- 695 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
847 - BERE
Onur BİLGE
“Allah insanı, gördüğünden geri bırakmasın! Alışmak o kadar büyük bir illet ki! Cemiyette bir yer edinmişsin, sonra da tepe takla düşüvermişsin! Elin günün yanında başın önünde... Borçlar harçlar, alacaklılar... Senetler sepetler... Hesaplar hesaplar... Fena berelendik!”
“Ne çok param olsun ne de çok derdim... Azıcık aşım, kaygısız başım... En çok korktuğum, etrafımın kuruması... Yapayalnız kalakalmak... Viranecilerim kalsın da ne olursa olsun! Bir lokma bir hırka yeter yani ne olacak! Aç mezarı ı var!”
“Bir Kurban Bayramı... Her yerde öbek öbek insanlar kurban kesiyorlar. Mangallar yakılmış, dumanlar yükseliyor. Mis gibi kurban etine pişmiş soğan kokuları karışıyor. Bazıları kurban etiyle kafa çekiyor. O da var! O kokulara karışan rakı kokuları... Evlerde bahçelerde şenlik... Konuşmalar, gülüşmeler, çocuk cıvıltıları... Yoldan geçene et ikramı... Selamlaşmalar, sofralara davetler... Sıkılan ellerden ellere sinen çiğ et kokuları...
Hanımla evden çıkmışız. Uzak bir yerde kurban kesecekmişiz gibi... Ellerimizde çantalar torbalar... Kurban kesecek para nerde! Dostlar alışverişte görsün! Gittiğimiz yer de bize ait depolardan biriydi. Orada ne kadar çar çaput, işçi kıyafeti falan varsa koca bir poşete tıka basa doldurduk. Büyük bir kurbanın etiymiş gibi... Ağır bir yük yüklenmişiz gibi hanım bir tarafından tuttu, ben bir tarafından, eve getirdik. Konu komşu: “Kurban kesemediler!” demesinler diye... Milletin diline düşmemek için... Akrabaların, arkadaşların hediye ettikleri etleri, bizim kestiğimiz kurbanın etiymiş gibi komşulara dağıttık. O eksiği bu şekilde kapattık.”
“Bunun yaptıran da gurur değil mi! “Bu bayram kesemedik...” diyemez miydiniz? Madem ki rızkı veren Allah’tır. Madem ki sayılı düşer gökten damla... Vereni över, vermediğinde döver gibi...”
“O yıl öyle oldu. Gurur değil, şeref meselesiydi!”
“İşte ben de o illetten bahsediyorum. Onur ya da gurur... Kötü şeyler bunlar... Nefisten... Şeytani... “Desinler...” diye değil, Allah rızası için olmalı her şey! Adı ne olursa olsun, insanların vereceği değer nedir ki Allah’ın vereceği değerin karşısında!”
“Hangi çevrede yaşıyoruz! Eskişehir gibi bir yer... Bursa olsa, kim tanır bizi! Kim bilir geçmişimizi! Orada dile düşmek ne demek bilir misin! Neden bahsediyorsun? Trilyonlarca batağın içinde debelenmekteyiz... Yüzlerce insan gırtlağımıza sarılır! Varlık saklanır mı saklanmaz mı tartışılır ama bazı hallerde yokluk sır gibi saklanmalıdır!”
“Neydi o hırs!.. O kadar toplayacak ne vardı! Dünyayı mı yüklenip götürecektin kabre!.. Küçük bir iş yeri olsaydı keşke! Riski yok, huzur ve mutluluğu çok bir işletme... Kaptan derdi ki: “İnsanın her şeyi bir valize sığabilmeli ve her an bir yere gidecekmiş gibi beklemeli! Dünya, yayıla yayıla oturulacak bir yer değil. Kök salınacak bir yer hiç değil!” Kulakları çınlasın! Ne güzel bir adamdır! Ne kadar emeği vardır bende. Bende iyi güzel ve doğru adına ne varsa onun öğretisidir.”
“İşin içinde olan yalnız ben değildim ki! Gözümün nuru evlatlarım başta olmak üzere o kadar insan vardı ki sorumluluklarını taşıdığım! Okkanın altına giden bir ben olsaydım keşke! Herkesi düşünmek zorundayım! İki yüz elli sekiz parça çek kesmişiz! Şaka değil! Oyuncak oynamıyoruz! Karşıdan bakan için çok basit! Onun için attın hemen! Neyin ne olduğunu bilmeden hüküm vermek ne kolay! Ben işi becerememekten, hesap yapamamaktan zarar etmedim ki! Bizim çocukların acemilikleri, çok bilmişlikleri... Yahu geldi geçti işte! Her neyse... Ne gerek var ki bunlara! “Şiir...” dedin, nerelere geldik!”
