- 622 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
871 - MEDET
Onur BİLGE
Define, elini gömleğinin dış cebine sokarak oradan katlanmış bir kâğıt çıkardı ve okumaya başladı:
“Her günün dününden daha beterim. Yarınından iyice... İyice sarhoş, uykusuz... Huzursuz ruhsuz... An be an artmakta ecel terim... Bedenim kuz...
Bu ben, eski ben değil. Dünyamdan haberdar değilim. Secdeye eğilim, toprağa meyil... Tüm beklentilerimi çalmış uğru. Büyük bir mıknatıs... Çekmekte kendisine doğru. Demir tozları gibiyim. Buralarda değil...
Çok şey anlamsız, yavan... Tuz eksik tuz! Baklavaya bile girer ya... Yiyeceklerden çekilse nasıl olur? İşte öyle âlem... Olmayan, yaşam sevinci... Yani tuz... Kocaman bir boşluk... Havasız ortam... Susuz duygusuz...
Şiirlerimin kurgusu... Yaşadıklarım... Aklımın paslı burgusu... Ne varsa yarım...” Yazı bitince onu tekrar katladı, aldığı yere koydu. Bu arada gelen övgülere aldırmadan:
“En son ölüm şiirleri yazdım. Gerçek duygularımla,
uyduma kurgularımla, kundaktan kefene... Hayatı yazdım. Bembeyazdım! Yaşamıyordum anlayacağın, arkadaşım. Yaşarmış gibi yapıyordum. Kimseyi değil, kendimi aldatıyordum.” dedi Sadullah Bey’e hitaben. O da onu teselli etti. Ona metanetli olmasını söyledi ve ümit verdi.
“Bütün bu yazdıkların, korku, vehim, endişe, şüphe... Bunların tümünü biliyorum. Çünkü seni iyi tanıdığımı sanıyorum. Onun için kendine ihanet etme! Bunların hepsinin üstesinden gelebilirsin. Senin tek eksiğin, gerçek bir gönül dostunun olmayışı... Yumruk gibi keleklere kavun diye sarılman... Üstesinden gelebilirsin! Altından kalkabilirsin! Yeniden doğabilirsin. Daha önce de böyle duygularla boğuşmuş, büyük ölçüde yenmişsin. Yine de yenebilirsin.”
“Seneler önceye ait bu karalama... Artık öyle bir sıkıntım yok. Şiir de değil henüz... Taslak...”
“O halde sen şiir değilsin. Sen şiirdeki değilsin. Bunu mu demek istedin? Ya da med cezir mi? Yoksa o günlerin hasreti ve arayışı mı? Hangisi?"
“Aylardan sonra bugün bir şiirimsi toparladım. Yarım şiirleri tamamlamaya çalışıyorum. Başka çalışmalarım da var.”
“Bunlar güzel şeyler... Yeter ki hüzünlü yaşama geri dönme!”
“Hüzün benden gitmez arkadaşım! Sadece birilerini güldürmem gerekirse palyaçoyu oynarım.”
“Sonbahar hüznü güzeldir. Eksik olmasın! İnsanın kemâlatına delildir. Yeter ki anlamsız hüzünler çökmesin üstüne! Gönlüne maraz vermediği müddetçe onlarla oynayabilirsin. Fakat ben artık tebessüm ediyorum, yetiyor bana. Her şeyin içi dolu dolu olmalı aslında."
“Bu aralar otlarla uğraşıyorum. Ağrıya sızıya ne iyi geliyorsa onu arayıp bulma derdine düştüm.”
“Ak Şemseddin fetihten sonra Göynük’e çekilir. Hekimlik yapmaya başlar. Her gün onlarca hasta gelir. Gereğini yapar. Bir gün Kayseri’den İbrahim Tennuri Hazretleri de gider Göynük’e. Muayene sırası ona gelince: "Söyle evlat! Senin ne derdin var?" diye sorar Ak Şemseddin. “Efendim! Benim gönül rahatsızlığım var!” diye bir cevap alınca: “Çok şükür! Nihayet bize lazım olan hasta geldi!" diye sevinir eren. O otların içinde gönül ilacı yok mu?”
