PAYDOS ZİLİ
PAYDOS ZİLİ
Yıl 1972 Sakarya İli karasu İlçesi Mehmet Akif Ersoy İlkokulu birinci sınıfındayım. Ah o zamanlar. Üzerimizde siyah önlükler, ayağımızda lastik ayakkabılar. Birde beslenme için çantamıza konulan mısır ekmeği yada nısır unu ile karıştırılmış buğday unundan yapılmış ekmek. Birde kahverengi bir çantam var.
Evimiz okula yaklaşık 4 kilometre uzakta. Yol yok, Olanda çamur. Çamurdan gelip okulun çeşmesinde ayaklarımızdaki lastik ayakkabıları yıkıyor, sobanın yanında kurutuyor ve giyiyoruz.
Okulumuz tek katlı. Sınıfımız oldukça büyük. Giriş kapısının hemen yanında büyük bir soba. Şimdiki gibi nerede kalorifer, nerede televizyon, nerede bilgisayar. Yokluklar ülkesinde yokluklar okulunun yoksul öğrencileriyiz. Ama her şeye rağmen güzeldi o günler.
O zamanlar karasu’ya çok kar yağardı. Yollar kapanırdı. Zor gider gelirdik. Çantalarımızı altımıza koyar Kuzuluk bayırından çarşıya kadar kayardık bazen okul saatinden önce, bazen de teneffüslerde. Bası günlerde buzlu olunca eski lastiklerimizi giyer öyle kayardık arkadaşlarla. Hayat bizim için buydu.
Birde o zamanlardan yani ilkokul birinci sınıftan kalma bir anımı paylaşmak istiyorum sizinle. O zamanlar okullarda televizyonu, bilgisayarı bırak elektrikli zil bile yoktu. Elle çalınan bir zil vardı okulumuzda. Her zaman okulun bir, iki ve üçüncü sınıfları ile dört ve beşinci sınıflarının ayrıldığı kıvrımdaki Atatürk büstünün yanında dururdu. Zili her zaman büyük sınıflardaki büyük öğrenciler çalarlardı. Benimde içimden hep o zili çalmak, öğrencilerin sıra oluşunu görmek geçerdi içimden. Bilmiyorum ama benim için çok büyük bir olaydı bu. Beklide yaşadığım yoksul, ve varoş çevreden kaynaklanıyordu. Hep bana verin bende çalayım derdim büyük öğrencilere, yalvarırdım. Büyüklerde zili biz küçüklere vermezlerdi. Belki bazılarına çaldırırlardı(?) ama bana vermediler hiçbir zaman.
Bir gün bilemiyorum nasıl oldu ama oldu işte. Herhalde öğretmenin idari yada başka işi vardı. Bizde sınıfta dışarı içeri oynuyoruz. Benim içimde ukde ya o zili çalmak. Dışarı içeri koşup oynarken baktım zil orada. Zilin yanında kimse yok. Yine de içimde bir heyecan, bir korku. Alsam mı, almasam mı? Sonunda içimdeki bastırılmış duygularımı yenip kaptım zili başladım çalmaya. Ama ne çalış. Adeta uçuyorum. Dünya benim. Gözüm hiçbir şeyi görmüyor. Çok mutluyum çok. Tabi hemen yakalayıp aldılar zili elimden. Meğer zil saati değilmiş. Nerden bileyim ben zil saatini. Daha sekiz yaşında bir çocuğum. Derken okul müdürü geldi. Zaten sert biriydi. Çok korkardık ondan. Beni kolumdan tuttu. Önce hafif hafif sonra bir güzel dövdü. Ama ne dövüş. Allah düşmanımın başına vermesin. O gün okul müdüründen yediğim o dayağı hiç unutmadım, unutmamda. Her ne olursa olsun, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin sekiz yaşındaki bir öğrenci o şekilde dövülmez. Ama o gün ben o dayağı yedim. Ne ben, ne ailem, ne de okuldan bir öğretmen bu dayağı eleştirmediler.
O gün okul çıkışı eve ne kadar mutlu gittiğimi size anlatamam O kadar dayak yememe rağmen mutluydum. Gururla anlatıyordum arkadaşlarıma zili nasıl çaldığımı. Dayak hiç önemli değil. Sekiz yaşında da olsam hedefime ulaşmıştım. Tabi külfetine katlanarak . Hemen şunu belirtmeliyim ki; okul müdürüm ve öğretmenim ikiside şu an sağ ve sağlıklılar. Kendilerine uzun ömürler diliyorum. Saygılar sunuyorum.
İbrahim AKDAĞ
YORUMLAR
"Benimde içimden hep o zili çalmak, öğrencilerin sıra oluşunu görmek geçerdi içimden." cümlesinde iki defa içimden kelimesi tekrarı yapılmış.bu yüzden cümle akışını kaybetmiş.anlatımlarda gereksiz kelime tekararlarından kaçınmak lazım.
şiirden sonra nesir yazarken görmek ayrıca mutlu etti beni...kalemine sağlık..yenilerini bekliyoruz...başarılar dileklerimle...