- 389 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ŞEHİT KUBİLAY
Kubilay, Girit’ten İzmir’e göçen yoksul bir aile çocuğuydu. Adını Mustafa Fehmi koymuşlardı. İlkokula Aydın’da başlamış, Bursa Muallim Mektebi’ni bitirip öğretmen olmuştu.
Türk ocaklıydı ve kendisine Kubilay adını vermişti menemen 43.Piyade Alayında yedek subaydı hayatının baharında vahşi şekilde şehit edileceğini bilmezdi,Tarih 23 aralık 1930 Salı Derviş Mehmet ve 44 yoldaşı Bozalan köyünde esrarlı sigara hastalıklarına matine olduktan sonra Menemene gelmişlerdi mübarek üç aylardan şaban ayının üçüydü. Sabah vakti Müftü Camiine girdiler. Derviş Mehmet ’’Aziz Cemaat ben mehdiyim dinimizi korumak için buraya geldim’’ diyerek mihrabın yanındaki sancağı alıp dışarı çıkmıştı Tekbir sesleriyle şaşkın cemaati ve toplanan kalabalığı sancağın altına davet ediyordu ,
Olayı öğrenen alay komutanı bunları dağıtmak üzere Kubilay’ı görevlendirmiş. Kubilay, sabah erken saatte bir manga askerle meydana gelerek Derviş Mehmet’in yakasına yapışmıştı.
Siz kimsiniz ,haydi dağılın bakalım !
Ben Mehdi Mehmet’im be adam, sen de kim oluyorsun?
Boğuşma sırasında kalabalıktan açılan ateşle Kubilay mecalsiz yere düştü. Yarası ağırdı. Kubilay’ın yerde çırpındığını gören Derviş Mehmet, Kubilay’ın başına dikildi. Torbadan çıkardığı tırtıllı bıçakla avının boğazına saldırdı. Başını gövdeden ayırdıktan sonra, yerde kıvranan avının gür saçlı kesik başını, oradaki şimşir taşına vurarak silkeledi. Eline aldığı kesik başı yeşil sancağın ucuna takarak tekbir getirmeye başladılar.
Menemen olayını anlamak için Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan, gibi bir kaç meczup arasından suçlu aramak yetmez; onları buralara sürükleyen zihinsel yapıları okumak gerekir.
1922 yılında saltanat kaldırıldıktan sonra Cumhuriyet ilan edilmiş, hilafet kaldırılmış 1925 yılında bütün tarikatlar kapatılmıştı. Saltanat ve hilafet kaldırılınca medrese ve tarikat yapıları desteksiz ve işlevsiz kalmışlardı. Doğal olarak Cumhuriyete nefret kusuyorlardı. Halbuki Cumhuriyet, dini değil, halkın sürüleşmesine sebep olan hurafeleri kaldırmıştı.Ancak medrese ve tarikatlar, eskisi gibi yanlarında yeniçeri zorbalarını değil, karşılarında milli bir orduyu buldular. Bedeller ödeyip tevekküle çekildiler.
Menemen olayı duyulur duyulmaz ülkede büyük bir infial yaratmıştı. Üç gün sonraki Hakimiyeti Milliye gazetesi olayın arkasındaki tekke ve tarikat biçarelerini işaret ediyordu.
Türk inkılapçılarının en bariz fazileti hakikatleri olduğu gibi görmek, ne kadar acı olursa olsun, onlarla karşı karşıya gelmekten korkmaktadır. Tekkeleri kapadık, fakat Dervişler yaşıyor. Medreseleri kapadık halifeliği kovduk fakat saltanat devrinin nimetleri hala zihinlerinde...Şapkayı giydirdik fakat onu taşıyanlar hala bizi tekzip ediyorlar ’’Cebri ikrah karşısında domuz etini yemek caizdir’’ diye, şapkayı taşıdığı için nefsini günahtan tenzih eden biçareler var.’’
