- 448 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÇOBAN MEHMET
Mehmet, Anadolu’nun Karahacılı köyünde doğup büyüyen genç bir delikanlıdır. Uzun boylu, zayıf, kahverengi gözlü ve ince dalandır. Babası Goca Osman’dır. Annesi Şemsi’yi üç buçuk yaşındayken kaybeden Mehmet, onu pek hatırlayamamaktadır. Bu yüzden anne sevgisinden mahrum kalır. Çeşitli sıkıntılar çeken Mehmet’in babası tekrar evlenmek zorunda kalır. Mehmet artık analık yanında büyüyecektir.
Günler ayları, aylar da yılları kovalar gider. Bu zaman zarfında Mehmet büyümüş, on dört yaşlarına gelmiştir. Goca Osman, aile nüfusunun fazla olması nedeniyle geçim sıkıntısı çekmektedir. Köyünün arazisi dağlık ve engebelidir. Karın doyuracak arazi bulunmamaktadır. Sığır çobanlığı yapması, evinin geçimine yetmemektedir. Adeta fakirlikle boğuşmaktadır. Onun Mehmet hariç diğer çocukları küçük yaştadır.
Goca Osman’ın yeğeni Ahmet Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesinin Uzunlu kasabasında inşaat işlerinde çalışmaktadır. Ahmet, boyunun uzunluğu ile tanınmış ve Uzun Ahmet olarak meşhur olmuştur. Kırk yaşlarında olan Uzun Ahmet, avurdu içene çökük ve uzun yüzlüdür. Sigarayı dudağından eksik etmez. Çocukların emzik emdiği gibi sigarasını emer durur. Sigaranın dumanı tepesinden çıkar. Goca Osman da sigara tiryakisidir. O da çok sigara içer.
Uzun Ahmet, yeğeni Mehmet’i kendisinin yanında çalışması için Boğazlıyan’a çağırmıştır. Amcasının çağrısı üzerine Boğazlıyan’a çalışmaya gider. Tek başına amcasının yanına ulaşan Mehmet, burada inşaat işlerinde çalışmaya başlar. Çalışsa da çocuk yaştadır. Amcası Uzun Ahmet’in yanında yirmi, yirmi beş gün çalışır. Mehmet’in köyünün inşaat işçileri, genelde sıva işi yapmaktadırlar. Geçim sıkıntısı çeken köy halkı, gurbet elleri dost edinmiştir. Eline malayı ve küreği alan herkes gurbetin yolunu tutar. Kum, çimento, kireç ve bunların karışımını sağlayan su; sıvanın vazgeçilmezidir. El arabası, kürek, hortumu da unutmamak gerekir. Bir elinde mala, diğer elinde kürekte yığılı olan harç vardır Anadolu insanının. Akşama kadar durmadan çalışırsınız, çocuklarınıza helal rızık götürmek için. Bozkırın steplerinde, Mehmet’in kaderini paylaşan henüz bıyığı terlememiş çocuk yaşta çok genç bulursunuz. Onlar çocukluklarını yaşamadan gurbetin yolunu tutarlar. Bu olay, 1974 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan Kıbrıs Savaşı zamanında vuku bulur.
Mehmet, Boğazlıyan’da çalışırken; arkadaşları kendisini akşam kumanyasını alması için bakkala gönderirler. Akşamüzeri bakkaldan kumanya yiyeceklerini alır ve işçilerin barakasına dönüş yolunda iken elindeki kâğıtta bir şeyler yazılı bir adam, Mehmet’in karşısına çıkar.
Adam, Mehmet’i görünce:
“Mehmet Aktaş, sen misin?”
Mehmet de:
“Evet, benim.”
Elinde kâğıt olan adam:
“Beni Amcanın yanına götürür müsün?”
Mehmet:
“Tamam, götürürüm efendim.” Der.
Mehmet, elinde kâğıt olan ve kendisini arayan adamı alır amcası ve amcası Uzun Ahmet’in yanına götürür. İkisi birlikte, Uzun Ahmet’in yanına varırlar. Adam orta yaşlıdır. Uzun Ahmet’in yanına vardıklarında, cebinden yazılı bir kâğıt çıkarır ve kâğıdı ona uzatır.
