- 849 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
869 - MUAMMA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Allah, kulunu karşıma, tam beğeneceğim hüviyette çıkardı ve beni gayet güzel denedi. “Bakalım, nefsine aldanıp, pislik mi yapacak, yoksa kurallarıma uyup, yolumu ve beni mi tercih edecek?” dercesine... Tabi ki O’nu... Hem acayip severim, hem de korkarım O’ndan!.. Şayet yanlış yapsaydım, evlatlarımı arka arkaya elimden alabilirdi! O zaman nasıl mutlu olabilirdim! Sevdiğime veya sevdiğimi sandığıma kavuşsam bile mutluluğum tam olabilir miydi!
Onu gördüğümde: “Âşık olduğum bu et, kemik, deri ve bir avuç saç değil! Bu kadını mı seviyorum ben? Aman Allah’ım!..” derdim.
Aslında ben onu sevmemiştim. Onun zatında Allah’ı sevmiştim. O zamanlar, Allah’ı göremediğim için sevemediğim hissi içindeydim.”
“Canın sağ olsun azizim! Yaşaman gerekiyormuş, yaşamışsın. Acısına, sıkıntısına rağmen belki de birçoklarının arayıp bulamadığı değerlerdir onlar. Başta benim mesela...”
“Allah’ı bulamadan, birazcık bile bilemeden kula toslamak çok kötü! Hele bir insanı Allah’tan çok sevmek kadar zararlı bir şey yok! Ben onu düşünmekten Allah’ı aklıma getiremez olmuştum. Zaten sıkı bir bağım yoktu. İnancım gidip gidip geliyordu. Şeytana iyice gün doğmuştu! Artık istediği gibi at oynatabiliyordu. Hep nefsimle meşguldüm. Nefsim daima onu andırıyor, onu düşündürüyor, onu arattırıyor, onu yaşatıyordu. Aynı durumu Allah’la sürdürebilseydim, belki de en değerli kullarından olacaktım!
Yıllarca uğraştım. O aklıma geldikçe yerine Allah’ı koydum. Onu düşündüğümü fark ettiğim zaman düşüncelerimi Allah’a yönelttim. Başardım ama nasıl!.. Gel de bana sor!..
Sen de diyorsun ki: “Neden açık açık yazdın?” Yazdım, attım. Yazarak attım. Kurtuldum! İçimde mi kalsaydı! Kanser tümörü gibi saçak mı salsaydı! Hâlâ kendime gelemese miydim? Ayrık otu gibiydi! Yola yola kökünü kurutmayı başardım! Ahtapot gibiydi!.. Aklımı, beynimi, ellerimi, ayaklarımı, belimi, boynumu, boğazımı sıkıyordu!
Sinir sistemim alt üst olmuştu! O kadar ki, nefesimi alamıyordum! Önceleri koca bir yumruktu boğazımda! Yutamadım. Hasta etti beni. Ruhumu kurtardım. Kalbimi kurtardım. Perdeyi yok ettim! O, dağların ardında kaldı.
Allah mı? O hep en değerli! Sevgilim, bir tanem! Sevdiğim her şeyi O “Sev!” dediği için sevdim. Saymamı emrettiği her şeyi O’nun rızası için saydım. Hayatıma giren insanları da öyle... Bayıldığımdan değil! Verdiği merhametten ve dinimden aldığım edepten...
Yanıma gelen, affedilemeyecek kadar büyük bir yanlış yapmadıkça, sonsuza kadar benimdir! Benden yerden göğe kadar hoşnut kalmadıkça kapımdan dışarıya çıkmamalıdır. O zaman cennetin hangi kapısından istersem, o kapısından girerim İnşallah! Buna rağmen yine de emin değilim. Korku ve ümit arasındayım. Karar Yüce Allah’ımındır. Vesselam.”
“Kalbinde yalnız Allah var, öyle mi? Başka hiçbir şey yok!”
“Yok! Olanlar, O’nun olmasını istedikleri... Sen iyi misin arkadaşım? Bana biraz rahatsızmışsın gibi geliyor.”
“İyiyim azizim. Teşekkür ederim. Sen keyfine bak! Beni dert etme! Bugün haplar bile etkilemedi. Ancak içimdekiler rahat bırakmıyor beni. Hep olsunlar, var olsunlar! Saklı dursunlar.”
“Ne var içinde? Fitne fücur mu?”
“Aklına ne gelirse... Hepsi de zıtlarıyla var. Onları süsleyeceğim. Şekil renk, koku vereceğim onlara. Karışıklar ama çabuk barışırlar. Düğün havası eser orada. Benim değerlerim orada kalsın! Rahatlar orada. Kimse bilmez, tanımaz onları. Başlarında bir de padişahları var. İnsanın gönlü olmasa çıldırır! İyi ki gönül var! İyi ki gönül alan var! İyi ki aşk var aralarında! Yüzüme yansısa da yansımasa da onları koklamak o havayı teneffüs etmek ne yüce bir duygu! Beni hiç yanız bırakmazlar. Nereye gitsem, ne yapsam hep benimledirler. Sadık dostlarımdır onlar.”
“Muamma...”
“Hiç de muamma değil. Senin yok mu öyle dostların? Yalnız sana ait, sana özel, sende güzel... Herkesin var ama kavgalı ama barışık ama bulanık ama net...”
“Yok!
“Kendini kandırma! Dışarıda ne varsa içimizde...”
“Hiç bir şey... İçimde Allah’tan başka bir şey yok. Kimse yok.”
“İçinde aşk yok mu?”
“Sadece Allah aşkı var.”
