- 867 Okunma
- 11 Yorum
- 5 Beğeni
880 - ACİZ MAHLUK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Azizim, şiirlerini okudukça, sevebilme kapasitesine sahip sanal bir varlık düşlüyorum. “Keşke benim hayatımda da öyle bir güzellik olsaydı!” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.” dedi Sadullah Bey. Dedenin şiirleri daktiloda yazıldıkça çıkan nüshalardan ona da veriliyordu. O da okudukça onlara şerhler yapıyordu.
“Geç kalmışsın.” diye çattı Define de ona. Yazdıklarından ve anlattıklarından anladığımız kadarıyla aşkı, en uç noktalarına kadar yaşamış ve o defteri kapatmıştı. Bence onda aşk bitmemiş, aksine daha da yoğunlaşarak Allah aşkı haline gelmişti. Özellikle Islak Kız’a olan aşkının bedensel boyutu yavaş yavaş yok olmuş, ruhsal boyutu, Kaptan’ın sayesinde ortaya çıkan ve hızla artmakta olan Allah aşkının içinde eriyip gitmekteydi.
“Gericiyim, serde yobazlık da var. Geçkin insanın geç kalması anormal mi!”
“Ben de geçkinim. Sana sataşmasam olmaz!”
“Sen geç kalmayanlardansın. Dalında olgunluğa ermiş meyve gibisin...”
“Evet, öyleyim! Muşmulayım! Muş muş, dalında buruşmuş. Hamı ekşi ve buruktur, buruşuğu lezzetli ve tatlıdır. Her şey çok güzel de arkadaşım, bu dünyada sevgi kıt ve ihanet çok! Ahirette ihanet hiç yokmuş. Ne güzel! Dünyada bir şey bulamadık, ümidimiz ahrete kaldı.”
“Haklısın ama biz daha şanslıyız o konuda. Erkek milleti ihanete ne kadar yatkın!.. Bu beni üzüyor. Sence neden ihanet eder, erkekler?”
“Bana kalırsa, kadın görevini gerektiği gibi yerine getirmiyor. Aradaki saygı ve sevgiyi koruyamıyor. Tahammülü az belki. Eşinden çok paraya düşkün oluyor. Daha pek çok sebebi var burada sayabileceğim ya da sayamayacağım. Şimdilik bu kadarı kâfi...”
"Ben de öyle düşünüyorum ama ben eşime ihanet etmedim."
“Aklından geçirmekle ihanetin arasında pek bir fark yok. Demek ki ihanet etmeyen erkek yok. Mutlaka sen de birilerine ya da en az birine ilgi duymuşsundur. İçinde ukde kaldığına inanmıyorum. Ancak gönül denilen nesnenin körelmesi için kim bilir ne kadar uğraşmışsındır, dürüst kalabilmek için... Eşini incitmemek için... Bu arada olan sana olmuştur! bahsettiğin, ukde değil direniştir.
Eğer “Evliliğim boyunca hiç âşık olmadım!" diyorsan, asla inanmam da, mümkün olduğu kadar bu tür duyguları içe kıvırmışsın, kimse görmesin diye... Aşkı, ayakkabılardaki yırtıkları, çoraplardaki delikleri saklar gibi saklamışsın. Sonunda başa çıkamayıp, Allah’a sığınmışsın, benim gibi.
Ben de ihanet edemezdim. Sevgisizliğe de tahammül edemezdim. Kendime bir sevgili bulmam gerekiyordu. Beni sevdiğimden çok sevecek bir sevgili... O, Allah oldu!”
“Bütün bu konuşmalardan çıkan ihanet sözü, tüm sorularımın cevabı oldu. Bunun sorulacağını biliyordum. Cevabımın sonuçları seni üzebilir, belki beni de üzebilir. Onun için şimdilik askıya alıyorum. Bazı değerlerin korunması adına susma hakkımı kullanırsam, bu ikimiz için de hayırlı olur sanıyorum. Ben bir insanım, sen de insansın, o da insan... Gönlü bu yüzden sormuştum. Son cümlelerinde gerçek payı çok ama hep eksik... Asıl olan bu eksikliğin giderilmesi... Bu da ancak arayışın içinde saklı. Tam cevabı ne sende var, ne de bende... Vakit geç mi oldu ne? Gitme zamanı!"
“Sıkışınca kaçmaya kalkma! Antalyalılar gibi bana: "Garpız gescedik!” dedirttirme! Sahi, tenekedeki buzlu suyun içindeki karpuz yeterince soğumuştur. "Duygu! Kızım! Çıkar onu, kes tepsiye de koy şöyle ortaya bakalım! Hep beraber yiyelim! Nasıl da umuttuk!"
“Kaçmak, üstüne gitmekten iyidir. Hemen kalabalıklaştık. Çoğalınca sıkılıyorum.”