Uzun Ahmet, kâğıdı eline alır ve içinden okumaya başlar. Kâğıtta ise şunlar yazıyordu:
“Yeğenim Ahmet! Ben, oğlum Mehmet’i sana gönderdiğim adama çoban verdim. Mehmet’i bu adamla gönder. Aylığı beş yüz liradır.”
Mehmet’in amcası Uzun Ahmet, yazılı kâğıdı okuduktan sonra Mehmet’e elli lira harçlık verir. Yeğeninin gözlerinden öper, adamın yanına katar ve yolcu eder. Bu elinde kâğıt yazılı adam, Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Gevrek köyünden Nail Efendi’dir. Akşam yemeğini yemeyen Mehmet, Nail Efendi ile Sorgun’un Gevrek köyüne akşamüzeri yola koyulur. Artık o Çoban Mehmet olmuştur.
Çoban Mehmet ve Nail Efendi, Uzunlu kasabasından bir araca binerler. Bu araçla Boğazlıyan yolu üzerine varırlar. Akşamla yatsı arası yol üzerinde araba beklemeye başlarlar. Hava çok sıcaktır. Buram buram terlerler. Her taraf sivrisinektir. Sivrisineklerden kendilerini korumakta güçlük çekerler.
Yol üzerinde beklerken bir kamyon çıka gelir. Kamyona binerler ve bu araçla Yozgat’ın Sarıkaya ilçesine ulaşırlar. Sarıkaya’ya vardıklarında, kamyon şoförü:
“Arkadaşlar! Ben açım, lokantaya gidelim. Siz de yemek yiyin.” Der.
Çoban Mehmet, çok acıkmıştır ve açlıktan halsiz düşmüştür. Açlıktan genç delikanlının gözleri o kadar kararmıştır ki adeta görmemektedir. Çoban Mehmet, iyi tanımadığı adamdan o kadar utanır ki ona karşı; “Açım” bile diyemez.
Nail Efendi şoförün bu yemek teklifine:
“Hayır, biz aç değiliz, tokuz. Git, sen karnını doyur.” der. Nail Efendi, yanında duran çocuğun açlıktan kıvrandığını bilmeden, Mehmet’in adına yemek yemeyi reddediyordu. Onun adına karar veriyordu. Aman Allah’ım! Bu ne acı bir durumdu…
Kamyon şoförü yemeğini afiyetle yer ve gelir. Kamyona tekrar binerler Sorgun’a doğru yola koyulurlar. Sorgun Dört Yol mevkiine geldiklerinde, gece saat yirmi üç civarlarına gelmiştir. Sorgun’un doğu istikametinde yer alan Kayseri-Sivas yolunun ayrıldığı dört yolda, kamyondan Mehmet ve Nail Efendi inerler. Burada Çekerek yolundan Gevrek köyüne gitmek için tekrar başka bir araç beklemeye başlarlar. Araba beklerken, Çekerek tarafına giden bir kamyon çıkagelir. Mehmet ise hâlâ açtır, öğle ne yemişse onunla durmaktadır.
Nail Efendi ile genç Mehmet, Çekerek tarafına giden kamyona, binerler. Kamyondan Gevrek yolu ayrımında inerler. Gevreğ’e doğru gece yarısı yaya olarak, uzun ince bir yola koyulurlar. Etraf o kadar karanlıktır ki göz gözü görmektedir. Mehmet açlık, uykusuzluk ve yorgunluktan bitap düşmüştür. Yürürler, yürürler yol bitmek nedir bilmez. Açlıktan yere düşecek gibi olur. Birkaç kez dengesini kaybeder ama son anda kendini toparlar. Açken yürümek ne kadar da zordur bir bilseniz. Yazı yerinin yolu, uzadıkça uzanır gider...
