- 547 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
845 - HAKARET
Onur BİLGE
“Dünyada en çok bildiğimiz yalancılık... En çok kullandığımız söz yalan... En çok yaptığımız şey aldatmaca... En az bildiğimiz şey insanlık ve insanlar içinde kendimiz...” diye açtı bugünkü sohbeti Sadullah Bey. Dede alındı.
“Nerden çıktı bu söz? Sakın bana mı?”
“Birdenbire bir hayat özeti geldi aklıma. Genel yahu genel! Bazı yalanlar doğru söylenirse... Karşıma bu çıktı. Sana nasıl derim! Delinin sağı solu belli olur mu! Sana çatmam, çatamam! Sopanın nerede saklı olduğu belirsiz!”
“Artık uslu olacağım. İstesem de şımaramam. Arka arkaya geliyor zılgıtlar!”
“Bunlar artçı depremler... İnşallah beteri gelmez! Kim bilir daha neler neler olacak? Her canlının kara deliği var. Er geç o kara delikte kaybolup gitmeye mahkûmuz. Kara deliklerimizi Allah nurlandırsın! Birisi demiş ki bir vakitler:
"Kelamın fızza ise sukut eyle olsun zehep,
Kemal ehli kemale erdi sukutuyla hep."
Çok beğenilmiş ki hafızalarda yer etmiş. Diyen demiş gitmiş, sözü kalmış. Hem de ne güzel! Sözün özü kalmış! Ne mutlu bu dünyada hoş bir seda bırakabilene! Anlayacağın, yeni bir derse başladık. Oldukça da ağır ve zor bir ders!”
“Başınız sağ olsun! Kim öldü?”
“Uzak bir akraba, yaşlıydı. Yirmi yıldır kördü.”
“Bu akşam gördü!”
“Evet, hem de tam görüş!.. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” diyor ya Efendimiz…”
“Ben de onu kastettim.”
“Arifsin. Bir de benim kastettiklerimi anlasan! Öküzün altında buzağı aramadan sıkılmadın mı?”
"Senin ifaden apaçık..."
“Dün de uyumamıştım. Akşam hemen uyudum. Dün gece çok fenaydım! Çatladım, patladım! Gündüz iki saat uyuyabildim. İki gecen ve günün nasıl geçti?”
“Hep aynı...”
“Benimki neden aynı değil? Neden bir hoşum? Neden sarhoşum? Ben böyle değildim. Aynaya bile bakmak gelmiyor içimden. Hazreti Ali gibi bir körkuyu bulsam, gidip her şeyi oraya anlatsam! Ne bitmez sınavlarım varmış!”
“Daha ne gördün!”
“Ne gördüğümü biliyor musun?”
“Cennet rüyası...”
“Anlatmam, anlatmayacağım!”
“Deniz kenarı, orman... Arkada dağ da vardı.”
“Ne cenneti? Hayal bile etmedim! Kaf Dağı... Hani tırmanır, tam zirveye varınca kayıp düşer ya insan... Haydi, tekrar tırmanır, tekrar yuvarlanır... Dertleniyorum. Herkes benden baskın... Şenleniyorum. Herkes oynayacak yer bırakmıyor. Kim nasıl bilirse öyleyim. Çoğu zaman “Yarabbi! Ne güzel kulların var!” diyorum. Gerçekten de bu böyle... “Sus!” demenin yolu, susmak mı?”
“Benim yıllardır çektiğime birkaç gün bile dayanamadın! Ders görmüşsün de sınava girmemişsin!”
“Öyle diyorsan, öyledir. Dert yarışı yapacak değilim. Ne söylesem, zülf-ü yâre dokunur!”
“Dağ gibi Allah aşkını koymuşsun, yüreğin sağ gözüne, sol göze bir faninin aşkı değil, sevgisi değsin istiyorsun. Terazinin dengesi bozulacak. Biliyorsun. Sen hâlâ ihtiyaçlar içindesin. Ben neden tınmıyorum? Hangimiz fena bulabilmişiz?”
“Benim fenalığım, fenalığımdandır.”
“Bilmiyor musun ki “Oldum!” demek suçtur! Kim biliyor olduğunu! Bostancı mısın!”
“Fena sözcüğünü, "Kötü" manasında söyledim. Ben kötüyüm. O manada fena değil... Bana “Kalemi kır!” diyorsun.”
“Çok fazla sevme kapasitesindeki insanlara sıradan sevgiler yetmez. En az, sevdiğin kadar sevildiğini hissetme açlığı içindesin. İnkar etsen de biliyorum. Sıkıntının sebebi bu! Apaçık ortada...”