“Onun cilveleri yok mu? Onun mekânı olan gönül yok mu? O saray bomboş mu?”
“İçinde Bir Allah var!”
“Etrafında Allah’a hizmet edenler yok mu?”
“Var. Peygamberim ve diğerleri...”
“En korkulu günlerinde seni cesaretli kılanlar yok mu?”
“Allah için sevdiklerim var.”
“Dahası yok mu? Ayetler yazılı Kur’an yok mu? Cennetin güzelliği, cehennemin dehşeti yok mu? Mahşeri vicdan, kurulmuş bir terazi, hesap defterleri yok mu? Bütün bir kâinatı içine alan genişlik bolluk yok mu? Allah gelip oturduysa, O’nun arşı, kürsüsü yok mu? Orada yolsuz yollar, miraç yok mu?”
“Terazi insan vücudu... İki omuzdaki iki melek... Yazıcı melekler... Sağ iyi, sol kötü... Uzat kollarını, tart! Ortada kafa, içinde akıl var. Mantık var. Karar ver! İyiyi tercih et! Tart! Terazi kendinsin!”
“Demek ki hiçbir şey yokken neler varmış! Öyle değil mi? Yerlerini sormadım.”
“Defter sembolik...”
“Yazılı değil mi?”
“Allah her şeye şahit! Şahit de O, Hâkim de... Orada avukatlık sökmez! Delil de talep edilemez! Adaletinden kimse zerre kadar şüphe edemez! Meleklerin, bir şeyleri, yani sesi ve görüntüyü kaydetmek için deftere kaleme ihtiyaçları yok. Yazılı demek, kayıtlı demek.”
“Sen, bildiklerini nereden okuyorsun? Kayıtlı olmasa hatırlanıp anılır mı?”
“Ben maddeyim, maddeden, madde gözümle okuyorum. Melekler madde değil.”
“Harfsiz kitap duydun mu? Harfsiz ilim duydun mu?”
“Resimli kitaplar... Belki film? Belki teyp...”
“Maddeyle izah edebilen olmuş mu?”
“Daha daha neler çıkacak! Belki de onlar...”
“Beyin o kadar basit mi? Teyp elektrik ister, pil ister, alet ister, makara ister, satın almak için para ister... Yanında taşıma külfeti ister.”
“Beyin, basit olmadığı için testereden başka bir şeyle kesilemeyen bir muhafazaya konmuş. Allah her şeyi görür mü? Görür! Basir! Duyar mı? Duyar! Semi! Bilir mi? Bilir! Âlim! Unutur mu? Asla!.. Hafiz! O zaman kaydetmeye lüzum duyar mı? Haşa... Kaydettirmesi Zatı için mi? Hayır! İnkâr edilememesi için belki.”
“Ne demek istediğimi iyice anlıyorsun da, maksat muhalefet olsun! İnatçı keçi, ne olacak!”
“Levh-i Mahfuz da... O zamanlar yazılar levhalara kaydediliyordu ya... Sembolleştirerek, örneklerle herkesin anlayacağı gibi, en basit benzetmelerle anlatılmış. Saklanan levhalar... Kaydedilenler... Aslında alınan kat’i kararlar onlar.”
“Ah, gönlü güzel, tefekkürü kemale ermemiş aksi adam! İşine gelince sembol, gelmeyince gerçek...”
“Nereye, nasıl kaydediliyor, Allah bilir ama kullarının kayıt yöntemlerinin kat be kat üstün bir yöntemle...”
“Sen var ya sen! Sen nesin biliyor musun? Hin oğlu hinsin!..”
“Yazılmış. Kalemle, tebeşirle, kömürle, her neyle ve nasılsa... Kaydedilmiş. Değişmez, unutulmaz, aynen olacak demek!”
“Levhaları ara! İçinde bir yerde gömülü... Sen bir hazinesin! İçinin değerini iyi bil!”
“Her insan, her varlık Var Eden’in şaheseri... Ben zaten Define’yim! Öyle derler!”
“Gönül tellerine dokunan eli gör, yeter ki! Bütün güzellikleri Allah insana bahşetmiş. Onları ara bul ve koru! Dışarıda bir şey yok! Var gördüklerin senin içindir. İçindekiler de dışındır. İç dıştan ayrı değil. Merkez sensin! Güzelliklerin daim olsun! Aşk olmasa bunlar nerden bilinir? Aşkın ziyade olsun!
Perdenin arkasındaki Usta, sana senden yakın... Oynattığı kukla, değer verdiği sensin. Bunun için kıymetlisin.”
“Meleklere bile gerek yok aslında. Olan her şey, huzurunda oluyor. O hem görüyor, hem de yapılacak olanları, yapılmadan önce biliyor. Allah, her an, her yerde, olanı biteni görüp duyarken şahide de gerek yok ama o melekler belki de her an gözetim altında olduğumuzu pekiştirmek için görevlendirilmiş.”
“Daha güzelini tefekkür et! Dilersen güney rüzgârıyla esen aşkın kanatlarına bin ve seyret olanı biteni.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 869
YORUMLAR
Her insan bir evrendir. Bu evrene girişin anahtarı, sevgidir. Sevgi, sevgilerle büyür, gelişir; yüce aşka doğru adım adım erginleşir. Allah, insanı şerefli mahluk olarak yaratmıştır. İnsan da kendine yakışanı, kendinden bekleneni, kendisine verilenleri yaşamalı, yaşatmalı, kendine uygun davranmalıdır.
Ne güzel analiz etmiş, akıcı yazınızda değinmişsiniz.
Tebrikler.
Sevgiler.