- 559 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
878 – EŞİK
Onur BİLGE
“Bursa’ya taşındıktan sonra evden çıkmamaya kesin niyetliydim. Bir süre öyle yaptım. Zaten burada çevrem yoktu. Zaruri ihtiyaçlar dışında kapı dışarı çıkmadım ama birkaç ay sonra bunaldım. Biraz daha kapalı kalsaydım, kafayı yiyecektim. Kendi kendime konuşmaya başlamıştım. ”
“Kaç gündür Allah adına yaptığımız kavga, senin kendi kavgan. Ben seni özellikle tahrik ettim, daha sağlıklı düşünerek en iyi kararları alman için... Oradan buradan bahsediyorduk ama aslında konuştuğumuz senden başkası değildi. Ne olur kendine ihanet etme, yazık etme, kendine kıyma! Ben de seni zorlamam. Söz! Bir daha seni beyin fırtınasına sokmam. İnşallah sen de içsel hesaplaşmadan kurtulursun.”
“Benim senden şikâyetim yok. Sen sadece binlercesinden birisin. Hem de en hafifi... Bu arkadaşlığımız ne kadar güzel, ne kadar faydalı! Allah’ın olmasını istediği gibi...”
“En hafifi benim, öyle mi? Güzel!”
“Aramızdaki anlaşmazlıklar, benim kılı kırk yarmamdan, arayıp arayıp bulup, masaya yatırmalarımdan oluyor. Öyle sorular geliyor ki hatırıma! İnan ki aklımdan geçirdiklerimden bile suçlu tutuyorum kendimi.”
“Bunlar normal şeyler ama kalıcı hale getirmen çılgınlık, tedavisi zor bir hastalık... Sürmenaj olursun, depresyona girersin.”
“Onun için, bir de sen üstüme gelince, burada akşamları çıkmak adedim olmadığı halde iki gün üst üste evden çıktım, gece yarılarına kadar sokaklarda dolaştım. Delirecektim yoksa!”
“Daralınca çıkmalısın tabii. Sonra isyan noktasına gelirsin, Allah korusun! Gece yarısı da olsa, çekinme gel! Burada bir dostun olduğunu unutma! Dost, en çok böyle zamanlarda lazım!”
“O saatlerde Virane’de el ayak çekiliyor. Sen de uyuyor olmalısın. Değilse kendine ait zamanlarını okuyarak yazarak geçiriyorsundur. Kalkıp benimle gezecek değilsin ya! Yani o saatlerde sen de yoksun ve biliyorsun ki benim senden başka kafa dengi arkadaşım yok.”
“Faydam oluyorsa, elimden ne gelirse yaparım. Uyumam, dinlerim seni. Yeter ki aradığın doğruyu bulalım!”
“Yük olmak istemedim kimseye. Şimdi de sana... Hayatlarımızın benzer yanları çok. Farklı kulvarlarda farklı yarışlar... Allah bundan sonra dayanma ve tahammül gücümüzü daha da artırsın! Aynı dönemin insanları, aynı sosyal ve ekonomik olayların şahidi ve mağduruyuz ne de olsa. Önceleri ağrılarım sızılarım uyutmazdı. Şimdi onlardan çok iç ağrı ve sızılarım uyutmuyor beni. Yorgunluktan bayılacak hale gelmesem uzanıp yatmıyorum bile. Nihayet ilaçların yardımıyla, kısa süreliğine de olsa beyhut gidiyorum! Rüya bile görmüyorum.”
“Maddi manevi sıkıntılar, görünüşte şu nedenle bu nedenle, şunun yüzünden bunu yüzünden ama aslında bir Fail var arka planda ve O görünmüyor ilk etapta. Onları bertaraf edecek olan, o sıkıntıları verenden başkası değil! O izin vermeden kimin haddine zarar vermek! O dilemeden kimin gücü yeter ki düze çıkarmaya! İnşallah, hamd ede ede bu dertler çıkıp gidecek.”
“Şikâyetim yok. Daima şükrediyorum.”
“Duyduğuma göre şükür, şükran, yani teşekkür anlamında olup, müteşekkir oluşu ifade eder “Ne verirsen kaldırabilecek güçteyim!” anlamına gelirmiş. Hamd ise hastalığı, musibeti, felaketi bıçak gibi kesermiş! “Bu kadarı kâfi! Dayanacak gücüm kalmadı!” anlamındaymış. Fatiha’nın şifa için okunması, özellikle en başındaki hamd nedeniyleymiş. Biliyorsun o sure, şifadır, duadır, Kur’an’dır!”
“Elhamdülillahi külli hal! Her halim için Allah’a hamd olsun!”
“Teşekkür herkese, hamd yalnız ve ancak Allah’a... Neden kısa olduğu halde Fatiha başa geçmiş? Neden her namazda mutlaka, her rekatta ve de ayakta okunacak?”
“Ben de onu sorar dururum.”
