- 579 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
862 – DUVAR
Onur BİLGE
Sadullah Bey’in maddi sıkıntılarının yanı sıra ailevi sorunlarının olduğu da bir gerçek ama arlı adam, onları gizlemeyi uygun görüyor. Kol kırılır, yen içinde... Fakat sorunları arttıkça kendisini ölüme daha yakın hissediyor olmalı ki bu rüyalarına da yansıyor. Anlattıklarından o anlaşılıyor. Ayrıca gemi su almaya başlamış olmalı. Ölüm korkusu kaplamış ruhunu. Bilinçaltında ölüm korkusu yatıyor. Belki de ölüm korkusundan çok hesap korkusu... Korkmasın mı! Korkacak tabii ki! Hangimiz korkmuyoruz! Korkmadıklarını söyleyenler de yiğitliğe leke sürmeme gayreti içinde olanlar...
“Azizim, bir duvar gördüm bu gece rüyamda...”
“Allah hayra tebdil etsin!”
“Allah razı olsun! Hayrın karşı gelsin! İki katlı ev kadar yüksek, kale gibi taş duvar... “Burası senin evin!” dediler. Nasıl ev? Tek duvar... Hemen ördüler. Uzun mu uzundu... Bir somya sığar. Fakat uzun, yan yana konursa belki altı somya sığar. Duvar boyunca yıldırım hızıyla bir duvar daha örülüp, yanları kapatıldı. Orada kalacakmışım. “Kabir!” dedim ben, tabir olarak. Arkada, yanda komşu odacıklar vardı. Yalnız kalanlar, aileler...
Yan yana odacıklar... Onlar kabir komşularım olsa gerek. Bir odada tek bir adam... Yatağı ve üstünde eşyaları vardı. Adam yoktu. Pansiyon gibiymiş orası. “Burada kalsaydım ben...” falan diye düşündüm ama benim kalacağım yer, onlarınki gibi basık değil. İki kat ev kadar yüksek, dar, uzun bir hol gibi evim. Tek kişilikmiş. Bir ben kalacağım.
Yine ona yakın zamanda, aynı gece bir rüya gördüm. Yer kazılmış. Arazi oyuk oyuk... Kabristan gibi ama mezarlar yok da taşlar ve topraklar dışında... Çok güzel, kahverengi... “Toprak alacağım!” dedim. Yanımda bir kadın var. “Alma! Elin çamur olur!” dedi. Orada, yerde bir poşet buldum. Elimi değdirmeden aldım, doldurdum. İki kilo kadar... Sadece toprak...
Bir poşet daha aldım. Küçüklüğüme döndüm. Evimize götürdüm. Babam da oradaydı. Kucakta gezdiğim zamanlarda evimizde yığınla duran, lehimlenmiş peynir tenekeleri yığılıydı evin holünde. Babam da oradaydı. Oysa çoktan öldü. Saçının teli bile kalmamıştır! Bana bir şey deniyor. Kabrim, yerim gösteriliyor. Orada kalacağım söylendi. Kaç kişiye böyle dendi acaba? Bilmem ki herkese denir mi?”
“Kimine kabri gösterilir, kimi kabrinde yaşar.”
“Makbul kullar ölmeden önce öldüler!”
“Ölenlere üzülmem. Kalanlar ölülerden tehlikeli! En zararsız insan, ölü insandır!”
“İyi bari yatacak yerim varmış. Olmasaydı ne yapardım!”
“Havada kalan olmadı. Hazreti İsa’dan başka... Kuşlar bile havada yaşarlar, ölüleri yerdedir.”
“Ölen arkadaşlarımdan birine ölümünden kısa süre önce saray gibi bir ev gösterilmiş. “Burası senin!” denmiş. Bana da kale gibi duvar... Penceresiz...”
“Anlattıklarından ibret alamaya çalışıyorum.”
“Belki bu yana pencere koymuşlardır.”
“Belki!”
“Kapısı nerden? Bilmem! Ağzımın içinde, dilimde, sağ tarafta titreme oluyor ara sıra. Beyinden olabilir. Ara sıra değil. Bu aralar sürekli...”
“Az konuştuğundan, bir taraf paslanıyor olabilir. Egzersiz yapmalısın bence. Daha çok konuşmalısın mesela.”
“Sen dalga geçmeye devam et! Emrin olur! Gülme! Ben ciddiyim! Ötelerden mesajlar var!”
“Belki de yükünün ağırlığındandır, kim bilir?"
"Mutlaka ondandır. Başıma gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmedi zaten! Hele son zamanlarda... Neyse...Bir dünya derdi değil ki! Günahım da az değildir benim! Efendimiz, kölesi Zeyd’e demiş ki: "Evlat yol uzun, binitini sağlam tut, yükünü hafiflet, azığını tam al!"
"Söyleyeceklerin bittiyse, ben biraz uzanacağım. Birkaç dakikalığına... Tansiyonum mu düştü nedir? Beni üzmeye ne hakkın vardı! Sonra... Haktan falan çok bahsettin az önce. Eğer bende de hakların varsa ki, mutlaka var...”
“Kalmadı. Ne varsa helal ettim!”
“Madem helal ettin, büyük insansın, müteşekkirim! Benim sevaplarım varsa tümü senin olsun! Zira Allah’ın huzuruna müflis olarak varmak isterim!”
“Öf!.. Amma da kibir yaptın ha!..”
“Öyle diyorsan öyledir. Doğrusunu Rabbim bizden daha iyi bilir.”
“Allah’a karşı bile kibir! Vay be! Demek ki hiç günahın yok!”
“Müflis adam acılar içindedir. İflas acısı, en büyük acıdır!"
"İyi ki iflas ettin yani! sanki senden başka kimse iflas etmedi! İçine oturmuş o iflas! Şimdi de sevap namına neyin var neyin yoksa ona buna dağıtmak istiyorsun. Bu garez değil de nedir! Garezin kime? Kime ha? Kime? Kadere mi yoksa kaderi takdir edene mi? Yapma Allah aşkına! Bu kadar da olmaz!.."
"O’nun kapısına varlıkla varmaktan haya eder, O’na sığınırım! Sizler bu yüzden şanslı kullarsınız. Rabbim bahtınızı sonsuza dek nuruyla aydınlatsın!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 862