- 587 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
879 - GÖLGENİN GÖLGESİ
Onur BİLGE
“Kolay gelsin! Bakıyorum da arı gibi çalışıyorsun azizim!” dedi Sadullah Bey. Elinde bir sürü simit ve peynirle gelmiş. Masanın üstüne bırakırken Ahmet’e: “Herkese birer çay!” diye seslendi. Dede biblo yapıyordu. Tezgâhın üzerinde yarı şekillenmiş küçük hayvan figürleri vardı. Burnunun ucuna kaymış olan gözlüklerinin üstünden bakarak:
“Sağ olasın arkadaşım!” dedi. “Şu malzemeleri artık bitireceğim. Mamul malları göndereceğim. Dükkânlara konsinye olarak dağıtacağım. Oda da koridor da doldu. Alt katta adım atacak yer kalmadı! Ahmet bir metre gazete biriktirmiş, onları atacağım. “Atma!” diye, sıkı sıkı tembih ediyor ama dinlemeyeceğim. Kitaplar, dergiler, mecmualar, broşürler... Epey fazlalık var Virane’de.”
“Gazeteleri falan atma! Kışın ateş yakarken lazım olacak size. Bir iki aya kadar soba yakmaya başlayacağız. Yükü hafiflet, lüzumsuzları at! Gerekirse beni de... Kuş gibi hafifle! Hayata bir daha gelecek değilsin!”
“Düşeceğimi anlayınca atarım artık en son çare. Henüz rahat rahat uçmaktayım.”
“Allah değil seni, düşmanımı bile üşürmesin! Düşünce kalkması zor!”
“Tütünüm bitti. Pipo içemedim. Dün bir paket sigara aldırdım. İki tane içtim. Kendimi işe verdim. Elim boş kalmadı ya... Bu zamana kadar henüz hiç içmedim. Meretin yarısı zehir alışkanlığıysa, yarısı da el alışkanlığı... Bazıları dudak tiryakisi olduklarını söylerler. Güya dumanı içlerine çekmezlermiş.”
“Bugün verdiğin en güzel haber! Sen güçlü bir adamsın, istesen bırakırsın!”
“El yatar, ellez oturur.” Bu ne? Bil bakalım!”
“Ben olmalıyım. Aslında lambadır ama... Ben de mi romana başlasam, ne yapsam? Şiirlerini okudukça ilham geliyor. Ben de bir şeyler yazmak istiyorum. Bu konuda iddialı değilim ama yazabileceğim çok şey var. Aslında benim hayatım roman!”
“Aklında ne var?”
“Gölgeyim ya ben... Yani sadece bir hiç... Adını da Gölge Adam koysam! Akımda ne mi var? Akıl var mı ki içindeki olsun!”
“Herkes , her şey, kâinat perdesinde birer gölge... Allah’ın Nuruyla var.”
“O zaman Gölgenin Gölgesi olsun! Böylesi daha iyi... Güneş elini eteğini toplayıp köşesine çekildi mi Gölge de kaybolur,
Gölgesi de...”
“Çöle İnen Nur’u okudun mu? Necip Fazıl’ın. İkinci kere okuyordum. Onun hastalığı iç sıkıntısı yaptı. Bıraktım.”
“Hayır okumadım.”
“O ve Ben var, Necip Fazıl’ın. Çok güzel! Okudun mu? Abdülhakim Arvasi Hazretlerini anlatıyor. Çöle İnen Nur’da Peygamber Efendimizi... Peygamberler Halkası’nı ve onu gözyaşları arasında okudum. Peygamber Efendimizi çok özledim!”
“Yanında da haberin yok! İnanmadın değil mi? O halde İnşallah rüyanda görürsün!”
“İnşallah da layık değilim gibime geliyor.”
“Neden?”
“Eski konsantrasyonum, ibadetim yok.”
“Fetret dönemi herkeste olur. Bu bir an meselesi... En değerli zaman an...”
"Veda hutbesini dinleyince sevgim depreşti. “Şahit ol Ya Rab! Şahit ol Ya Rab!.. Şahit ol Ya Rab!..” Sesi nasıldı? Ses tonu nasıl? En güzel erkek sesine sahipti mutlaka! O sesi öyle duymak istedim ruhumun derinliklerinde. Kâfire karşı heybetli, azametli, ümmetine karşı şevkâtli, yumuşak bir ses... Seste merhamet, anlayış ve olanca güzellik..."
“Âşığın öyle hali olur ki ne namazdan ne oruçtan ne Kur’an okumaktan ne de diğer nafilelerden haz almaz. Aşkıyla baş başadır, aşka âşıktır. Onda ondan gayrısı olmaz. Bazen de ibadetten başka şey düşünemez.”
“Epeydir onun için şiir yazamadım.”
