- 639 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
872 - DENİZDE DAMLA
Onur BİLGE
İki kafadar bir araya gelince, onların konuşmalarına Sarı’nın miyavlaması da Çiçek’in cıvıltısı da eşlik etmiyor. Hani o radyolar çalarken bülbüller bile susarmış ya... Aynen öyle oluyor. Çıt çıkmıyor. Hukuk derslerinde de öyle oluyordu. Kamber bile boya sandığını bırakıyor, kapının aralığından ders dinliyordu.
Define, o çok değerli arkadaşı gelince bir punduna getirip, duvar yıkma yoluna gidiyor, bir şeyler öğrenmek ve öğretmek için çabalıyordu. Konu bulmada da hiç zorlanmıyordu. Hatta bu konuda mahir sayılırdı. Yine bir ayetle söze girdi. Arkasından diğer ayete geçti. Sözün nereye gideceğini ve sohbetin nasıl süreceğini merak ediyorduk. Sorular da oluyordu. Üstlerinde düşünülmesi sağlanıyordu. İlle de ille cevaplanmaları gerekmiyordu. Konulara dikkat çekilmesi bile yeterli görülüyordu. Zaten her sorunun, herkes için aynı olan kesin bir cevabının olması imkânsızdı.
Sadullah Bey, çoğu zaman düşündürmekle yetinmeyi tercih ediyordu. Dede ise kesin cevap bekliyor, gelmezse kendisi cevaplama yoluna gidiyordu. Allah, neden düşünmediğimizi tekrarlıyor, mutlaka ama mutlaka düşünerek gerçeğe ulaşmamızı emrediyordu.
Belki ikisi de haklıydı ama Sadullah Bey sakin, kendinden emin ve temkinli, Define ise aceleci, kırgın ve kızgındı. Önemsenmediğinden, küçümsendiğinden yakınıyordu. Nihayet patladı!
“Arkadaşım, hani bir ayet var ya... “İman edenler ve iyi işler yapanlar, Firdevs cennetlerine indirilirler.” İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar, son nefese kadar kimse kendinden emin olamaz. Kimin cennetlik, kimin cehennemlik olacağı belli olmaz! Bakarsın, cennetliklerin yaptıkları işleri yaparlar, cehennemlik olarak ölürler, cehennemliklerin yaptıkları işleri yaparlar, cennetlik olarak ölürler. Kimin nereye gideceğini Allah’tan başka kimse bilemez! Belki bir insan, son âna kadar gaflettedir, Allah’ın yardımı yetişir, tövbe eder, iman eder... Bir anda tüm günahları sıfırlanır. Yeniden doğmuş gibi olur. Neticede cennetlik olarak gider. Aksi de mümkün... Yani tehlike büyük! Ne dersin?” diye usul usul başladı.
“Kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu bilemeyiz azizim. Ona memur da değiliz. Herkes kendisinden mesul! Tabii ki vaziyet çok ciddi!” dedi diğeri.
“O zaman kim bilebilir, kim evliya, mertebesi ne, kim değil? Hızır neden gizli? Her gördüğüne hüsnü zan edeceksin, Hızır’mış gibi davranacaksın, insana Allah için saygı duyacaksın. Allah: "Kulumu benden iyi bilemezsiniz. İyidir diyerek kapıyı sonuna kadar açmayın, kötüdür diyerek de iyice kapatmayın. Aralık bırakın." demiyor mu!”
“Hazır olduğundan, apaçık olduğundan gizli... Kimsenin hınzırlığını yenip de Hızır’ı göresi yok ki! Cenabı Hak Peygamberine: “Sen onların vekili değilsin!” diyor. Biz neyin peşindeyiz!”
“Hasbinallah ve ni’mel Vekil ve ni’mel Mevla ve ni’mel Nasir!”
“Allah bize yeter! O ne güzel Vekil’dir! Ne güzel Mevla ve ne güzel Yardımcı’dır! Biz kendimizden sorumluyuz. Konuşulacaksa, kimse kimsenin günahını yüklenmeyecek!"