Uzun bir yürüyüşün ardından gece saat bir veya iki arasında Nail Efendi’nin evine varırlar. Nail Efendi, evinin kapısını vurur, hanımı çıkarak kapıyı açar. Nail Efendi, kapıyı açan hanımına:
“Hanım, çocuk yorgun ve uykusuz; çocuğa hemen bir yorgan arası yap da yatsın yerine.” Der. Bu çocuğun açlığından ve susuzluğunda hanımına hiç ama hiç bahsetmez…
Nail Efendi’nin evi, kara yapı ve çatal kapılıdır. Evin ortasında koca bir salon, salonunun yan tarafında da bir sedir vardır. Oraya bir yorgan atarlar, açlıktan kıvranan yorgun ve uykusuz Mehmet’i oracığa yatırırlar…
Açlıktan bir türlü uyuyamayan Mehmet, gece sabaha karşı saat üç sıralarında ancak uyuyabilir. Sabah ezanı okunurken ev sakini Nail Efendi, Mehmet’i erkenden uyandırır. Ev sahibi, ona sabah kahvaltısında, çiğ sütle yoğurdun karıştırıldığı kölemezi yemesi için önüne bırakır. Mehmet, kölemez yemeğini hayatında ne görmüştür, ne de yemiştir. Bu yemeği sevmez ve yemez. Oysa bu yemeği, açlığını gidersin diye getirmişlerdi. Mehmet, yaşamak ve ölmemek için kölemez yemeğinden birazcık atıştırır.
Nail Efendi, ahırdan eşeğini çıkarır, onu güzelce alıklar ve:
“Mehmet! Haydi, davarın yanına gidiyoruz, davarın yanına gidiyoruz.” Der.
Çoban Mehmet, Nail Efendi ile daha gün doğmadan davarın yanına doğru yola koyulur. Nail Efendi’nin davar sürüsü, Halibaba mevkiinde yatmaktadır. Halibaba, o çevrede bulunan en yüksek tepedir. O çevreden nerden bakarsanız bakın Halibaba’yı görürsünüz. Tepenin yanında bir türbe bulunmaktadır. Zaman zaman ziyaretçiler gelir türbeye. Davarın yanına giderken yolda Nail Efendi, Mehmet’e neler yapması, neleri yapmaması gerektiği konusunda bilgiler verir.
Nail Efendi:
“Bak oğlum Mehmet! Senin güdeceğin iki yüz yirmi davar var, bunların yüz tanesi seyis, yüzü de sağmal keçidir ve yirmisi de ardakilerdir. Bu davarları güzelce otlatacaksın. Öğle vakti davarı yatağına getirdiğinde, sağmal davarı diğer davarlardan ayırarak köye getireceksin. Davar köyde sağılacak, azığını alacaksın, getirmiş olduğun sağmal davarla birlikte diğer davarın yanına gideceksin.” der. Emirlerin ardı arkası kesilmemektedir.
Mehmet de kendi içinden:
“Bütün bunları benim yapmaya aklım kesmiyor ya! Allah hayırlısını versin.” der. Adamın konuşmasına Mehmet:
“Evet, yaparım. Ha, hı, ya, öyle mi?” diye geçiştirici cevaplar vermektedir. Adam durmadan konuşmaktadır. Mehmet, onun bütün konuşmalarını isteksizce geçiştirmeye çalışmaktadır. Bazen de yaparım imasında bulunmak için başını sallardı. Yapması gereken işleri dinledikçe boynunu bir o tarafa, bir bu tarafa çevirmekte, gözlerini ondan kaçırmaktadır.
Uzun bir yürüyüşün ve yapılan nasihatlerin ardından Mehmet, Nail Efendi ile davarın yanına varır. Davarı, Halibaba’da yatakta bulurlar. Davarın yanında uzun boylu, kilolu ve babayiğit bir çoban vardır. Orada davarın yanında bekleyen çoban, Nail Efendi’ye:
“Bulduğun çoban bu çocuk mu?” der.
Nail Efendi de:
“Evet.” Der.
