Gölgenin Durağı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bu bir gölgenin hikâyesidir. Belki sıra dışı, belki çok tanıdık...
Vakit tamamdı. O yolculuğu anlatmalıydı artık. İçi içini kemirip bitirmeden, anlatmalıydı. O vakit şimdiydi:
Bir zamandır zemherinin orta yerinde gibiydi. Distopik bir hayat ve dünya vardı yeryüzünde. Sanki insanlık felce uğramış ve insan olma vasıflarını yitirmişti. O da payını almıştı bundan.
Bu nedenle, ben bir gölgeyim, demişti. “Kaçmalıyım. Tahammülüm yok bu dünyaya” diyerek, mecrasından kaçtı. Dost bildiklerinden; onları deşifre eden riyalarından; süslü cephelerinden, “kardeş” naralarından, adım adım uzaklaştı. Gürültüsüz. Patırtısız ve izsiz uzaklaştı...
Bıraktı hepsini. Geride bıraktı “kokuşmuş kadavra yığını”nı. Evet! En öfkeli anlarında hep öyle diyordu çünkü.
O, izole olmayı seçti. Nahoş bir haldi, ama gerekliydi. Hem de çok gerekliydi... Bununla da yetinmedi: anlayacağınız, o, dimağından, ütopyasından; “uğruna ölüme giderim” dediği düşlerinden de kaçtı...
Yani, insana dair ne varsa, o izlerin hepsini silip süpürmek istercesine uzaklaştı.
Bu bir nefret miydi? Hayır, hayır. Sadece insanların müraillikleri midesini bulandırıyordu artık. Ya onlar gibi olacaktı; ya da onlardan elini eteğini çekecekti. İşte O, ikinci alternatifi seçti. Hakkıydı bu.
Artık obsesifti. İliklerine kadar attığı her adımda, varacağı durakları, varmadan inceler oldu. Hem de adamakıllı inceledi. Kontrolsüzdü.
Ve zifri distopyası daraldıkça daralıyordu. O, zulasının kuş uçmaz, kervan geçmez “sığınağında” be çareydi. Korkuyordu da. Hem de çok...
Fakat korkularını yenmek için, yeni yöntemler geliştirmişti; yani boş durmuyordu. O, ha bire topluyor, çarpıyor ve bölüp çıkarıyordu. Sabırla... Nasılsa boldu zamanı...
Sustuğu ve ortalıkta görünmediği sürece, karışanı olmayacaktı nasılsa! Ne var ki, edindiği sonuçları yadırgadı: Şaşırtıcı buldu...
Böylelikle yeni deneyimler ediniyordu o daracık zulasında. Zira kafası çalışıyordu. Dışarıdan pek anlaşılmasa da, yetenekliydi, yaratıcıydı.
Bu yeni “meşgale”sini zamanla pek sevdi! Her bir kıpırtıyı, sesi, tepkiyi itinayla inceler ve hesaplar oldu. Dedim ya obsesifti.
Anlayacağınız, O, her geçen gün yani yeni “normal” huylar ediniyordu.
Kaçamadıkları mı? Onlar da vardı elbette ve çözmekte zorlandığı handikaplardı bunlar. İç dünyasını etkileyen, karakteristik ve soyut etkenlerdi. Bundandır ki, tümden yolunu şaşırdı gülüşleri. Oysa o, ne çok severdi gülmeyi...
Göğsünün orta yerinde, dipsiz bir Munch çığlığının* dayanılmaz ağırlığı vardı. Düğüm düğümdü ruhu. Ne kadar bağırırsa bağırsın, çıkmıyordu sesi. O ses, bir türlü çıkmak bilmedi...
Demem o ki her şey- zaman dahil- sırtını dönmüştü O’na. Kamburu her geçen gün yükseliyordu; olabildiğince ağır ve taşıması da çetindi.
Fakat paradoksal olan da buydu: O, son gücünü topladı. Çatlak aynayı içindeki “kendine” tuttu. Orada, biriktirdiği heceleri aradı. Yeni ve histerik bir haldi bu; yani alışılmışın ötesinde...
Yırtılsa da teni, felce de uğrasa parmakları, kararlıydı. O, aradığı heceleri bulacaktı...
Hiroşima ağıtlarının, dumanının çıplaklığında gibiydi-tıpkı yanan o çıplak kız çocuğu gibi sıyrılacaktı karanlığın ağusundan. Pes etmeden, içinde bir yerlerde saklı olan hecelerini bulacaktı...
Nitekim nitekim belirdi o aradıkları; ruhunun ve beyin hücrelerinin kıvrımlarından birer birer çıktılar gün yüzüne. Salyangoz hızıyla da olsa çıktılar ortaya...
Tutuştular el ele. İşte, “mucize” dedikleri, bu olmalıydı... Tümceleri can buldu o zifiri karanlıkta. Yüreğine seslendi o vakit.
Dinledi, özveriyle dinledi her bir hecenin masum sesini. Ve onlarda, ruhunun sesi geziniyordu. Tıpkı emekleyen bir bebek gibiydi bu diriliş; kimi zaman hoyratçaydı. Yabaniydi. Ancak emindi.