“Yani bütün imamlar, bütün rehber şahsiyetler bir şey bilmiyor, yani Hadisler yetmemiş, kimse bir şey bilmiyormuş da sadece seni yetiştiren zat mı biliyormuş? Sen de ondan öğrendiklerine dayanarak bildiklerimi azımsıyor, beni çömez olarak gördüğün için küçümsüyorsun. Yetmiyor, imamların anlattıklarını da yeterli bulmadığından bahsediyorsun. Söylediklerim için zaman zaman: “Bizim cami imamının dediği gibi... Bana yeni bir şeyler söyle!” diyorsun. Ben yıllardır ne yapmışım? Boşa vakit mi öldürmüşüm? Herkesin bildiği aynı, o da Kur’an değil mi? Bir de sünnet... O kadar! Başka ne var?”
“Onlara da sana da dil uzatan kim! Sana boşa vakit öldürdüğünü diyen de olmadı. Nerden çıkarıyorsun bunları?”
“Dediklerim için neden: “Dedem de biliyor onu! İmam da aynı şeyi diyor.” diyorsun? Tabii ki herkes aynı şeyi diyecek. Kur’an tek! Herkes orada yazılı olanı diyor.”
“Sen de az şey bilmiyorsun. Üstelik çekirdekten yetişmediğin halde epey ilerlemişsin. Senin de benim de kendimize yetecek kadar bilgimiz var. Denizde damla misali... Ne sen âlimsin ne de ben... Benim senden farkım ne?”
“Peki, neden Bism’den başlıyorum ben?”
“İstersen şöyle yapalım! Madem biliyorsun, şüphen de yok... Senin bildiğin sana, benim bildiğim bana... Ne şiş yansın, ne kebap... Böylece ne üzülürüz, ne üzeriz!”
“Dinden konuşurken, söylediklerim için: “Öyle değil!” diyorsun. “O zaman anlat da bileyim! diyorum, tevazu gösteriyor, önüne oturuyor, diz çöküyor, öğrenci oluyorum, bu defa da başa gidiyorsun. Neden bilmediğimi anladığın konulardan başlayarak, işini ve işimi zorlaştırmadan ihtiyacım olan bilgileri aktarmıyorsun? Talebim her defasında ertelenince: “Bu konuda bir daha konuşmak istemem!” demiştim. Neden yine aynı yere geldik, Tevhide döndük yine? Yine: “Sen anlamazsın!” demedin de: “Dinlemesine dinlersin de anlamak istemezsin!” dedin. İşte yine aynı yerdeyiz! Bana anlatılmaz! Anlamam çünkü ben! Aklım yetmez! Cahilim ya...”
“Değilsin! Yalnız çok inatçısın!”
“Hangimiz? Bilen, bilmeyene öğretecek! İlim, talep edene verilir. Nerdesin?”
“Almayı değil, vermeyi seviyorsun. Hayatın da vermekle geçmiş. Çevrende bu kadar genç olunca...”
“Yine vermede yoksun. Alamıyorum da ondan, değil mi?”
“Cin gibisin! İşine geleni hemen kapıyorsun! Bazı şeyleri anlamamakta direniyorsun. Her şeye rağmen çok sevimlisin! Haylaz çocuklar gibisin.”
“Ağzıma bir parmak bal sür de kaç!”
“Aç ağzını, yum gözünü!”
“O arada usulca sıvış, değil mi?”
“O bir gönül devranı ve onun getirdiği yer var ya, neydi o? Aşk mı? Asıl olan o ama göz göre göre bir daha ütülmeden, yanılmadan, almamız gereken zevklerin tümünün adını koymaya çalışıyoruz da benim anlatım kabiliyetim, sana dar geliyor. Ah! Fenalaştım! Fazla yüklendin bana! Neredeyse yıkılacağım!”
“Allah Allah! Ne oldu şimdi birden? Hiç eleştirmeyecek miyim! Aman aman! Uzan biraz şuraya! Dinlen! Çocuklar! Bir bardak su getirin! Kolonya falan... Haydi!”
“Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Bizi bir an olsun benliğimizle baş başa bırakmasın! Ayağımızı kaydırıp, delalete düşenlerden eylemesin! Cümlemizi, hidayete erdirdiği salih kullarının zümresine dahil eylesin! Âmin!”
“Âmin! Yorma kendini! Dinlen biraz.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 872