- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TALAN
TALAN
(hikâye)
Tan yeri yenice ağarıyordu. Sekar şehrinde sıradan günlerden biri başlıyordu. Sadece Dadaş Bey’in yatağına bütün gece kor dolmuş, bir anlık da olsa gözlerini kapatıp gündüzün üzücü düşünce yorgunluğundan kurtulamamıştı. Sabaha kadar üç katlı konağının geniş eyvanında git-gel yapmış, yüreğini deşip parçalayan düşüncelerin dolaşık yumağının ucunu bulmak için çırpınmıştı. Dünkü konuşmanın etkisi haddinden fazla sarsıcı olmuştu. Ailesinin en yakını, kendisinin en gizli sırlarını güvendiği Aliş Bey dün karanlık düştüğü vakit aziz dostu Dadaş Bey’i herzamanki gibi sıradan bir şekilde ziyaret etmeye gelmemişti. O, Aliş Bey’in görünüşünden anlamıştı ki, her neyse çok ciddi, kendisinin de beklemediği kötü bir durum meydana gelmişti. Aliş Bey ise sanki söze nereden başlayacağını bilmiyormuş gibi benzi ağarmış halde gözlerini yerdeki Tebriz halısının nakışlarına dikip kalmıştı. Dadaş Bey, dostunun düşüncesini güçlükle birleştirme tabiatında olduğunu bildiği için temkinli bir tavırla bekliyor, kasten Aliş Bey’i konuşturmak için acele etmiyordu. Nihayet, Aliş Bey bir süre müzakereden sonra kirpiklerini ağır-ağır kaldırarak dertli-dertli Dadaş Bey’in meraklı gözlerine baktı:
-Duyduklarımız doğrudur, Dadaş Bey.
Bu birkaç kelimenin onun dilinden dökülmesi tabancadan habersiz mermi atılması gibi ani oldu. Dadaş Bey duyduklarını anlamamış gibi, aslında maksadın ne olduğunu bile-bile dalgın-düşünceli olarak sordu: -Ne dedin?
-Rusya’da darbe yapıp Çarı yıkan devrimci hükumet buralara da el atmıştır. Toplumun "komünistler" dediği Bolşevikler her yerde yönetimi ellerine almışlar. Şimdi bütün kazalar karıştı. Bu hükumetin eli uzundur, bizim bölgeye gelip ulaşmadan bir tedbir almalıyız, Dadaş Bey, Eğer...
Dadaş Bey daha daha fazla sabredemedi, aziz dostunun sözünü kemeye mecbur kaldı: - Ne tedbir alacağız? Ata-babadan kalma neyimiz varsa çarıkçıya, demirciye, ne bileyim semerciye, ayak takımına verip canımızı mı satın alacağız? Onlar bey gibi dolaşacak, biz dönüp olacağız yoksul? Hayır, Aliş Bey. Bu ayak takımı hükumetine teslim olmak ne asil soyumuza yakışır, de de adamlığımıza. Babalarımız mücadele içinde öldüler, mücadele yükü altında kalmadılar. Unutma, adam gibi ölmek de bir başarıdır.
-Hepimiz aynı fikirdeyiz, Dadaş Bey. Beyler Ağa, Haşim Bey, Mehdi Bey, Faruk Bey... hiçbirisinin teslim olmak gibi bir düşüncesi yoktur. Yeri geldiğinde son damla kanımıza kadar savaşacağız.
-Yeri gelecek, Aliş Bey. Mutlaka direneceğiz. Ama... Diyelim ki biz savaşıp adam gibi öldük, ailelerimize ne olacak, onlar da mı savaşacak? Biz öldükten sonra onların akibeti ne olacak? Bizden sonra çoluk çocuğumuz olmadık acılar çekecek. O zaman biz aile reisleri, toplum sahipleri için "adam gibi öldü" diyebilecekler mi?
-Doğru söze ne söylenir?.. Ama mesele çok çetindir, Dadaş Bey. İnsanın beyni bu kadar düşüncenin-derdin üstesinden gelemiyor.
Dadaş Bey bu üzücü konuşmayı daha da uzatmak istemedi:
-Her karanlığın bir aydınlığı vardır. Sadece ölüme çare yoktur.. Beylere haber sal Aliş Bey. Yarın sabah erkenden bizde toplansınlar, müzakere edelim.
