“Melekler gelip, rüyada tedavi ediyorlar. Görevliler... Allah’ın izniyle işlerini yapıyorlar. Şifa veriyorlar. Neden anlayamadın? Efendimize iki kere kalp ameliyatı yapanlar onlar değil miydi! Şimdilerde uzaylı, ufo falan dedikleri de ya cinler ya melekler... Allah’ın emri olmadan uzaydan kim gelebilmiş! Derdi verenden başkası şifasını veremez. Ne haddine! Doktor da ilaç da vesile...“
"Bu hususta çok şey anlatılıyor. Hangisi inanılır hangisi değil, bilinmez. Evliya hikâyelerinde yer alırlar. hemen hemen hepsi birbirine benzer."
"Belki de olanlar günümüze, dilden dile değişerek gelmiştir. Belli başlı evliyalar vardır. Kıssalar hep onların adlarıyla anlatılır. O kadar çok evliya var ki! Millet, her birinin hayatını, yaptığını ettiğini, dediğini nasıl aklında tutacak! Çok bilinen kıssalar, haliyle en tanınmış velilerin adlarıyla aktarılıyor."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 881