“Ondan uzak kalırsan, o da sana uzak kalır. Yakınında ara!”
“Bir şiir yazsam, teşekkür edercesine rüyama gelirdi. O kadar mütevazi, o kadar nazik!”
“O şiire gelmez, müştaklarına gelir. Görme aşkın varsa görürsün.”
“Şiir, o iştiyaktan yazılıyor zaten. Şu anda görme aşkı var."
“İyi kontrol ettin mi?”
“İçimde, şiddetle onu görme isteği var. Hasretten öte... Ona yakın olmak için onu okumalıyım. Görmesem de hayalimde yaşar.”
“O kısıtlı bir süreye sığmaz. Bir başka zaman sadece bu konuyu işleyelim!”
“Bugün! Herkes “Nefsi!.. Nefsi!..” O: “Ümmeti!.. Ümmeti!..” Dizlerinin üstünde, gözyaşları içinde yere kapanmış vaziyette..."
“Hayır! O frekansı yakalamam lazım. Şu anda diyor ama duymak? Bugün zaman kâfi gelmez.”
“Ağlayacağımı bildiği için, hediye verdi. Daha ağlamadan teselli etti beni rüyanla. “Ümmetimin ayağına diken batsa, acısını ta ciğerimde hissederim!..” diyen Şefkat Peygamberi..."
“Lakin şunu kesin bilelim ki hayale yer yok! Şu an acılarını en iyi duyan kim?”
“Allah!”
“Sen mi daha çok duyuyorsun, Allah mı?”
“O!..”
“Emin değilsin.”
“Acılarımı daha ben yaşamadan Resulullah Efendimiz yaşadı! Ya Allah? Bize bizden yakın!"
“Fakat kendinin duyduğundan eminsin.”
“Şoktayken duymuyorum.”
“Bütün sır burada! Allah’la insanın arasındaki en büyük perde nedir?”
“Hayat...”
“Cehalet... Önce cehalet... Hayat tek başına değil... Diri bir zamanımızda konuşalım!”
“Allah, ilimle bilinmez. Öyle olsaydı, daha beş altı yaşındayken O’nunla hiç bir bağım olamazdı.”
“Bugün yatmadan Tekasür Suresini oku, anlamaya çalış. Ne kadar anlayabilirsen... İlimle bilinmeyeceğini ben söyleyince kıyamet koparıyordun ama ilimsiz de olmaz! Ya vehbi ya da kesbi...”
“Kuran ilim kaynağı zaten de, cahil Allah’ı bilemeseydi, ümmi Peygamber ve cahil Yunus nasıl bilecekti!”
“İllaki ilim olacak!”
“İlim olacak muhakkak da, önemli olan ihlas değil mi!"
“Cahili yanlış anladık. Firavun’un da Hazreti Musa’nınki kadar bilgisi vardı. Onu o yetiştirmedi mi! Bilgisine güvenmeseydi, İlahlık iddiasıyla koca bir ülkeye hükmetmeye kalkar mıydı! Fakat cahildi. Önce bilme, sonra arama derdi olmadan, zor... Dertsiz çok zor çok! Sonra hayretler başlayacak. Aşkla yanmalar olacak. Bunlar bildiğin şeyler... O halde bilmediklerimiz ne? Neyimiz eksik? Klasik söz! Hiç kimse Allah’ı ibadetle bulmadı ama Allah’ı bulanlar da ibadetsiz değildi. O halde eksik olan ne?
Rivayet edilir ki Hz Ali: “Ben görmediğim Allah’a inanmam!” der. Zaten Allah, Zahir olduğunu bildiriyor. O zaman biz neden göremiyoruz? Onun için önce hayallerden kurtulmak lazım! Her taraf ayna... Aynada herkes ve her şey var.
Sırat köprüsü insanın beliğidir, aklıdır. Akılsa sınırlıdır. Biraz zorlansa ya hayale dalar ya bahane arar. Onun için Yunus:
“Bu aklı fikrile Mevla bulunmaz” demiş.
Peygamberimizle ilgili buraya, bu noktaya kadar geldik. Nereden başlasak yarım kalacaktı. Bugünlük bu kadar yetsin! İnşallah bir başka zaman Onunla başlayalım, Onunla gidebildiğimiz yere kadar gidelim! Tamam mı azizim?”
“Yine yorgun musun? Ağrıların sızıların mı var?”
“Pek değil... Bu konuyu uzatmamak için söyledim. Çünkü tam bir temele oturtulmazsa konu dağılıyor. Neden sustun?”
“Sözünü kesmek istemedim. Diyeceklerin, onunla ilgili olduğu için önemli...”
“Sağ ol ama sözü bağladık, gözü de bağladık. İnşallah özümüz hep açık kalır!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 879
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.