Aliş Bey akşam yemeğine de kalmadı. Her zamankinden farklı olarak kederli bir telaşe ile, dert yüklü olarak konağı terk etti. Çiçekli ipek fistanını hışırdata-hışırdata konağa giren Zabite Hanım Aliş Bey’in üzüntüsünün sevimli kocasına da sirayet ettiğini görerek özel bir muhabbetle Dadaş Bey’e yaklaştı: Sorması ayıp olmasın, neden böyle moralin bozuk? Aliş Bey de gözüme iyi görünmedi.
Dadaş Bey gayri ihtiyari güzel hanımını baştan ayağa kadar dikkatle süzdü. Zabite Hanım’ın şahane güzelliğini, zevkli, şaşaalı giyim kuşamını ilk defa görüyormuş gibi dikkatle ona baktı. Kederli gözlerini hanımından gizlemeye çalışarak: -Hiç... Bir az başım ağrıyor – diye konuyu değiştirmek için duvardaki halının üzerine asılı duran, babası Kasım Bey’in yadigarı olan av tüfeğini işaret ederek söylendi:
-Uzun zamandır orada asılı duruyor. Şüphesiz sen de sülün-turaç pilavına yabancı değilsin...
Zabite Hanım kocasının karışık düşünceler içinde boğuştuğunu, müthiş bir felaketin etkisiyle sarsıldığını içgüdüsü ile hissetti. Çünkü o, Dadaş Bey’in çok kederli günlerinin şahidi olmuştu. Babası Kasım Bey’in ölümü, genç kardeşleri Babaş Bey’in, Teymur Bey’in vakitsiz vefatı, ocağının ilki, sevimli evladı Surhay’ın dehşetli öülümü Dadaş Bey’in sinesini çaprazlama dağlamış, yüreğine onulmaz yaralar açmıştı. Lakin o, bütün bu meşakkatlere sebatla katlanmış, genç yaşta saçlarına ak teller, yüreğine keskin ağrılar veren bu amansız dertlerle, ölüm, yokluk gibi kayıplarla tanışmıştı. Talihin ağır imtihanlarından yüzü ak çıkan Dadaş Bey’in şimdi böyle sarsılması, dünyasından bezmiş gibi görünmesi Zabite Hanım’ı dehşete düşürüyor, kocasının bütün ruhunu saran musibetin büyüklüğü hakkında düşünmeye bile güçlük çekiyordu.
Dadaş Bey’in ansızın dökülen kelimeleri onu düşünce-hayal aleminden uyandırdı:
-Zabite Hanım, ben yemek yemeyeceğim. Biraz dinlenmek istiyorum. Çok yorgunum.
Dadaş Bey yatak odasına geçtikten sonra da onun kederli sureti Zabite Hanımın gözleri önünden gitmedi. Gayri ihtiyari kendi kendine fısıldadı: “Sen benden birşey gizlemezdin”.
...Karabağ beylerinin ortak bir görüşe gelemediği bu müzakereden iki hafta geçmişti. Hiçbir bey, ağa Mehdi Bey’in dediği gibi “yükte hafif, pahada ağır” servetini götürüp Aras’ın öte yakasına geçme düşüncesine katılmak istemiyordu. Bu düşünce gizli gizli hepsinin beyninde dolaşsa da kimse onu dile getiremiyordu, en azından Mehdi Bey gibi kınanmaktan korkuyorlardı. Bu müzakerede hepsi birlik olup Mehdi Bey’i kınamıştı: “Sen, dede-baba toprağımızı ayak takımının elinde bırakıp gitmeyi nasıl teklif edebiliyorsun? Sen, babalarımızın kabirdeki kemiklerinin sızlamasını mı istiyorsun? Ana-babalarımızın ruhlarının dolaştığı ev-eşiğimizde Ruslar’a kuyruk sallayan o bolşevik köpeklerin gezip dolaşmasını mı istiyorsun?” Mehdi Bey canı-gözü bildiği dostlarının kınamasına bir anlam verememişti. Dadaş Bey’in evinden perişan vaziyette çıkıp gitmiş ve sonra da hiçkimsenin gözüne görünmemişti. Sadece Aliş Bey’e bu kararında ısrarlı olduğunu söylemişti. Beyler onun kararını beğenseler de, beğenmeseler de o, bolşeviklerin gelmesini beklemeyip ailesi ile Aras’ın öte yakasına geçecekti. Böyle de oldu. Beş gün sonra Mehdi Bey evini-eşiğini, malını-mülkünü, topraklarını, büyükbaş hayvanlarını kahyası ve karısına emanet edip İran’a gittiğini duydular. Mehdi Bey dostlarına yazdığı, Aras’ın öte yakasına geçtikten sonra kahyası Sadık’ın Dadaş Bey’e ulaştırdığı mektupta da burada kalmanın tehlikeli olduğunu bildiriyor, mümkün olan en kısa zamanda memleketi terketmelerini tavsiye ediyordu. Ayrıca babalarının miras bıraktığı altınlarla yeniden güzel bir hayat kurabileceklerini de yazıyordu.