“İspat arıyorsun alt etmek için. Allah bile sevildiğini hissetmek istiyor. Zaaflar yüklediği insanların bunu umması çok mu! ”
“O sevgiden emin... Sen itiraf bekliyorsun. Gerekmez ki! Allah sevgiye ihtiyacı olduğu için sevgi beklemez! Tüm sevgiler eksiktir, biticidir, yetmez. İnsan ancak O’nu sevince doyuma ulaşır da ondan! Allah aşkı bizim içindir. O, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir.”
“İtiraz hakkım yok! Sevginin kaynağını ikimiz de pekala biliyoruz.”
“Allah’ı bulanlar, kulu arar mı! Kısacık bir düşe kanar, yanar mı! Kişiye Allah yeter!”
“Gençler yazdıkça birer nüsha veriyorlar, bütün şiirlerini okuyor, beşeri aşklarına da İlahi aşkın kadar saygı duyuyorum. Allah kuluna yeter! Ancak benim seninki gibi hayatımı alt üst eden bir aşkım olmadı!”
“Bir kez bile bahsedilemeyen, gizli kalan büyük aşkım... Sükût içinde geçen heder olan yıllarım... Gördüğümde kaça kaça, kaçtığımda yana yana... Kıvrana kıvrana... Sonra dedim ki:
“Kuyruğunu kovalayan kedi gibi
Dönüp duruyorsun, deli gibi
Ömür kısa, vakit bahar yeli
Geçiverir, uyan bu gafletten”
“Bu kıvranışların O’ndan gayrı yanı varsa, bundan sonraki sözcükleri bu dil telaffuz edemesin!”
“Mananın özlemi arttıkça, maddeleştirmeye çalışmak, o dağdan inişleri, toparlanmaksa çıkışları temsil eder. Az kaldı! Telaşa gerek yok! Şeb-i Arus yakın... Bak, biri daha kavuşmuş!”
“Sen Allah aşkını kaç kişiyle konuşabiliyorsun? Kendi kendine yetiyor musun? İnşallah öyledir!”
“Yerlerde arama! Burada bir şey yok! Sevgililer orada... O, hiç kimsenin gitmek istemediği, gidenler için sevineceğimize üzüldüğümüz yerde...”
“Oralar dediğin buradan başka bir yer mi? Ben âmâyım. Bu anlattıklarının çırağı bile bile değilim. Bende gönül de yok! Onu da sattım üç pula.”
“Bir kazan suya bir damla necis su damlasa, içilmez olur.”
“Gaflet sarmış her yanımı, her zerremi... Allah kahretsin bu bedeni!”
“Allah aşkı da tertemiz kalmalı! Şeytan para, mal, mülk, hasret... Her yolu denedi. Şimdi en zayıf yerinden surda bir delik açmaya çalışıyor. Bedenler ağır... Beden kamyon, beden tır... Ruh, park edip, yoluna ışık hızıyla ulaşmak için çırpınır. Surda en küçük bir gedik açılmasına müsaade etmemelisin!”
“Yahu lafı uzatmadan şunu anlasana! Ben senin düşündüğün anlamda bir dost istemiyorum. Allah ve Peygamber aşkıyla sevebileceğim bir can arıyorum. Neden cinsiyetle ilgiliymiş gibi algılıyorsun? Neden başka mecraya çekmeye çalışıyorsun?”
“İbrahim Ethem, oğlunu cinsel duygularla mı sevmekten korkup da o korkunç duayı etti!”
“Neden beni dinlemeden mahkûm ediyorsun? Tamam sen de haklısın! Ne diyorsan doğrudur! Yarışacak değilim.”
“Yalan mı?”
“Dersimi aldım. Yalan yalan yalan... İlahi bir rüzgâr esti geçti. Aksini ne ben anlatırım, ne de sen dinlersin! Bir satranç oynadık. Beni mat ettin!”
“Müridler mürşitlerine adeta aşık olurlar. Mürşit neden olmaz? Mevlana ile Şems olayı neden devam etmedi?”
“Öyle mi sanıyorsun? Allah sevmeseydi “Allah’ı sevdim!” demek kimin haddineydi!”
“Kulun kulu sevmesinden söz ediyorum.”
“Lâ havle vela kuvvete illa billahil aliyyül Azim.” Dedim ki: “O Allah’tan... Bunda anlaşılamayacak ne var!”
“Tabii ki Allah’tan... Her şey Allah’tan...”