“Çok para kazanan tüccarların hovardalığa başladığını, bunu kendi muhitlerinde değil, İstanbul’a mal almaya falan gittiklerinde yaptıklarını biliyorum. İtiraf etmen için demedim bunu. Fakat melek olduğunu da zannetmiyorum. Yaşayışını sonradan düzeltmiş olabilirsin. O da başka... İçkinin izleri hâlâ silinmemişken, çapkınlığın izinin bile kalmadığını mı zannediyorsun? Allah affetmiştir İnşallah!”
“Teşekkür ederim zannın için!”
“İşte seni tasavvufa kadar sürükleyen duyguların kaynadığı yer, gönül!”
“Öyle sanıyorsan, ikna etmeye çalışmam gülünç olur. Yemin etmek yasaklanmış. Kimseyi inandıramam ama eşime asla ihanet etmedim.”
“Beni ilgilendirmez zaten. Din vicdandır. Vicdanınla hesaplaşırsın. Yani şimdi sen, evlilik hayatın boyunca hiç bir kadına kıza bakmadın, bakıp da: "Ne kadar güzel!. Keşke benim eşim olsaydı!" demedin, hiçbir kadın için şiir yazmadın öyle mi? Bazıları çarşı pazar gezer, sadece vitrinlere bakar, bazıları alışveriş eder."
“Evet hepsi var! Sana yalan söyledim! İstersen bir gün sıralayayım!”
“Neden kızıyorsun? Doğal şeyler bunlar. Duygusal olmasaydın, bir de elinden büyük bir servet geçmeseydi, hele hele hiç içki içmemiş olsaydın, sana hemen inanırdım da... Allah, başta beni olmak üzere hepimizi ıslah etsin!”
“Senin nazarında asla hainlikten kurtulamayacağımı anladım.”
“Azrail gibi geriye zaman sayma! Karşıdan karşıya geçer gibiyim. Yeşil yandı ve geri sayım başladı... Nefis ve gönüldür hain eden adamı! Bende de var, sende de var, herkeste var. Gıpta etmek, beğenmek, sevmek, aşık olmak... Bunların sırayla hissedildiği yer, gönül. İnsanı fişekleyen nefis... Günah keçisi hep şeytan..."
“Eşime hiçbir zaman malum mânâda ihanette bulunmadım! Düşüncel ve duygusal anlamda olanlar ihanet sayılırsa bilemem...”
“Ben de cinsellikten bahsetmedim. O senin temiz bir insan ve imanlı bir Müslüman olmandan kaynaklanıyor. Fakat “Hiç hayalini kurmadım, aklımın ucundan bile geçirmedim!” dersen, yalan olur. İnsan, ihtiyaçlar içinde zavallı bir mahluk... Zayıf ve aciz...”
“Bunlar çok mu gerekli ki gündeme oturttun? İnsan terbiyesinin zorluğunu bilirsin. Bilinen şeyleri hatırlatmakla ne yapmak istiyorsun?”
“Nefis, göz görmezse uyuyabilir. Fakat, gözler casus... Beyin seçici... Müdür! Beyin karar verdi mi, kalp hazır zaten, sevmeye programlı... Yeter ki müdürden emir çıksın!.. Frenleri tutmaz! Ruh sevgiyi emer, aşk eder...”
“O ihtiyaçların bir çoğunu ayaklar altına alalı yıllar oldu.”
“Bunların hatırlanması şimdi gerekli. Öyle ya da böyle bir arayış içinde olan sensin. Kınamıyorum. Ne kadar yalnızız!.. Ne kadar içe dönmüş... Yastık kılıfları gibi... Herkesin isteğine göre araçlar gibi yaşamışız. Gaza frene basmışlar... Direksiyon ellerinde... Beklemişiz, beklermişiz..."
“İçimdeki sıcaklığı ayazla, buzla soğuttun. Bu havada üşümeye başladım. Kayak yapmak isterken Uludağ’ın karına gömüldüm. Ruhumu öylesine kararttın ki güneşin doğması imkânsız görünüyor.”
“O sıcaklık beni rahatsız ediyordu. Ben de sıkılıyorum ister istemez. En iyisi, ölmeden önce ölmek...”
“İliklerime kadar titremeye başladım! Bırak beni karanlıklarımda çürüyeyim. Sen de karanlıklardasın zaten... Herkes kendi hücresinin zindanında... Neden açtın bu konuyu durduk yerden?”
“Kalem yazmış, mürekkep kurumuş. Sınavsa, elimizden geldiği kadar direndik, bu yaşlara geldik. Ne kaldı ki şurada? Eteklerimizi toplayalım, çamura bulaşmadan sıratı , yani dünyayı geçelim!”
“Haklısın geçelim! Ümitsiz vakayız zaten!”
“Aslında günaha sebebiyet veren bedeni geçmek kolaydır ama ruhun isteklerine güç yetmez. Hele nefsi yakmak, yok etmek o kadar zor ki! Bence o en büyük sütre, aşılması en zor olan engel!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 880