- 357 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Sait Faik Abasıyanık : Sevmek Korkusu (Sesli Kitap)
Sevmek Korkusu
Bir yaylı hatırlıyorum. Hayvan, yol ve yulaf kokan keçelerin üzerinde çocukluğurnun sevgilisini, yumuşak ve tombul avuçlarıyla, yolun iki tarafında uçan kuşları alkışlar görüyorum. Sonra yine çocuklu
ğurnun sevgilisini, bir deniz kenarında lacivert ve sıkı robunun içinde
dolaşır seyrediyorum. Korku, yol boylarınca etrafıını sarıyor, önümde
uzuyor. Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım
yolda beni avare ve çınlçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız
bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsiziikten korkar gibi ürküyorum.
Her şeyi, herkesi, ilmi, felsefeyi bir ortaoyununa çıkaran, yumu
şak ve nefesleri yediklerinin değil güzelliklerinin buharlannı çıkaran
insanlar olacağım çocukluktan biliyorum.
Yalnız, yüzleri, gözleri, kaşları, kirpikleri, omuzları ve ayakları
değil; midesi, kalbi, hançeresi ve hicabı hacizi güzel insanlar var. Seven insanda ise fiziki güzelliklerin denıni taraflarını gören gözler
•
olurmuş. Varsın olsun, inanmıyorum! Inanmadığım halde bu korku
niçin? Allah’a inanmayanlar içinde pek çokları samin1i olmadıklarını,
bazan son nefeslerinde, bazan de ani tehlikelerin karşısında "Allahu
diyerek, ispat ediyorlar. O halde ben de samimi değilim. Çünkü korkuyorum. Bu muhakemeyi evvelce, ’’varsın olsun, inanmıyorum!" dediğim zaman yapmadım.
Bir kıştı. Kar, küçük şehri "kayakçı"larla doldurmuştu. Kahveler
çivili ayakkabılı, yüzleri pembe, kafaları sarılı, mesut sporcu kadın ve
erkeklerle dolmuştu. Müzik, her ışıklı çarşıda bir fırtınayı, çarnların
üzerinde birikmiş kışı, kiliselerin çanları üzerinde serseri karların çı-
75kardığı işitilmez sesleri hikaye ediyordu. Bütün önsezilerim beni aldatmıştır. Yani her şeyi olmuş gibi hisseder, fakat bunlann hiçbiri
doğru çıkmadığı zaman bütün önsezilerim beni aldatmıştır, derim.
Oluşundan önce duyulan şeyler çok defa felaketlerdir. Felaketierin de
kendilerine has kokulan olmasa, burnumuzdan gayri, köpeğinkinden
daha hassas bir başka şammemiz olduğunu söyleyemezdim. Korku
da bir önsezidir. Fakat vukudan kilometrelerce uzak değil, hemen hemen bir adım geridedir.
Korkudan buz gibi ter dökülmekle beraber o, sıcak, ılık ve karanlık gibi tatlı ve münzevi bir şeydir. Korkmak için her an elimizde
vasıtalar vardır. Eğer o bir zevk olsaydı, kollarımızın arasındaki yumuşak göğüsten ve ağzımızda kınlan hararetle kurumuş dudaktan
farkı olmayacaktı. İşte ben, bu küçük şehirde oturmayı kararlaşhrmadan evvel, korkuyu, isterseniz önseziyi, bir behimi zevk gibi kucaklamış; avuçlarıının hararetini ona vakfetmiştim. Yeni bir zevk
bulmuş gibi, asfaltları biraz daha mor, arnpulleri biraz daha karanlık
tenha caddelerde dolaşırdım; kar, paltomun yakasına musallat olur,
oraya birikir, gözlerim yakarndan ayrılmazdı. Sokağın kenarındaki
sinemanın zili çalmaya başlardı. Beklediğim çok defa gelmezdi. Yanımdan acele acele geçenler, beni gördükleri zaman, bilmem korkarlar mıydı?
Beklediğimin gelmediği günlerden bahsedecek değilim. O günler
birbirinden, şehre yağan şeyin kar veya yağmur olmasıyla aynlabilir.
Sinemanın zili aynı tarzda çalar, sinemanın içinde aynı film oynanır,
aynı insanlar önümden geçip giderler; biletlerini alıp sinemaya girerlerdi. Beklenilen, gelmek için iyi havalan seçerdi.
Rüzgarsız fakat soğuk havayi nesirninin içinde ve yıldıziann altında zil daha berrak sesler çıkanr. Sinemacı filmi barometreye göre
değiştirir; bulutsuz havaların insanları sinemayı doldururlardı. Bu sinema, uzak ve sessiz bir arnele mahallesinin sinemasıydı. Uzun bir koridordan girilirdi. Antresinde iki cılız palmiyenin içinde yemyeşil arnpuller yanmıştı. Kenarcıkta bir havuz vardı. Fıskıyesinden rengarenk
ışıklı bir ampul zaman zaman fışkınrdı.
Sessiz filmler oynanırdı. Su sesi gibi bir piyano dar salonun uzak bir
köşesinden aksederdi. Bir sürü çocuğun arasına otururduk. Adeta ıslıkla yaşanırdı. Ellerimiz birbirinin içinde yumuşardı. Ve perdede de bir
76haydut... elinde kama... Haydutlar düşer, hafiyeler vurulur, nihayet genç
kız sevgilisine kavuşurdu.
Salonun içinde hemen hemen hiç konuşmazdık. Ben kafaının içinde biraz sonra çevireceğimiz filmi çevirir; o, masum, habersiz şekillerle güler, hayallerle ağlardı. Sonra herkesle beraber sinemadan çıkardık. Konuşmazdık. Ben kapının kilidine anahtarı sokar; karanlık ve
boş odama dolardık.
• •
Bir gün bir masa karşısındaydım. Ustüne yeşil çuha örtmüşlerdi.
• •
Uzerinde oyun oynamışhk. Parti bittikten sonra masanın örtüsünü
kaldırdılar. O zaman ben masanın birdenbire küçüldüğünü hayretle
görmüştüm. O da bu masa gibi olurdu. Fakat aksine; birdenbire kü
çükken büyüyüverir, kısa iken uzar; kalkar giderdi.
O yanımda iken korkmazdım. Evin dış kapısı kapanır kapanmaz,
pencereme vurmuş sokağın ışıklan ve karşı meydanlığın ağaçları yatağımın ayakucundan ışıklı gölgelerle uçuşurlar, yapraklara ve ışıklara kanşmış ayak sesleri, yatağıının ayakucunda uçuşan gölgelerle birleşir, kalkar odanun içine bambaşka bir gözle bakardım. Ufuksuz, seri ve maddesiz kuşlar her tarafta uçuşurlardı.
Bütün bunlar bana bir cennet dekoru içinde irtikap edilmeye mü
sait bir katil vakası tahayyül ettirirdi.
Haftada bir gün gelirdi. Saat ikide kalkar giderdi. O gittikten sonra ben onu öldürmüş kadar harap, katil yatağıının üzerinde sabahı,
polisi, kanunlan beklerdim.
Alacakaranlıkta, hele sabahın alacakaranlığında hiçbir cinayet iş
lenmemiş, hatta sabahın alacakaranlığında, muharebe bile olmamıştır.
Sabahlara kadar asabiyetsiz bir anı, bir daha yakalayamayacağıını tahmin ettiğim için, bir sabah, bu dağ şehrinden arkama dönüp bakmadan aynldım.