Buydu varacağı son durak.
Ürkmüş bir kedi gibiydi. İnanıp inmeli miydi o durakta?
Sonunda, tüm cesaretini topladı... Bastı ayağını o durağa.
Dilini yutmuş gibi suskundu. Işıkları ölü gibiydi o şehrin...
Göğüs kafesinde gizliydi defteri ve onu, sıkı sıkı tutuyordu.
Defterin sararmış yaprakları rüzgâra kapılmış gibi titriyordu. Tir tir titriyordu. Tıpkı onun içindeki fırtınalar gibiydi...
O durakta etrafına bakındıkça, daha da emin oldu. Burasıydı aradığı yer. O “son durak” buydu.
“Kalem-Defter”durağı, dedi sonunda. Diyebildi.
Sevdi sesinin tınısını.
Gözlerinin gördüğünü sevdi
O tarifsiz heyecanı
O anı, günü ve kendindeki gücü
Sevdi, hem de çok sevdi bu niyazı...
İşte o günden beri, ona sadık bir yoldaştı Kalem-Defter. Mahirdi. Eskilerden kalma, zihninde burukluğu ve tortusuyla ötelediği aşklar gibi değildi bu. Bunun sevgisi bambaşka bakiydi. Kolları dirençli ve hep gergindi.
Bunun içindir ki, o, Kalem-Defter’de tutuklu kaldı.
Heidi Korkmaz, Haziran 2019 Sthlm
YORUMLAR
Bu
bir gölgenin
hikâyesidir.
Bel ki
sıra dışı,
belki çok tanıdık...
Vakit
tamamdı.
O
yolculuğu
Anlatmalıydı artık.
İçi
içini kemirip
bitirmeden,
anlatmalıydı.
O vakit şimdiydi:
Bir zamandır
zemherinin
orta yerinde gibiydi.
Distopik bir hayat
ve dünya vardı
yeryüzünde.
San ki
insanlık felce uğramış
ve insan olma
vasıflarını yitirmişti.
O da payını almıştı
bundan.
Bu nedenle,
ben bir gölgeyim,
demişti.
“Kaçmalıyım.
Tahammülüm
yok bu dünyaya”
diyerek,
mecrasından kaçtı.
Dost bildiklerinden;
onları
deşifre eden riyalarından;
süslü cephelerinden, “
kardeş” naralarından,
adım adım uzaklaştı.
Gürültüsüz.
Patırtısız
ve izsiz uzaklaştı...
Bıraktı hepsini.
Geride bıraktı
“kokuşmuş kadavra yığını”nı.
Evet!
En öfkeli anlarında
hep öyle diyordu
çünkü.
O,
izole olmayı
seçti.
Nahoş bir haldi,
ama gerekliydi.
Hem de
çok gerekliydi...
Bununla da yetinmedi:
anlayacağınız,
o,
dimağından,
ütopyasından;
“uğruna ölüme giderim”
dediği
düşlerinden de kaçtı...
Yani,
insana dair
ne varsa,
o
izlerin hepsini silip
süpürmek
istercesine uzaklaştı.
Bu
bir nefret miydi?
Hayır, hayır.
Sadece
insanların müraillikleri
midesini bulandırıyordu
artık.
Ya
onlar gibi olacaktı;
ya da
onlardan
elini eteğini çekecekti.
İşte O,
ikinci alternatifi seçti.
Hakkıydı bu.
Artık
obsesifti.
İliklerine kadar
attığı her adımda,
varacağı durakları,
varmadan inceler oldu.
Hem de
adamakıllı inceledi.
Kontrolsüzdü.
Ve zifri distopyası
daraldıkça
daralıyordu.
O,
zulasının
kuş uçmaz,
kervan geçmez
“sığınağında”
be çareydi.
Korkuyordu da.
Hem de çok...
Fakat
korkularını yenmek için,
yeni yöntemler geliştirmişti;
yani boş durmuyordu.
O,
ha bire topluyor,
çarpıyor
ve bölüp çıkarıyordu.
Sabırla...
Nasılsa
boldu zamanı...
Sustuğu
ve ortalıkta
görünmediği sürece,
karışanı olmayacaktı
nasılsa!
Ne var ki,
edindiği sonuçları
yadırgadı:
Şaşırtıcı buldu...
Böylelikle
yeni deneyimler
ediniyordu
o
daracık zulasında.
Zira
kafası çalışıyordu.
Dışarıdan
pek anlaşılmasa da,
yetenekliydi,
yaratıcıydı.
Bu yeni “meşgale”sini
zamanla
pek sevdi!
Her bir kıpırtıyı,
sesi,
tepkiyi
itinayla inceler
ve hesaplar oldu.
Dedim ya
obsesifti.
Anlayacağınız,
O,
her geçen gün
yani
yeni “normal” huylar ediniyordu.
Kaçamadıkları mı?
Onlar da vardı elbette
ve çözmekte zorlandığı
handikaplardı bunlar.