“Anlatmazsan teferruatları ben nereden bilebilirim! İş kurdun, çok büyüttün... Patlayacağına yakın, yıldızlar da büyür. Denetimine en çok ihtiyaç olduğu dönemde işin başına senin oğlanları getirdin. İmzaları sen attın, havayı onlar attılar demek ki!”
“Hepimiz mesuldük. Baba olarak taşın altına elini koymak bana düştü. Neyim var neyim yoksa kaybettim! Ailelerine de ben bakıyorum yok halimle. Hâlâ macera peşindeler. Bir takım planları var. Beni de alet etmeye çalışıyorlar. Tön tön kaçıyorum. Aman!.. Ne faydası var ki bunları anlatmanın!”
“Anlatmazsan patlarsın! Biriktirme! Aktar! At kurtul!”
“Yok, patlamıyorum! Yakınmıyorum da... Her şey olmuş bitmiş. Veren de O’ydu, alan da O oldu. İşte o zamanlar böyle bir şeyler oldu. Nereden aklıma geldiyse... Bu bayram geçti ya... Belki sırada kurban bayramı olduğu için...”
“Sevgili Peygamberimiz: “Fakrım iftiharımdır!” demiş.”
“Bana oradan pay yok!”
“Fakirlikten mi?”
“Onun dediği gibi olamadım! Güzel günlerdi. Gerçekten... İyi ki yaşatmış! Elhamdülillah! Öyle bir zenginlik vermiş ki ne Koç satın alabilir ne de Sabancı... İstersen “Züğürt tesellisi!” de! Diyebilirsin de... Adı önemli değil... Cihana bedel!..”
“Çok zenginken kadınlar kızlar var mıydı?”
“Asla olmadı! Daha önce de dedim ya...”
“Peki, bereli nerden aldı bereyi? Yalnız iş dünyasından mı?”
“Yine bana Belh’ten bahsettireceksin! Eskişehir’in en lüks arabası bendeydi. Hizmet aracıydı. Milletin hastasına sağına, ölüsüne dirisine tahsis edilmişti. O şehrin en büyük, en geniş, en güzel evi bendeydi. Misafirhaneydi. Darda kalanın, yolda kalanın, kalacak yeri olmayanın sığınağıydı. Hem oteldi hem restoran... Muhannetten aldım bereyi! Mihnetten çektim belayı! Kolay mı onca yıl emek verilen bir işin ters yüz olması! Şaka mı zirvedeki bir adamın uçurumun dibini boylaması! Ben zengin bir aileden gelmedim ki! Babam köyünde, kendi kökeninde çabalayan bir adamcağızdı. Ben çok cesurdum ve zekiydim. "Gözükara!" derdi babam bana. Küçük bir işleteme keser miydi beni! Adım adım yürümek... Öyle aheste aheste aheste... Ben çalışmak istiyordum! Hızla dağları aşmak... Hemen bir yerlere gelmek... Bana günler yetmiyordu!"
"Bunun adı hırs değildir de nedir arkadaşım! Hem hızlı giden tez yorulur! Fakat sen güvenmekte hata etmişsin. Bu devirde gölgenden şüpheleneceksin!"
“Bir kendim için değildi onca çabam. Kaç kişiye ekmek verdim biliyor musun? Eskişehir’de tekstil konusunda tek isimdim. Diğerlerinin o konuda anılır hale gelmelerinde kan emeklerim var. Yanımda yetişenlerden en az on fabrikatör var şimdi. Bunlar benim öz evlatlarım gibidirler. Her birinin başarısından derin haz alırım ama şimdi o geçenlerde söz ettiğim evden başka bir şey kalmadı elimde. O da dolaylı olarak bana ait... Buna rağmen hayatı seviyorum. Hiçliği de... Bereyi nereden aldığımın binde biri böyle! Sayısız hamd ve senalar olsun O’na! Ne yapsam, verdiği nimetlerin hakkını ödeyemem! Oldu mu efendim?”
“Her şey kabrin kapısına kadar... İçeriye sadece mânâ girecek.”
“Ben, ten kabrine gireli yıllar oldu. Konuştuklarım, şeriatın gereği, hakikâtin değil...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 847