“İnsanların birbirleriyle karşılaşmaları, tanışıp kaynaşmaları tesadüf mü? Tesadüfi olan ne var?”
“Allah herkesi bir şekilde deniyor. “Beni halis bir kalple mi seviyor? Korkudan mı ibadet ediyor? Yoksa cennet nimetlerine ulaşabilmek için mi gayret ediyor?” diye. Yenik düşmemek gerek. Epeydir kalbimi yoklar dururum. İçinde kimsecikler yok, Allah’tan başka.”
“Benim içimde ukde kalmış. Onun için şiddetle istiyorum! Görmeden bilmeden... Yalnızca varlığını hissetmem bile yeter.”
“Hiç kimseyle işim olmaz! Rabbimle öylesine mutluyum ki!.. Hem, Rabbim bana hiç “Aptal!” demedi. Ne aptallıklar yaptım!.. Hiç demedi.”
“Hâlâ bir yerlerdesin. Bütün yaptıkların, hıncını almak için!”
“Hoş gördü. Bekledi. Sabretti. Bekliyor. Sabrediyor. Başkası deseydi, aldırmazdım. Benim saygı duyduğum, birisi dedi.”
“Özür dilerim. Kastımın olmadığını anlattım.”
“Tartışma yasaklanmış. Egolar konuşmamalı!”
“Anlamak istemiyorsun. Sözün ardı gelmez.”
“Benlik ezilip, yok edilmeli! Oysa içinden benler fışkırıyor! Bu nasıl yokluk hâli?”
“Başka hakaretlerin varsa hepsini kus da bitsin bu işkence!”
“Ne zaman bir kötü söz demişim? Benim içim rahat değil. Üç gün susmayı da bilmiş, bir tek kelime etmemiştim. Hiç anmazdım o hakareti. Yedim, sindiremedim! Madem birbirimize faydamız olacak, dediklerim eğitimin bir maddesi. Ben seni hiç incitmedim. Bu konuşmada ego da yok.”
“Seni inciten sözlerimi dilediğin kadar sayıyla çarp, bana iade et!”
“İncitmeye çalıştılar, incinmemeyi de başardım! Hiçbir şey olmamış gibi burada, karşındayım! Demek ki hoşgörü var. Benlik yok. Allah için sevgi var. Asla iade etmem! Ben o senin dediğinin bin katı daha aptalım! Sen nereden bileceksin!”
“Seni övme kabiliyetinden yoksunum. Şayet övmüşsem sen onu fazlasıyla hak etmişsindir. Benim becerim o kadar... Bağışla! Ne söylersen haklısın.”
“Bugün, İbrahim Ethem bizimle...”
“Allah yetmedi mi!”
“Ethem ilk dergahında vazife tamam olup, gönderilmesi gerektiğinde, o giderken şeyhi arkasından bir müridini gönderir. “Git ona hakaret et!” der. Adam gider , hakaret eder. İbrahim Ethem duymaz bile. Adam bunu şeyhe anlatır. “Git, omzuna dokun, ayağını çel!” der. Adam söyleneni yapar. Döndüğünde, yine tepki vermediğini anlatır. “Bu defa hem bir tokat at, hem de yüzüne tükür!” der. Adam aynısını yapar. İbrahim Ethem: “Benimle uğraşma, arkadaş! Biz o senin aradıklarını Belh’te bıraktık!” der. Adam, şeyhine olanları anlatır, denenleri iletir. “Demek hâlâ Belh Şehri’ni telaffuz etti ha! Hâlâ benlikten kurtulamamış. Çağır, geri gelsin!..” demiş. Aslında ben, gücüme gittiği için, incindiğim için ara vermedim. Muhabbetin artıp, Allah aşkına gölge düşürmesini engellemek istedim.”
“Adamın biri bir Allah dostunun arkasına takılır, olmadık hakaretler, küfürler, sille, tokat, elinden gelen her kötülüğü yapar. Nihayet Allah dostu evine gelir: “Evladım, evime geldim. Daha yapacakların varsa yap! Evime gireceğim.” der. Adam: “Yahu, senin izzetinefsin yok mu? Bütün yaptıklarıma ses çıkarmadın!” deyince o Allah dostu: “Evladım, nefsim yok ki izzeti olsun!” der.
“Allah’tan başka kimse umurumda değil! Bir O: “Yıkıl karşımdan!” demesin. Başka bir şey istemem!’”
“Hakkını helal et! Benim zaten kimsede hakkım yok. İnşallah demez!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 845
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.