Köylerinde Nail Efendi’ye Nail Ağa da demektedirler. Bu ağa çevresi tarafından sevilmeyen bir ağadır. Çoban Mehmet, Nail Ağa ile sürünün yanında yaklaşık olarak bir saat kadar beraber dururlar. Stres ve sıkıntıdan, canının sıkkınlığından, yorgunluktan ve açlıktan Çoban Mehmet’in burnu çok feci bir şekilde kanar. Burnu kanadıkça kanar ve kanamaya da devam eder. Davarın yanında bulunan diğer çoban, Çoban Mehmet’e çeşmenin yerini gösterir. Mehmet, o çeşmeye koşarak gider ve burnunu iyice yıkar. Çeşmenin teknesi boydan boya kırmızıya dönmüştür. Ne üzücü bir durumdur bu. Biraz bekleyerek dinlenir pınarın yanında. Pınarın şarıltısı gönlünü rahatlatır. Bir müddet dinlendikten sonra pınardan bir avuç su içer. Suyu buz gibidir. Başına su çalar saçlarını başının arkasından itibaren güzelce ıslatır. Bu durum ona rahatlık verir. Çoban Mehmet, tekrar davarın yanına döner. Bu arada Mehmet’in burnunun kanadığını gören Nail Ağa, burnunun kanamasına aldırmaksızın:
“Ben gidiyorum. Söylediklerimi sakın ha unutma! Yerine getir.” Der. Köye doğru yola koyulur, arkasına bakmadan çeker ve gider. Davarın yaylım tarafının karşı yamacına geçer.
Nail Ağa:
“Bu çocuğun burnu neden kanamış? Neyi varmış acaba? Hasta mıdır? Bu çocuk için neler yapabilirim?” Demeden çekmiş ve gitmiş…
Nail Ağa, davarın yanından ayrıldıktan sonra, davarın yanında bulunan iri yapılı önceki çoban:
“Mehmet! Sen deli miydin de bu adama çoban durdun? Mevsim altıncı ay olmuş; bu adam hâlâ bir çoban bulamamış. Adam iyi olmadığından ona hiç kimse bu çevreden çoban durmuyor ve herkes ondan kaçıyor. Bu çevredeki insanlar, onu sevememektedirler. Bu yüzden bu çevreden hiç kimse, bu adamın davarını gütmek istemiyor. O da uzak çevrelerden çoban bulmaya çalışıyor. İnan ki bu adamı tanısaydın asla çoban durmazdın.” Der.
Nail Ağa’nın davranışlarından rahatsız olan Çoban Mehmet buradan kaçma planları kurmaya başlar. Kafasındaki düşünceleri kendi kendine şöyle dile dökmektedir:
“Ey oğlum Mehmet! Sen bu davarı ne güdebilirsin, ne de bu adamın söylediklerini yapabilirsin? Sen, ne yap, ne et; geldiğin yer olan Boğazlıyan’a kaç.” Der.
Davar ormana uzayıp giderken diğer iri yapılı çoban der ki:
“Mehmet şu davarın önünü çevir. Mehmet şöyle yap. Mehmet aşağı gel. Mehmet yukarı çık. Mehmet davarın arkasını topla…” Mehmet de davarın önünü çevirir. Aklına koyduğu kaçma fikrini burada uygulamaya başlar. Topukları yağlar ve Gevrek Köyü’ne doğru hızla kaçmaya başlar. Bir kaçar, bir kaçar ki; nasıl kaçtığını bilmeden kaçar. Tozu dumana katarak kaçar. Korku ve endişe ile kaçar da kaçar… Mehmet, kaçarken adam beni tutacak diye, bastığı yerleri bilmeden koşar. Nereye bastığını bilmeden koşar. Mehmet adeta bir tavşan gibi kaçar, gider…
Çoban Mehmet kaçarken Nail Ağa, karşı yamaçta odun toplar. Mehmet’in kaçtığını gören Nail Ağa, onun peşine düşer ve arkasından koşar. İkisi de hızlı koşmaya başlar. Mehmet kaçar, Nail Ağa kovalar. Mehmet kaçar, Nail Ağa kovalar…