“Şerbetçiotu aşk içinmiş… Unutamamanın ilacı...”
“Hangi aşk için? Kimi? Neden unutamama?”
“Kul aşkı için...”
“İsteyene ver sen ânı...”
“Mucizevi şifalı otları ararken, kitapların arasında Mevlana’nın enfes bir değerlendirmesine rastladım. İnsanı İlâhî huzura ulaştıran namazın, tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi rükünlerine çok ilginç anlamlar vermiş.
Namaza tekbirle girmek “Allah’ım, senin huzurunda kurban oldum!” demekmiş. Kurban, tekbir getirilerek kesilir ya... Namaza başlarken “Allahuekber!” demek, "Allah’ım, canım sana feda olsun!" anlamında olmalıymış. Nefis öldürülmeli, beden İsmail, can İbrahim olarak düşünülmeliymiş. “Bismillahirrahmânirrahîm!” denildiği anda nefse bıçak vurrulmalı, bedenle ilişki kesilmeliymiş.
Namazda saflar halinde durulur ya... Kabirlerden kalkılıp Allah’ın huzuruna gidilecek, o şekilde saf saf dizilinecek, derin bir pişmanlık içinde, korku ve ümit arasında, gözyaşlarıyla hıçkırıklara boğularak yalvarılacak yakarılacak, af dilenecekmiş. Namazda kıyam, Allah’ın huzurunda hesap verir gibi olmalıymış.
O sırada, derde dert katan o kadar çok haber ve sual gelirmiş ki insan nasıl cevap vereceğini bilemez, bir süre sonra kulluğunu gerektiği şekilde yerine getirememenin hicabı içinde ayakta duramaz hale gelir, dizlerinin dermanı kesilir, iki büklüm olurmuş. İşte rükûdayken o ruh halinde: “Sübhane Rabbiye’l Azîm!” diyerek, Allâh’ın noksan sıfatlardan berî olduğunu söylemeye başlaması gerekirmiş. Rükûnun anlamı buymuş.
Kul, rükû’dayken ona adeta: “Allah’ın suallerine cevap ver!” diye bir emir gelmişcesine mahçup bir halde başını kaldırması gerekmekteymiş. Ancak üzüntüsünden ayakta duracak takati kalmadığı için, kendisini yılan gibi hissederek utancından yüzüstü secdeye kapanmalı, o hal içinde: “Kaldır başını! Cevap ver!” denilinceye kadar :“Sübhane Rabbiye’l âlâ!” diyerek Rabbini anması gerekirmiş.
Sırttındaki günahı, kaldıramayacağı kadar ağırmış da yerinden kalkamamış, çöküp kalmış gibi olmalıymış namazda otururken. Sorgu devam etmekteymiş de o ne yapacağını, kimden yardım umacağını düşünmekteymiş gibi... Kimsenin kimseye fayda etmediği yerde, yüzünü sağ tarafa çevirip Peygamberlerin rûhlarına ve meleklere selam vererek onlardan şefaat umar gibi... Onlardan: “İş işten geçti! Artık çok geç! Çâre dünyadaydı!” vebabını almış gibi... Bu defa yüzünü sola çevirerek ana baba ve akrabalarından medet umar gibi... Onların da dertleri başlarından aşkınmış da ilgilenmememişler, ondan yzü çevirmeişler gibi...
Kalbi paramparça olmış bir vaziyette avuçlarını açarak duaya başlamalıymış: “Allâh’ım, senden başka kimsem yok! Medet!..” diye diye...
Mevlana, namaz yumurtasından nasıl civciv çıkarılacağını bu şekilde örneklemiş. Namazın, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden, nasıl bir huzurda olduğunu hissetmeden kılınmamasını, secdenin yerden yem yiyen kuşlar gibi başını koyup kaldırma olmadığının farkına varılmasını söylemiş.”
“Allah ondan ve onun gibi olanlardan razı olsun! Namaz bahsi çok uzun, azizim! Bir o kadar da zor! Zor gelmesinin sebebi de malum... Sevabının çok ama çok fazla olması... Sabırla beraber geçer Kur’an’da... Ona ancak sabırlı kişiler devam edebilir.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 871