Hilmi Ziya Ülken, Yunus Nadi ve Hamdullah Suphi gibi günün etkili yazarları olayı milli bir Kerbela olarak değerlendirdiler.Bunlar arasında o günlerin en heyecanlı devrimcisi ve Atatürk hayranı olan Necip Fazıl Kısakürek’de bulunuyordu. En anlamlı yazıyı o yazacak olayın ardındaki zift ruhlu sinsi irticayı en güzel o canlandıracaktı.
’’Dünya kuruldu kurulalı bu kadar küçük bir hadise, bu kadar büyük bir baş doğurmadı. Eğer Kubilay’ın kesik kafasına nisbet ederek onun hudutlarını tayin etmek istiyorsak, elimize bir metre alıp facia meydanını ölçmeyelim. Dökülen kanın kaç litre olduğunu hesaplamayalım. Ne 31 Mart, ne Şeyh Sait isyanı, mahiyet ve ruh olarak Menemen hadisesiyle boy ölçüşemez.’’
’’Mesul Derviş Mehmet ve avanesi değildir. İrtica ’’Bahri muhitteki buz dağları gibi suyun yüzüne bir uç çıkardı. Mes’ul bu uç değil buz dağının heyet-i mecmuasıdır. Bu ucu tepelemekle, hiç bir nişane bırakmamakla dağı kaldırmış olmayız. O dağı tuzla buz etmek lazım. Mesuller, suyun yüzüne çıkmayanlar, o bir kaç kişiye sinsi sinsi omuz verenlerdir. Kasketinin güneşliğini kasketlikten çıksın diye arkasına getirendir. Mes’ul; elleri cübbesinin cebinde yüzümüze bakmaktan korkarak, niyeti meydana çıkmasın diye telaşlı telaşlı yürüyendir.’’
Tasavvuf ve tarikatların tarihsel ve toplumsal işlevlerini iyi bilen Adülbaki Gölpınarlı, görünüş, düşünüş ve inanç bakımından şeriat ve tarikat taassubunun en irrasyonel yüzü olarak Nakşileri görüyordu. İslamda Tanrı’ya ulaşmak için Şeyhe intisap ve siluk gibi şeyler yoktur. Kendini ahirete adayıp yaşamdan kopmayı dinimiz kabul etmez. Gölpınarlıi Cumhuriyet devrimlerinin işlevsiz bıraktığı tarikatları ’’şeriat ve tarikat yobazlığı’’ diye niteliyordu.
’’Şeriat yobazı, karıncayı çiğnemekten çekinir; Kur’an kitap ehline dokunmadığı, dinlerinde serbest bıraktığı, Allah’ın birliğine inananın, cennete gideceğini bildirdiği halde, en küçük müsamahayı kabul etmez...Allah aşkına adam boğazlamayı cihad sayar. Kendi gözündeki merteği görmez, başkasının gözündeki çöpe takılır. Tarikat yobazı, her şeyi Tanrı tecellisi görür, fakat kendine uymayanları yezid diye dışlar. Şeriat yobazına göre Müslüman yalnız kendisidir; kendisine uymayanlar dinsizdir. Başını ustura ile kestirmeyen, sakalını çembervari bırakmayan, başına bere giymeyeni gavur sayar; her yeniliğe düşmandır...’’
Cumhuriyet hükümeti tarikatları kapattığı 1925 yılında yalnız İstanbul’da 16 tarikat ve 438 tekke, faaldi. En güçlü ve yaygın olanı Nakşibendilikti. İstanbul’da 60’tan fazla tekkesi vardı. Buralarda Allah’a ulaşma ayinleri yapılırdı. Cumhuriyet işte bu kurumları kapatmıştı.Tekkeler kapatılınca Katbül-aktab Erbilli Esat Efendi de Erenköy’deki muhteşem köşküne çekilmişti. Ziyaretçisi eksik olmuyordu. Menemen eylemcilerinin köşkünde misafir edildiği ortaya çıkmıştı. Yargılamada idama mahkum edilenlerden biri de Erbilli Esat Efendidir.