Dereye indikten sonra Mehmet, Nail Ağa’nın peşinden gelerek kendisini yakalayacağını düşünerek kaçar. Çoban Mehmet, genç ve delikanlı olduğu için daha hızlıdır ondan. O kadar hızlıdır ki Nail Ağa’dan önce Gevrek köyüne ulaşır. Gevrek köyünün içinden geçerken, sabah onu, Nail Ağa ile davara giderken görenler:
“Delikanlı, senin ağanın evi şurasıdır.” Diye yol gösterirler. Tabii ki köyün içinde yürürken, Mehmet kaçtığını sezdirmemek için, yürümesini yavaşlatmıştır. Kendisine Nail Ağa’nın evinin yerini gösterenlere:
“Ben, Nail Ağa’nın evini biliyorum.” Der. Mehmet, köyün içinde kimse kaçtığını sezmesin diye, ağır ağır yürümektedir…
Köyün son evini çıkıncaya dek aynı tempo ile yürür. Köyü çıktıktan sonra, Çekerek Sorgun anayoluna doğru yine koşmaya başlar. Adam hâlâ Çoban Mehmet’in peşinden gelmektedir. Tavşan kaç, tazı tut misali birbirlerini kovalamaktadırlar. Çoban Mehmet, sonunda anayola ulaşır. Burada araç beklemeye başlar. Beklerken bir kamyon çıka gelir. Kamyona atlar Sorgun’a ulaşır. Burada kamyondan iner. Çoban Mehmet, kamyoncuya yol parası olarak amcası Uzun Ahmet’in vermiş olduğu elli lirayı uzatır fakat kamyoncu ondan para almaz. Kamyoncuda bozuk para yoktur. Elli lirayı bozamaz. Yol parası iki buçuk liradır.
Kamyoncu:
“Genç! Bu da benden olsun. Senden para pul almıyorum.” Der.
Çoban Mehmet, kurt gibi acıkmıştır, Sorgun’da bir lokantaya girer. Lokantada garsondan kendisine kuru fasulye ve pilav getirmesini söyler. Kuru fasulye, pilav, soğan ve ayran Anadolu insanın en çok sevdiği yiyeceklerdendir. Bu yemeklerle karnını güzelce doyurur ve kendisine bu nimetleri veren Rabbine şükreder. Karnını iyice doyurduktan sonra gözlerinin önü açılmaya başlar. Üstüne de güzel bir su içer afiyetle. Lokantadan dışarı çıktığında, Boğazlıyan Çayıralan tarafına çalışan İnan Turizm çıka gelir. Çoban Mehmet, İnan Turizm’e atlar ve yolculuğuna devam eder. Boğazlıyan’a öğle vaktinde ulaşır. Burada indikten sonra başka bir arabaya biner ve kısa bir yolculuktan sonra Uzunlu kasabasında iner.
Çoban Mehmet, Amcası Uzun Ahmet ve diğer köylülerinin yattıkları yatakhaneye varır. Bu arada amcası ve diğer çalışanlar öğle yemeğini çoktan yemişlerdir. İş başı yapmak için barakadan çıkarlar. Abdullah Amca’sı Mehmet’i ansızın görünce:
“Vay sen niye geldin? Neden çoban durduğun yerden kaçtın ulan?” diye Mehmet’e sopayı alır ve üzerine doğru yürür. Bu durumu gören Uzun Ahmet:
“Dur! Sen ne yapıyorsun? Bırak çocuk bir yanımıza gelsin. Nedir ne değildir; neden geri geldi? Anlayıp dinleyelim.” Der. Mehmet, amcalarının yanına varır ve içeri girer. Daha sonra yatakhanede bulunanlar:
“Mehmet oğlum! Niye çobanlığı bırakıp da geldin? Niçin çobanlıktan kaçtın?” derler. Çoban Mehmet de başından geçenleri, en ince ayrıntısına kadar oradakilere anlatır. Çoban Mehmet’in başından geçenleri dinleyen amcası Uzun Ahmet:
“Oğlum iyi etmişsin, iyi ki gelmişsin. Üzerine iş elbiseni giy ve hemen işe başla.” Der.
