ORMANI ÖLDÜRENLER KİTAP CESEDİ DE YAKMIŞLAR
‘’2 çocuk kitap yakarken ormanı yaktı! İşte ifadeleri...
Muğla’nın Marmaris ilçesinde, dün öğle saatlerinde çıkan ve 1 kişinin yaşamını yitirdiği orman yangını devam ediyor. Yangını çıkardığı iddiasıyla 10 yaşlarında 2 çocuğun pedagog eşliğinde ifadeleri alındı. Çocukların, "Kitap yakıyorduk, alev çoğaldı. Kola şişesine su doldurup söndürmek istedik. Sönmedi. Biz de kaçtık" dediği öğrenildi.
www.milliyet.com.tr/gundem/2-cocuk-kitap-yakarken-ormani-yakti-iste-ifadeleri-6563107’’
Bir limon ağacının fidanından meyve almak için 3 ila dört sene geçmesi gerekiyor. Düzenli su vermek ve gübresini eksik etmemek şartı ile size meyvesini sunmak için cömertçe kollarını açar. Hafif esen rüzgarda dalları salınan mis kokulu ağacımın bir sabah uyandığımda küle döndüğünü görsem mesela…
Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası kitabını1886’da yazarken tamamen özgün yeteneğini kullanmıştır. Daha önce denenmemiş monolog ve bilinç akışı tekniğini bilinçsizce olsa da oldukça büyük bir başarı ile kullanmıştır. Aslında bu tekniği tarihte ilk kullanan kişi olmasına rağmen ironik bir şekilde Édouard Dujardin’in yazdığı Defneler Kesildi (les lauriers sont coupés) isimli kitabı 1887 yılında yayınlamış olmasına rağmen teknik açısından ilk roman kabul edilir. Türk Edebiyat Dünyası yüzünü öyle çok batıya dönmüştür ki Recaizade ve başarısı bir yangın yerinin küllerinin arasındaki yıllar sonra fak edilen bir fosil olmuştur. İronik diyorum çünkü Araba Sevdası tam da batıya duyulan hayranlığın farklı açılardan da olsa komik yönlerini anlatır. İronik diyorum çünkü Defneler Kesildi ile bir ağacın geçmişin bitivermesine yürüyen yolu anlatır.
İroni iki kitap arasında da devam ediyor. İki zengin genç adam ve kendi tarzlarında aşkları hakkında içsel dokunuşlarını anlatıyor. Özenme, özenti, özgüven eksikliği gibi kişisel vurgular da ayrıca iki farklı ülkeden olan yazarların karakterlerinde ilginç bir şekilde gözümüze sokuluyor. Bir insanın iki farklı iç sesi olur mu? Oluyormuş vallahi. Olric tarzı değilse de kendine özgü vurgunları var genç adamların.
Bihruz, bir kitap karakteri ve bir anda aşık olduğu sarışına alıntı bir şiir içeren mektup veriyor. Şiir ise esmer bir kadına yazılmış. Ah! Şu lanet Fransızca deyip kendi iç sesimle gülüştüğüm sayfalardı oralar. Sonraları sahte, yalan yüklü bir adamın gülünecek bir şey olmadığını anlayınca bir Periveş Hanım’a dönüşmenin nesi kötü olabilir ki diye düşündük iç sesim ve ben.
Defneler kesildiğinde artık ormana gidilmezmiş. Ormanlar yakıldığında nereye gidilir biri bana bunu anlatmalı içimin hıçkıran sesi…
‘’Dolunay Kadınları’’ özgürlüğüne sahip olamamış bir milletin ve o ülkenin kadınlarının aşağılanmaya alışmanın sancılı sürecinden geçerken okununca Cumhuriyeti birkaç Atatürk’ü bir milyon kez daha sevebileceğiniz bir kitap oluyor. Dolunay Kadınları’na ‘’Güzellik Salonu’’ konuk olsa acaba aralarında ne konuşurlardı diye düşünüyorum limon ağacının kokusunu burnumla yudumlarken. Transseksüel bir insanın bunca çilesine rağmen neden bizden biri olmayı seçtiğini sorarken demek ki buna değiyor diyerek Dolunay Kadınları’ na rağmen kendi cinsimi yine ve yeniden seviyorum çokça. İnsanların yaşatan sözleşmelerinde yakıldığı bir şehir ormanındayız. Sakin olma iç ses! Susmak için çok geç.