İç dünyasını etkileyen,
karakteristik
ve soyut etkenlerdi.
Bundandır ki,
tümden yolunu şaşırdı gülüşleri.
Oysa o,
ne çok severdi gülmeyi...
Göğsünün
orta yerinde,
dipsiz bir Munch çığlığının*
dayanılmaz ağırlığı vardı.
Düğüm düğümdü ruhu.
Ne kadar bağırırsa bağırsın,
çıkmıyordu sesi.
O ses,
bir türlü
çıkmak bilmedi...
Demem
o ki her şey-
zaman dahil-
sırtını dönmüştü O’na.
Kamburu
her geçen gün yükseliyordu;
olabildiğince ağır
ve taşıması da
çetindi.
Fakat
paradoksal olan da buydu:
O,
son gücünü topladı.
Çatlak aynayı
içindeki “kendine” tuttu.
Orada, biriktirdiği
heceleri aradı.
Yeni
ve histerik bir haldi bu;
yani alışılmışın ötesinde...
Yırtılsa da teni,
felce de uğrasa parmakları,
kararlıydı.
O,
aradığı heceleri bulacaktı...
Hiroşima ağıtlarının,
dumanının çıplaklığında
gibiydi-
tıpkı yanan
o çıplak kız çocuğu gibi
sıyrılacaktı karanlığın ağusundan.
Pes etmeden,
içinde bir yerlerde saklı olan
hecelerini bulacaktı...
Nitekim
nitekim
belirdi o aradıkları;
ruhunun
ve beyin hücrelerinin kıvrımlarından
birer birer
çıktılar gün yüzüne.
Salyangoz hızıyla da olsa
çıktılar ortaya...
Tutuştular
el ele.
İşte, “mucize” dedikleri,
bu olmalıydı...
Tümceleri can buldu
o zifiri karanlıkta.
Yüreğine
seslendi o vakit.
Dinledi,
özveriyle dinledi
her bir hecenin masum sesini.
Ve onlarda,
ruhunun sesi geziniyordu.
Tıpkı emekleyen bir bebek gibiydi
bu diriliş;
kimi zaman hoyratçaydı.
Yabaniydi.
Ancak emindi.
Buydu
varacağı
son durak.
Ürkmüş
bir
kedi gibiydi.
İnanıp
inmeli miydi
o durakta?
Sonunda,
tüm cesaretini topladı...
Bastı a
yağını
o
durağa.
Dilini
yutmuş gibi
suskundu.
Işıkları ölü gibiydi
o şehrin...
Göğüs
kafesinde gizliydi defteri
ve onu,
sıkı sıkı tutuyordu.
Defterin
sararmış yaprakları
rüzgâra kapılmış gibi
titriyordu.
Tir tir titriyordu.
Tıpkı onun içindeki
fırtınalar gibiydi...
O
durakta
etrafına bakındıkça,
daha da
emin oldu.
Burasıydı aradığı yer.
O
“son durak” buydu.
“Kalem-Defter”
durağı,
dedi
sonunda.
Diyebildi.
Sevdi
sesinin tınısını...
Gözlerinin
gördüğünü sevdi
O
tarifsiz heyecanı
O
anı,
günü
ve kendindeki gücü
Sevdi,
hem de
çok sevdi
bu niyazı...
İşte
o günden beri,
ona sadık bir yoldaştı
Kalem-Defter.
Mahirdi.
Eskilerden kalma,
zihninde burukluğu
ve tortusuyla ötelediği
aşklar gibi değildi bu.
Bunun
sevgisi
bambaşka
bakiydi.
Kolları dirençli
ve
hep gergindi.
Bunun içindir ki,
o,
Kalem-Defter’de
tutuklu kaldı.
Mükemmel eserini şİire çevirdim dost kalem birde okuyucularına bu tarz şiir olarak da sunarsan sevinirim
selamlar
GÜNAYDIN
Tüya
Yine de çok teşekkür ederim.
Bu yazımın şiir versiyonu 24/7-21 de yayınlanmış durumda. Okumanızı öneririm.
Teşekkür ve saygılarımla.
HASAN ÇAPRAZ
selamlar
İç içe geçmiş yolların ortasında bir iç döküm durağı...
Silemeyiz istesek te...
Geri teper bir zaman sonra...
Bir gün gelir, zaman geçmiş, yitmiştir...
Kimi aranır da bulunmaz izleri artık...
Hayır kaçış değil bu...
Yeni yeniden farkı fark ederek var olmak...
Dayanılır gibi...
Çok saygımla.
Tüya
Ve aradıkça kaybolan; bulunduğunda da yabancı gelen arayışlar...
Rasyonel bir yaklaşım mıdır, bilemiyorum.
Var olmaya tolere etme çabası belki de...
Yani tıpkı dediğiniz gibidir olan: "İç içe geçmiş yolların ortasında bir iç döküm durağı..." elde kalan... Yansımalar...
İyi ki varsınız, iyi ki düşünen, düşündüren, değerli Üstadımsınız.
Yürekten teşekkürler, saygılar ve sevgilerimle.
Esen kalın...