Çoban Mehmet, amcası Abdullah ile Uzunlu kasabasından Boğazlıyan’a ulaşırlar. Akşam oldu mu kahveye giderler. Boğazlıyan’da bir işçi kahvesinde otururlarken köylüsü Âdem Hoca’nın patronu Pirketçi Kör Ali ile karşılaşırlar.
Pirketçi Kör Ali:
“Ya Âdem Hoca! Bana kışın mallarıma bakacak bir çoban lazım. Bildiğin tanıdığın bu işi yapacak biri var mı?” Der. Âdem Hoca da kahvede amcasının yanında oturan Mehmet’i göstererek:
“Aha bizim köylü Mehmet’i sana çoban verelim.” der. Mehmet’in görüşünü almadan ve ona sormadan çoban verirler. Hemen oracıkta Mehmet’in aylığını da beş yüz lira olarak belirlerler.
Pirketçi Kör Ali, kahvede biraz oturduktan sonra, Çoban Mehmet’i yanına alır ve evine götürür. Adamın evi Boğazlıyan’ın kenar mahallesindedir ama şehir merkezine epey uzaktır. Pirketçi Kör Ali’nin evine vardıklarında evde misafirler vardır.
Pirketçi Kör Ali’nin Gülhan isminde, güzel mi güzel bir kızı vardır. Kız, o kadar güzeldir ki yeme içme kıza bak. O vakitler de Gülhan isminde meşhur bir türkücü vardır. Babası bu meşhur türkücünün adını kızına vermiştir. Gülhan’ın da küçük bir kardeşi vardır. Kız, çok açık ve saçık biraz da sosyetiktir. Evde epeyce oturduktan sonra onun misafirleri gider. Kızın babası Pirketçi Kör Ali:
“Kızım Gülhan, çobanın yerini göster de yatağına yatsın.”
Gülhan da Çoban Mehmet’e:
“Gel de senin yerini göstereyim.” Der.
Gülhan, Çoban Mehmet’i kendi oturdukları evin karşısında bulunan bir tandır evine götürür. Yatacağı yeri gösterir. Mehmet, tandır evine vardığında Gülhan’a der ki:
“Ben burada yatak matak göremiyorum. Senin beni yatırmak için getirdiğin yerdeki serili olanı, bizim köydeki köpeklerin altına sereriz.” Yani palaların üzerinde yatacaktı zavallı Çoban Mehmet. Gülhan, Mehmet’in üzerine kapıyı kilitler ve çeker, gider. Mehmet yerine yatar fakat üzerini örtecek bir şey olmadığından ve mevsimin de güz olmasından dolayı üşür. Üzerindeki pala ile bir tarafına örtüyor, diğer tarafı açık kalıyor; açık tarafı örtüyor, diğer tarafı açık kalıyor. Velhasıl üzerini tam kapatamaz...
Pirketçi Kör Ali’nin yavuz mu yavuz bir de köpeği vardır. Köpek, Çoban Mehmet’in yattığı yerin penceresine ayaklarını atar. Köpek durmadan Mehmet’e havlar, adeta “Seni yiyeceğim Mehmet.” der gibi havlar. Uyumak şöyle dursun, korkudan tir tir titrer. Soğuktan üşümeye de devam eder. Her tarafını buz kesmiştir. Sonbaharın kırağısı iliklerine işlemiştir.
Çoban Mehmet kendi kendine der ki:
“Ey oğlum Mehmet! Çalışmayı çalıştın, parayı da kazandın. Gidip de sıcacık yatağında niçin yatmıyorsun da buralarda sürünüp duruyorsun?” Kendisine yapılan kötü muameleleri görünce Çoban Mehmet’in aklı başına gelir ve yine kendi kendine:
“Ey oğlum Mehmet! Sen, ne yapıp et, buradan kaç. Bu işler senin yapacağın işler değil.” der.