Güzelliğin ölümle dans ettiği bir güzellik salonunda tiratlar halinde konuşmak geliyor içimden. Silinip kaybolan makyajın izleri gibi yok olsak Dünya üzerinden. Ormanlar kendi romanlarını yaşasa ve hayvanlar artık evsiz kalmasa.
Aklıma hücum eden onlarca kitap sayfasını dengeli bir sıra ile yazabilmeyi çok isterdim ama limon ağacının efsunlu kokusu beni ağaçların çığlığına çağırıyor. ‘’Tek Yalnız Ben Değilim’’ diyen bir adam yanarak geliyor başka bir kitabın önsözünden. İçim ne zaman bu kadar yansa okuduğum kitapların hayaletleri gelip oturur karşıma. Biri olsa derim o zaman, ah keşke biri olsa ve şu yazdıklarımı bir çırpıda ona anlattığımda beni aynı hızla anlasa ve keşke bu kadar yalnız olmasam. Ancak bilinmeyen bir şey var ki anlaşılamadığım kadar anlaşılmayan bir tek kişi varsa bu yeryüzünde o da en az benim kadar yalnız yaşlanacak. İstediği türküyü söylesin, bu böyle olacak.
Sevgili içimin sesi, aklıma hücum eden son kitap satırlarına gelmiş bulunuyoruz. ‘’Yanan Ormanlarda Elli Gün’’ edebiyatımın ağır topu Yaşar Kemal ile doğmuştur. Aklıma gelen ilk ayrıntı kitabın anlatıldığı zamanlarda ormanları yakan köylülermiş. Evet, evet. Şimdi ormanlar yanarken ağlayan o köylüler. Açtığınız yoldan gidilirken bu ne şiddet peygamber ümmeti desek mi? Yok, yuhalanırız. Anlık çıkarların bazen tarla açmak, bazen otel yeri kayırmak için ortak noktada yani orman yakmada birleşmiş olması harisliğin mide bulandırıcı doz aşımı oluyor.
Gelecek kaygısı güderken çocuklarımızı en iyi eğitimi aldırmaya çalışırız ya mesela. Yahu demeden edemeyeceğim. Aziz Nesin’in geri zekâlıları nefes alamayan bir çocuk yaşar mı? Orman yanarken aklın nerede? Ormandan doğan kitabı yakarken ormanını yakan çocukları biz hangi eğitim sisteminde yetiştiriyoruz? Kitap nasıl yakılır? Kitaba neden kıyılır? Orman nasıl öldürülür?
İç sesim bunca kıyametin alevini saçarken nasıl tüm evren yanıp kavrulmaz. İçimden taşan öfkenin şiddetinden nasıl dağlar un ufak olmaz. İçim var bir tek benim. Benden olan, bana kalan…
İç sesim kalk gidelim.
Deniz...
YORUMLAR
Bu yangının tam ortasından cumartesi saat 4,30 sularında geçtim, dehşet sözü dahi az kalır manzarayı anlatmaya.
böylesi bir yangına sebep olanların ne bu dünyada, nede farklı bir evrende asla ve asla yeri olamaz. olmamalı da!
temennim odur ki, yangınlar söndüğünde, bu yerler ve başkaca yangında yanan ülkenin dört bir yanında yangın nedeniyle yok olan diğer alanlarla ilgili olarak.
Yüce Ali Devletimizin Kanun çıkartarak. Bu yerlere tekrardan ağaçlandırma seferberliği çıkartması ve sonsuza dek bu yerler tek çivi dahi çakılmamasıdır.
''YÜREĞİM ANCAK O VAKİT BİR NEBZE DE OLSA SOĞUR''
Anlam dolu yazınızı ve şahsınızı kutlar,
saygılarımı sevgilerimi sunarım.
İç sesin, bir nehir edasıyla süzülüşü. Sonrasında alev. Ciğerlerimiz yanıyorken, nasıl nefes alabilir ki sevgili ülkem.
Kitap karakteri bile sessiz kalamaz bu yangınlara, hiçbir türkü de böyle "yanık" söylenmez.
Avuçlarımızda külden bulutlar, kaybolan canlar, seneler ve giden geleceğimiz.
Bir orman büyüdü içimde, ölümsüzlüğün son nefesinde..