Bu “arsız” tavsiyeyi beylerden hiçbiri dikkate almadı. Böylece, Karabağ asilzadelerinin azaplı günleri başladı. Beyler Ağa Akdam’daki konağında bolşeviklerle çarpışa çarpışa helak oldu.. Aliş Bey’in bütün onulmaz işlerde yiğitliği ile nam salan oğlu Ferruh bolşevikler tarafından beşatar ile kurşunlanıp öldürüldü. Aliş Bey’i haince yatağında öldürdüler. Haşim Bey evninin kuşatıldığını görünce kendini kurşunladı.
Dadaş Bey’i “kulak ” damgasıyla Sibirya’ya sürgün ettiler. Kızı Tavat bolşevik İsrafil ile evliliğe razı olduktan sonra ailesi bu evlilik sonucunda (daha doğrusu Dadaş Bey’in hiçbir zaman yüzünü görmediği damadı İsrafil’in düzenlediği eski tarihli sahte boşanma kağıdı ile) kurtuldu. Hayat arkadaşı, sadakatli Zabite Hanım yiğit kocasının yollarını gözleye-gözleye kahroldu. En büyük oğlu Kamboy İkinci Dünya Savaşı başladığında gönüllü olarak cepheye gitti. Babasının Kislovodsk hakimi Elbrus Ağa’nın güzel kızı Meryem ile evlendirdiği, üç ay sonra “kulak” kızı olduğu için evinden zorla çıkarılıp sürgün edilen hayat arkadaşı, sevgili genç karısının iffetinden, dağ gibi dayandığı, yıkılmaz sandığı babasının derdinden... üstüne dökülen bunca büyük acıdan kendine yer bulamayan Kamboy savaşta kayboldu. Dadaş Bey’in küçük oğlu, latifeci tabiatlı İsfendiyar hüzünlerini gülüşlerinin arkasına sakladı, geceleri herkesin derdine gizli gizli ağladı. Biricik kızı Tavat öldüğü güne kadar kaybettiği ailesinin üzüntüsünü çekti, 85 yaşına kadar acı gözyaşları döktü. Babasının soyuna-sopuna vurulan darbe atalarının mezardaki kemiklerini sızlattı. Kasım Bey’in soyu bu şekilde talan edildi. Ve bu talan sadece onların ailesini değil, bütün asil-necip olarak bilinen aileleri mahvetti. 30’lu yılların toplum cezalandırıcı adlı vahşi ejderha Dadaş Bey’in sürgün edildiği 1934 yılında ağzını böyle büyük açmıştı. Üstelik bu ejderha kimleri yutacaktı... Üstelik bu talan yıllarca devam edecekti, bu milletin sabrı tükenenedek... Canından bezip rahat ölüm arzulanayanadek... Bu sürgünün yüzüncü yılı tamamlananadek, arşiv kayıtlarına bakıp Dadaş Bey’in son durumundan, Sibirya’nın hangi beldesinde mahvedildiğinden haber alınmasına izin verilenedek bu talanın acı şüpheleri onun çocuk-torunlarının içini didip parçalayanadek. Bu talanın son durumumun belli olacağı tarihe - 2034 yılına ise henüz çok vardı.
2005
Türkçeye çeviri: Alpaslan Demir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.