Mehmet’in köpeğin havlamasından ve dondurucu soğuktan gözlerine uyku girmez. Gece yarısı evin penceresine doğru bakar ki Gülhan hâlâ yatmamış. Gülhan’ı yanına çağırır. Gülhan, Çoban Mehmet’e bir şey olduğunu zannederek yanına gelir. Mehmet, Gülhan’a:
“Gülhan Hanım! Sabah erkenden amcam köye gidecek. Amcama söyleyeceklerim ve amcam ile köye göndereceklerim var. Amcamın yanına gideyim. Kapıyı aç ve beni köpekten savuştur.” Der.
Gülhan da Mehmet’e:
“Seni gönderdiğim zaman geri burayı bulur musun?” der.
O da:
“Merak etme, bulurum.” Der. Gülhan köpeğin önünde durur. Çoban Mehmet de içerden dışarı çıkar ve kahveye doğru yola koyulur.
Çoban Mehmet, Boğazlıyan da kahveye gidiyorum diye, Kayseri yoluna doğru gider. Yolunu şaşırır ve kaybeder. Şehrin içinde sap gibi dolanıp durur. Çoban Mehmet, gece saat on iki civarında bir adama rast gelir.
Mehmet, adama:
“Amca, Edip’in işçi kahvesi nerededir? Der.
Adam:
“Oğlum, sen buranın yabancısı mısın? Eğer yerin yurdun yoksa bizim eve gidelim. Sabah kahveyi ve tanıdıklarını bulursun.” Der.
Mehmet:
“Amca, ben kahveyi bulursam, kahvenin yakınlarında bizim köylüler yatıyor, onları bulurum.” der.
Adam:
“O zaman şu karşıdaki lambayı görüyor musun? Oraya kadar yürü, Işığın karşısında bulunan yer kahvedir.” Der. Kahvenin yakınlarında Çoban Mehmet’in yakınları yatmaktadır.
Çoban Mehmet, kahvenin yakınlarına varır. Kendi köylülerinin yattığı yer diye, Dikirlilerin yattığı yere girer. Onları yataklarından uyandırarak kaldırır.
Dikirliler:
“Sen kimi arıyorsun delikanlı?” derler.
Mehmet de:
“Karahacılıları arıyorum.” Der.
Dikirliler:
“Onlar yan tarafta yatıyorlar.” Derler. Çoban Mehmet, gece geç saatlerde yan tarafta yatanların kapısına varır ve kapıyı çalar. İçerdekiler, kapıyı açarlar ve lambayı yakarlar. Uzun Ahmet, Abdullah Uzun, Hüseyin Bulut ve diğerleri Çoban Mehmet’i görünce hepsi de uyanarak ayağa kalkarlar ve yataklarının üzerine otururlar:
“Hoş geldin Mehmet.” Derler.
Hüseyin Bulut, Mehmet’i görünce dayanamaz. İki elini gözlerine kapatarak ağlamaya başlar. Gözlerinden yaşlar yağmur gibi gelir ve şıpır şıpır dökülür.
Hüseyin Bulut’a:
“Niçin bu kadar içten ağlıyorsun?” Diye onu teselli ederler.
O da Mehmet’e bakarak:
“Ey oğlum Mehmet! Bak, ben analık yüzünden sekiz yaşlarında gurbete düştüm, hâlâ gurbet ellerde sürünmekteyim. Aklını başına al. Eğer sen aklını başına almazsan, senin sonun da benim gibi çile, acı ve ıstırap çekmek olacaktır.” der.
Koğuştakiler:
“Mehmet oğlum! Şuradaki yatağa yat.” derler. Mehmet kendisine gösterilen yere yatar. Hüseyin Amca’nın bu sözleri Mehmet’in kulaklarına küpe, boğazına da muska olur. Bu muskayı boğazına takar ve hiç çıkarmaz…
Orada iki ay çalıştıktan sonra, güz mevsiminde herkes köyüne dönmeye karar verir. Sabah olunca Çoban Mehmet, Abdullah amcasını bulur ve onunla birlikte Çekerek ilçesinin Karahacılı köyüne dönerler…
12.08.2007
Hasan Dağı/Karahacılı Köyü
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.