Bir çocuğun Kitap yakarken ormanı yakmasından daha korkunç olanı çocuğun buna alet edilmesidir. Ülkenin kurum ve kuruluşlarının başına çocuk tecavüzcüsü teröristleri “ne istedilerse verip” yerleştiren bir zihniyetin cenneti ayaklar altında tutan kadınları, günahsız çocukları ve yer yüzünde bir tek tane bile kalsa rahmet vesilesi olacak ağaçları kıyameti çağırmak için yok etmeye çalışması kadar şeytani bir düşüncede hareket etmesi normal değil mi… Bu kadar alçaklıkla nasıl yaşanabilir… Bu kadar şeytani düşüncelerle nasıl başedilebilir… Karanlığa bir ağaç dikelim, çöle bir tohum ekelim mahluk bilmese Haluk bilir…
Sadece çocukların yaptığı bir yangın olacağını düşünemiyorum.. Bir yerde değil ki ki; Kaç yer yandı. Duyarlı yüreğinize sağlık. Marmaris'te bütün köyler zarar gördü. Bir tek merkez kaldı. Medya hiç bir şeyi doğru lanse etmiyor. Kızım merkezde oturuyor bayram öncesinden bendeydiler. Birlikte dönecektik. Sakın gelmeyin havada oksijen kalmadı nefes alamıyoruz dediler. Geceleri her an yangın sarar korkusuyla dönüşümlü uyuyoruz dediler.
Herkes valizlerini hazırlamış ayrılmışlar bulundukları yerden. Biz de beklemedeyiz bu yüzden. Rabbim tüm insanların yardımcısı olsun. Kimseye başka hüzün yaşatmasın inş..Hala devam ediyor yangın..
Saygı ve sevgilerimle şair..
İyi bir yazar olmak bunu gerektirir.Dikkat ve hassasiyetiniz takdire şayan.Bir öğretmen olarak,yakaladığınız bu ince noktayı anlatım inceliğinizle beraber tebrik ediyorum.
Deniz hanım okumayan bir neslin en kötü tezahürü bir durum bu.Bundan kötüsü ne olabilir ki. Ağaçtan yapılmış kitabı, topraktan yaratılmış iki küçük çocuğun ateşten yaratılmış şeytani duruma düşerek yakması onların değil bizim suçumuz olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.
Kendi adıma okumayı sevdiremediğim her öğrencimin ve milletimin benden alacağı var.Bu bilinci kendimize şiar edinmemiz lazım.Derhal eğitim ve sınav sistemimizi değiştirip, anlayarak hızlı ve etkili okuma ve araştırma menşeli sisteme geçilmeli.
Yazık, vallahi yazık!
Saygılarımla.
Doğruluğu yanlışlığı ne haberin bilemiyoruz. Öyle ki iki çocuk, petagoglar eşliğinde ne kadar doğruyu söylemişler onu da bilemiyoruz. İronik yanı kitapla hammaddeyi yakmak mı yoksa yakılmasına gerek duyulan kitap nasıl kitaprtı ki yakılmalıydı(!)
10 yaşında çocuklardan bahsediliyor. Eğitim sistemi bir yana, sayfalar sürer… Sakıncalı oyunlar diyoruz, sakıncalı internet siteleri v.s. ya sakıncalı kitaplar yok mu? Umuyorum ki ebeveynler çocuklarımızın okuduğu kitapları da önceden okurlar.
Görüş, fikir, inanç, ideoloji ne olursa olsun… İnsan insan olmadıkça, olamadıkça
akıntıya kürek çeker dururuz. Öyle ki organ hırsızlığı için doktora ihtiyaç var ve tenzih ederim doktorarı lakin o doktor sorsanız iyi eğitimli(!) Öncelikle eğitimle öretim karışmış birbirine… İkisini de boşvermek mi lazım ne? Asl olan insan olmanın bilincini yerleştirmek. Öyle ki kendimden başlamalıyım en tezinden…
Duyarlı olmak bambaşka. Yangın uzak olsa da içinizde hissetmişsiniz. Allah razı olsun. Yüreğinize sağlık. Selam ve saygılarımla…
Dis sesin gurultu kirliligine ragmen ic ses hep hakikatlerden yanadir dogrulari soyler..Cunku dagarciginda tum edinimlerini harmanlamis olan birey vicdan muhasebesiyle yalan ve yanlislara itibar etmezGercekleri gec de olsa aciga cikacaktir .Turk Milleti zekidir dedi Mustafa Kemal Ataturk..Duyarlilik adina saglicakla..Saygiyla..