- 485 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Zihninle tutuşturduğun yangını üfürerek söndüremezsin
Zihninle tutuşturduğun yangını, üfürerek söndüremezsin
Son bir haftadır, ciğerlerimizi de tutuşturan orman yangınlarıyla ilgili tartışmalar sürüp gidiyor.
“Kim yaktı, neden yandı, bir saldırı mı, neden söndüremedik, bir kasıt veya ihmal var mı” gibi soruların cevapları netlik kazanamadı henüz. Sorgulamak, soru sormak; bir sanattır ve insan olmanın gereğidir.
Fakat sorular; mantıklı, tutarlı, hakkaniyetli, ilgili, bilimsel, objektif, gerekçeli, delilli yasal bir zemine oturmalı elbette.
Doğal afet ve olağanüstü durumlar, bireylere ve devlet mekanizmasına; önce vicdani sonra yasal sorumluluk ve ödevler yüklemektedir. Modern toplumlar; şüphe, boşluk, ikilik, inisiyatif, kuşku, varsayım, temenni içermeyen yazılı yasalarla yönetilmeleri gerekir. “Araba devrildikten sonra, yol/yöntem gösteren çok olur” atasözünü haklı çıkarabilecek girişimlere kapı açmamak gerek.
Anayasamızın 44. ve 45. Maddeleri, toprak, tarım ve hayvancılık ile ilgilidir. Doğal kaynaklar ve ormanlarımızla ilgili anayasa maddeleri ise; 168,169, 170. maddelerde anlatılmıştır. “Devlet ormanları korur” hükmü, devletin hangi kurumu marifetiyle icraata dökülecektir? Orman Bakanlığı mı, THK mı, belediyeler mi veya başka bir kurum mu? Yetki ve görev kargaşası olunca, “Yangını söndürmek belediyelerin görevidir” diyenler de çıkmıştır. Belediyelere, orman yangını söndürebilecek bir donanım, sistem, personel, hava aracı tahsis ettik mi ki, sorumluluğu onlara yıkabiliyoruz?
1956 yılında kabul edilmiş olan 6831 sayılı orman kanununun 69. ve diğer maddeleri; orman yangınlarını önlemek ve söndürmek görev ve yetkisini, Orman idaresine vermiştir.
2009 yılında kabul edilmiş olan 5902 sayılı kanun da, Afet ve Acil durum yönetimi ile ilgili yetki ve görev alanlarını belirler.
Aslında 1999 Marmara depreminden sonra çok şeyler değişti. O afete çok hazırlıksız yakalanmıştık. AFAD ve UMKE teşkilatını geliştirerek, belirli bir mesafe alındı fakat yeterli değil. Afetlerin neden oluştuğu kadar, nasıl mücadele edileceği de önemlidir.
Yetki kargaşası ve zaman kaybını önlemek için; millete ve kanunlara karşı sorumlu, Afet ve Acil Durum Bakanlığı ve/veya Doğal Varlıklar ve Ekolojik Yaşamı Koruma Bilim Kurulu oluşturulmalıdır.
Dört deniz bölgemizde, tam teşekküllü acil durum gemi hastanesi, yedi coğrafi gölgemizin her birine
On beşer adet yangın söndürme uçağı alınması planlanmalıdır. İhtiyaca göre, gölgelere yayılmış ekip ve ekipmanlar, afet bölgesine yönlendirilebilir. Afet senaryoları; en olumsuz ihtimale göre kurgulanıp, sistem ve yöntemler geliştirilmelidir. Bu bakanlık veya kurul; TBMM ve yargı kurumlarınca her an denetime açık, şeffaf çalışmalıdır.
Anayasamızın 125. Maddesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” der.
Anayasada; Yasama, yürütme ve yargı görevlerinin, hangi kurumlar aracılığıyla yürütüleceği netlik kazanmışken, ormanların ve doğal yaşamın korunması, geliştirilmesi ve daha verimli hale getirilmesi görevinin devletin hangi kurumuna verildiği yazılmamıştır. Böyle olunca da her gelen yeni siyasi irade bu görevi, inisiyatif kullanarak başka bir kuruma verebilecektir. Yangın çıkan bölge belediyesi kendi partisinden değilse; “söndürme sorumluluğu belediyenindir” diyebilecektir. Anayasada netlik kazanmayan bir idari tasarruf ihmali için, yasal olarak hangi kurum hakkında suç duyurusunda bulunabileceğiz?
Hukuk boşluk kaldırmaz ve adalet herkese hakkı olanı vermektir. Elbette ki, her yetki ve sorumluluk anayasada detaylı olarak yazılamaz. Fakat böylesine önemli bir durumda; “Tüm doğal varlıklar, ekolojik yaşam, doğayı koruma ve afetlerle mücadele yetkisi ve görevi; ….. Bakanlığına veya…. Kuruluna verilmiştir” Diye netlik kazandırmanın ne sakıncası olabilir?
Batıda veya doğuda, gelişimi ve değişimi önemseyen toplumlar; son iki yüz yılda, kendi aralarındaki kavgaları azaltıp, bilim, mantık, felsefe, akıl ve sanatsal birikimlerini, endüstri ve teknolojiye dönüştürerek, yaşam ve yönetim kalitesini yükseltmişlerdir. Bizler ise çoğunlukla eskiyi yenileyemedik, günümüzü yaşanılır kılamadık ve geleceği de planlayamadık.
Günümüzde halen daha kendi ateşini bile söndüremeyen, üfürükçülükten ve kısır ideolojilerden medet umanların bulunduğu bir toplumda, elbette bunları konuşmak belki zaman kaybı olacaktır fakat başka bir çıkış yolu mu var?
Bilim, sanat, kültür, kitap, sevgi ve muhabbetle kalın, esen kalın.
Samsun, 04.08.2021
Ali Rıza Malkoç