- 319 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İki artı İki Bazen beş eder.
“Düşünmeyi Öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.”
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Size ilk başta ağaçların rengini soracağım? Aklınıza ilk gelen kahverengi ve yeşil değil mi? Peki papatyalar, onlar hangi renkte? Beyaz ve sarı. Bu ve bu tür soruların cevabı hemencecik aklımıza gelir. Çünkü bu tarz şeyler beynimizde artık bir kalıp olarak sabitlenmiştir ve bu kalıpların dışına çıkınca beynimiz garipser ve direk o cümleyi yanlış olarak kabul edebiliriz. Belki de karşımızda bizim bildiğimiz kalıbın dışında ki bir kalıbı bize göre yanlış olduğu için reddederiz, karşı çıkarız hatta bizim düşünce kalıbımıza uymayan bu kalıbı aşağılayabilir hatta ve hatta bizden başka bir düşünce kalıbına sahip olduğu için belki aşağılamaktan da öteye gidebiliriz.
Mevlana’nın bu sözündeki ilk cümle aklıma çok takılmıştı. “Düşünmeyi Öğrenmek.” Düşünmeyi sahiden öğreniyor muyduk? Bize, yani insanlara düşünmek doğuştan gelmiyor muydu? Evet yanlış duymadınız. Ben ilk başta düşünmeyi doğuştan gelen sıradan bir şey zannediyordum. Fakat daha sonra öğrendim ki; iki yaşına kadar beynin hafıza kısmı gelişim sürecinden geçiyormuş ve iki yaşından sonra bir şeyleri daha net ve daha iyi algılamaya başlıyormuşuz. İki yaşından itibaren öğrendiklerimiz üzerinde daha fazla düşünmeye başlıyor, hayal gücümüzle aslında büyüklerimizin söylediği kalıpları yıkıyormuşuz. Aslında küçükken herkes belki de bir ağacı yeşil değil de mor veya başka bir renk çizmek istedi ve bu yüzden ebeveynlerinden uyarı aldı değil mi? Halbuki mor bir ağaçta olabilirdi. Çizilebilirdi.
Şimdi ise büyüklerimiz sayesinde yavaş yavaş “Kalıplı düşünme”yi öğrenmeye başladık. Ah şu kalıplı düşünceler! Bizi hayal gücümüzden esirgeyen ve genel anlamda çoğunluğun kabul ettiği, küçüklüğümüzden beri bizi sınırlayan şeyler. Düşünüyorum ve fark ediyorum ki kalıplar haline gelen düşüncelerin çoğu bize öğretilen düşünce tipleri. Aynı zamanda kalıplı düşünce dediğimiz düşünce biçimlerimizin çoğu önyargılarımız. Belki ailemizden öğrendiğimiz, belki de çevremizden öğrendiğimiz. Mesela; aldatmak erkeklere mahsusmuş gibi dizilerin ve filmlerin çoğunda bu şekilde gösteriliyor. Çevremizde ise bazen bir kadın arkadaşımız sevgilisinden ayrılınca direk akla gelen ilk soru: “Seni aldattı mı yoksa?” oluyor. Bu kalıplı düşünce biçimi aslında bir eylemi bir cinsiyete yüklüyor fakat 2012 yılında okuduğum bir makalede kadınların aldatma oranının daha fazla olduğunu söylüyordu. Bunu ilk duyduğumda oldukça şaşırmıştım. Elbette burada aldatmanın erkeklerden ziyade kadınlara yüklenmesi gerektiğini söylemiyorum. Burada söylemek istediğim şey aslında her iki cinsiyetinde aldatma potansiyeli olduğunu ve sadece erkeklerin aldatmadığı… Kusursuz kurşun adlı kitabımın ilk bölümünde de “Erkekler ağlamaz.” Kalıplı düşüncesi üzerine biraz değinmiştim. Ki burada Mevlana’nın da kalıplı düşünce diyerek bahsettiği şeyin aslında toplumda tamamen kabul görülen önyargılar olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Peki daha sonra Mevlana’nın öğrendiği “Kalıpsız Düşünce” olgusu neydi? Hatta sağlıklı düşünme biçimi olarak adlandırıyor Mevlâna. Kalıpsız düşünce biçimi, bana göre; Duyguları, hisleri ve eylemleri bir kalıba koymadan, yani bir cinsiyete veya canlıya yüklemeden herkese ait olabileceğidir. Mesela Ağlamak aslında her canlıya özgü bir duygu olduğunu kabul etmek gibi. “Kalıpsız Düşünmek ne demektir?” diye düşünürken aslında birçok kalıplı düşüncemi fark ettim. En büyük kalıplı düşüncemiz ise; benim doğrum en doğrusu ve en kabul edilenidir dediğimizi. Aslında kendi doğrum sadece benim doğrum ve kendi yolumda aslında sadece benim yolumdu. Bir başkası buna uymak istemiyor ise saygı duymalıydım ve onun doğrusu konusunda benden yardım istiyor ise, onun doğrusunu ve yolunu öğrenerek ona yardım etmeliydim. Mevlana’nın da belki de “Kalıpsız Düşünce” dediği de buydu aslında. O belki de tek bir doğrunun olmadığını ve belki de bütün insanların bir olaya veya olguya farklı baktıklarını ve herkesin bakış açısının bir doğru olduğunu bu yüzden o kişileri kendi doğrusuyla kabul etmenin, hatta o kişinin veya kişilerin doğrularından kendine bir şeyler katabilmekti kalıpsız düşünebilmek. Her zaman bir noktada sıkışıp kalmadan daima bir konuyla ilgili kendine yeni bir şeyler katmak, öğrendiklerin üzerine yeni bilgi birikimiyle tekrardan bilgini yoğurmaktı. Böylece kalıpların yıkılarak bir bilginin veya doğrunun her çeşidini öğrenmek. “Kalıpsız Düşünmek” işte tam anlamıyla buydu! Ve bunu keşfedince dedim ki: “Evet tek bir gerçek olabilir belki ama o gerçeğin tek bir doğrusu yoktur.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.