“İçinde, en başında hamd var da ondan... Bir nimetleri sunan, yağdıran var, bir de alan... Verenin alanlardan tek istediği hamd...”
“Tamamını değil, sadece Elhamdülillahi Rabbil âlemin”i...”
“İkra!.. dedi, Kur’an’ı açtık, okuyacağımız ilk sözcük hamd... El hamd! Hamdolsun! Kime? El hamd-ü Lillah... Allah’a hamd olsun! Kimdir O? Âlemlerin Rabbi! Nasıldır? Er Rahman-ir Rahîm! Merhametlilerin en merhametlisi... Buraya kadar birinci bölüm... Kul, demesi gerekeni dedi. Öğrenmek istediklerini sordu ve cevaplarını aldı. Allah’ı, bir nebze de olsa, o an için yetecek kadar bildi. Fakat iyi kötü bütün kullar için işin iç yüzünü henüz anlayamadı. Detaylardansa tamamıyla habersiz...
İkinci bölümde çok şiddetli bir tehdit var! Maliki yevmid dîn!.. Din gününün sahibi!.. Ayağını denk al!.. Sigaya çekecek! Hesap vereceğini iyi bil!
Ondan sonra kul irkilerek duaya başlar. Üçüncü bölüm sona kadar duadır.”
“Bu dersi bitiremedim! Elhamdülillahi Rabbil âlemin’de kaldım. Ötesine geçemedim! Anlamıyor musun, yoksa ben mi anlatamıyorum? Tamamının anlamından bahsetmiyorum. Burası çok önemli benim için! Gerisini bilemem. Onu hatmedebilirsem, diğerleri çözülecek.”
“Sana bunun için kızıyorum zaten! Kavgalarımızın baş sebebi bu! Sen, zorlaştıra zorlaştıra dinden soğutacaksın beni! Ben: “En alt düzeyde kalalım, bize yeter! İlerleyememekten iyidir yüzeyden gitmek.” diyorum, sen izam ediyorsun! İnceliyorsun da inceliyorsun! O kadar derine iniyorsun ki çıkmakta zorlanıyor, vurgun yiyorsun! İşte ruhsal sıkıntının en büyük sebebi bu! Anlam içinden anlamlar çıkarıyor, pireyi deve yapıyorsun, sıkıntıyı kendin çoğaltıyor, sırtlanıyorsun! Bazı ayetlere takılıp kalıyorsun. Anlamları Uludağ haline getiriyor, altında kalıyorsun! “Âlemlerin Rabbi’ne hamd olsun!” deme... Biliyorsun. “Adı göklerde Ahmed, yerde Muhammed olan...” İki isim de hamd kökünden geliyor. Ziyadesiyle hamd eden... İçindeki üç sessiz harf, hmd kök... Mehmed, Muhammed, Mahmud hepsi aynı kökten... Bunların hepsi, ziyadesiyle hamd eden demek. Mustafa, ıstıfa edilen demek. Seçilen, seçilmiş olan...”
“Ben kendime söylüyorum. Başkalarına değil... Dedim ya benim dersim kolay! “Elhamdülillahi Rabbil âlemin... Ziyadesine sınır olmadığından, hâlâ sadece “Elhamdülillahi Rabbil âlemin” ayetinin ipine bağlanmış gidiyorum...
“Fetih, fatih, Fatiha, Fettah...Açan, fetheden demektir. Fettah, anahtar sıfattır. Anahtarın dişleri de hamddır.
“İşte o kapıyı açamadım. Açabilseydim orayı fethedebilecektim. Bütün bunların sözü kolay... Ya içi? Ben beceremedim. Becerenlere ne mutlu! Ayaklarının altını öperim!”
“Fatiha’ya devam er! Anlamını düşüne düşüne... Gerisini hiç düşünme!”
“Tamam! Önce âlemi anlamaya çalıştım. İsim alan her şey bir âlem... Her şende oluşu, o âlemlerde oluşu... Her şen bir fiil... Her fiile hareket veren O! Orada Rububiyeti anlamak, iyice kavramak, yaşamak, şahit olmak, sonra da gerek Celal’inden gerek Cemal’inden gelene hamd-ü senalar etmek “Elhamdülillahi Rabbil âlemin!” diyebilmek... Geçemedim bu dersi! Kendime anlatamadığımı kime anlatabilirim!
Hem içte hem dışta, hem harekette hem sükûnda sadece “Elhamdülillahi Rabbil âlemin!” diyebilmek... Gözünü açsan O, kapatsan O! İyilere baksan O, kötülere baksan, Rab yani terbiyeci olarak yine O!
Geçemedim o dersi! Geçemedim öteye! Açamadım fetih kapısını! Giremedim içeriye! Hep eşikte kaldım. Boynum eşikte... Der kapı... Viş eşik... Türkçesi, ben kapı eşiğiyim. Kısacası derviş...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 878
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.