- 591 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
851 – SADECE SEVDİM
Onur BİLGE
Bir kaç yıl kendimi tüm ibadete verdim. Yılın yarısından çoğunu oruçlu geçiriyordum. Önceleri zevk verse de zamanla alışılıyor. Alışkanlık olunca da ne kadar tutarsan tut, hazzı ve heyecanı kalmıyor.
Ayda beş altı bin mark alıyordum. Pirimli bir işti. Sonraları daha büyük tekliflerle de karşılaştım. Hem de büyük firmalardan ama beni hiç biri tatmin etmiyordu. O zaman bunun İlahi aşk olduğunu anladım. Zaten yıllarca şu ya da bu şekilde içindeydim. İşte benim aşkım, aşk sayarsan kısaca budur!”
“Ben Allah aşkına basamak olan aşkı sormuştum. Mutlaka ölümsüz bir aşk olmalı değil mi temelde? Beşeri aşklar hiç mi yaşanmadı?”
“Elbette yaşandı. Askere gitmeden önce, o zamanın kısıtlılığı içinde on tane kızla konuşurdum. Birini çok sevdim! Onun sesini bile duymadım! Onun da beni aynı aşkla sevdiğini anladığımda Eskişehir’i terk ettim! Kendimi İzmir’de buldum!
Orada da birine ilgi duyar gibi oldum ama dürüst bulmadım. Diğerleri de kendileri asılırlardı. Yüz vermezdim. Merakın tatmin oldu mu? Tamam mı azizim?”
“Tamam! Ancak etraflıca değil. Konu başlıkları kadar kısa... Özet bile değil.”
“Sakladığım, söylemediğim bir çok olay var. Bunca yaş yaşamışım. Haliyle olacak. Belki bir ara coşar da anlatırım.”
“Aşkı deli deli yaşayan, açık açık yazan galiba sadece benim!”
“Tabii! Kendini destan ediyorsun! Seni o hususta cesur buluyorum. Fakat o denli açıkkalplilik bir yerde takdire şayan ama aynı zamanda sakıncalı da... Bence bazı şeyler gizli kalmalı. En azından tabak gibi ortada olmamalı! Ben böyle düşünüyorum.”
“Allah’tan utanmadan yaşadıklarımı kullarından utanarak mı saklayacağım! İçimde ne varsa, dışımdaki de odur! Hem ben utanılacak bir şey yapmadım ki! Sadece sevdim!”
“Allah hepimize istikamet versin! Bizi bize bildirsin! Sonra da o bilişle kendini bildirsin! Amin!”
“Nasıl bildirecek?”
“Eğer bir insan hulus-i kalple besmele sırrını çözerse, diğer bütün kapılar açılır! Anahtar ayet o!
“Yasin, Velguranil Hakim...” “Ey insan sen Hikmetlerle dolu Kur’ansın. Sen kendini oku!” diyor. Yunus da adeta kısmi şerh ediyor.
Hallaç öldükten sora, Şibli rüyasında Cenabı Hakk’a Münacatta bulunuyor. “Ya Rabbi, Firavun’la Hallaç’ın halleri nasıl?” diye. “Firavun kendisiyle o kadar meşguldü ki bizi unuttu. Hallaç ta bizimle o kadar meşguldü ki kendini unuttu.” Meydanı kim boş bulursa atıyor, benim şimdi attığım gibi...
“Allah Şibli’ye de mi konuşmuş!”
“Allah Affetsin! Doğrusunu ancak kendi bilir.”
“Darb-ı mesel...”
“Sabretsen çatlar ölürdün! Onu soracağını bildiğim için “Doğrusunu O bilir.” dedim. Allah seninle hiç konuşmadı mı? Konuştu da sen mi farkında olmadın? Allah seninle benimle konuşursa “Ben Allah’ım!” der mi!”
“Tamam! Öyle olsun! Sen anlatmaya devam et!”
“Anlatayım da... Seninle daha konuşmaya başlamadık. Hâlâ ortak dilimiz çok az... Umarım, dua ederim, İnşallah bir kelimeden ne kastettiğimin anlaşılacağı gün çok uzak olmasın!”
“Benim kafam kalındır.”
“Hayır değil! Sadece imanının doruğundan bakıyorsun. Oradan ne görüyorsan onu geçerli sayıyor, gittiğin yolun ilerisinde farklı şeylerle karşılaşacağını, kendini sorgulayarak tefekkür etmiyorsun. Benim de senden farkım yok ama korkmadan soru sor! Kendine aykırı da görsen sor! Ta ki mutmain olana kadar. Hakkel yakınlığı her şeyde müşahede etmenin başka yolu yok.”
“Dünyevi şeyler sormayayım yani. Öyle mi?”
“Faydası olacak şeyler sormaya çalışmalısın. Ben de zamanı başka türlü kurmaya alışmalıyım! Sözler işe yaramalı, değerler yerine oturmalı! Sıradan olaylar, sıradan sözler bitmeli, yeni sözler bulmalı, yeni ufuklar açmalıyız.
Aklınla dilin, sözünle özün ayrılmadığı, duyguların karmakarışık, gönüllerin alabora olmadığı, içimizde yetişen kökleri sağlam dallar bulmalıyız. Beceremezsek gam değil! Kalırız kendi halimizde. Ulaşamadığımız erginliğin biraz gerisinde...
Nelerin açlığını çektiğimi aklım almıyor ama açlığımı biliyorum da “Tokluğun çaresi nedir?” sorusuna cevap bulamıyorum. Bunları anlatmakla kalmamalı, yazmalıyım aslında. Okunmadan ölüm sonrasına kalmalı belki. Ya da beni anlayan kulaklara konuşmalıyım. Seçim yapamıyorum Aklım karışıyor. Gönlümü aklımla ikna edemiyorum. Fırsat bulamıyorum ki kuytulara çekilip içime sessizliği sindireyim! Zirvelere çıkıp içimdekileri haykırayım!
Allah kahretsin! Neler söylüyorum! Saçma sapan, defolu sözlerle ne anlatmak istiyorum, ben de bilmiyorum. İçimi acıtan bir şeyler var. Adı ne? Şekli, biçimi, kokusu nasıl? İnan ben de bilmiyorum.
Keşke ben de senin gibi yazabilsem! Duygularımı düşüncelerimi kâğıtlara dökebilsem de rahatlayabilsem! Aslında, bir taraftan iyi yapıyorsun. Yazmak da bir tedavi şekli... İçimizde kalanlar, içimize dert oluyor!”
“Sen yazma, anlat! Bizim her şeyi kaydedenimiz var. O yazar müsaade edersen.”
“Susmak konuşmaktan daha mı iyi ne? Bugün de böyle olsun! Yarın var mı bilmiyorum. Hayırlı akşamlar... Allah, işlerinizde kolaylık versin!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 851