- 443 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜLKEMİZ NÜFUS PLANLAMASINDA TARİHSEL GELİŞİM
ÜLKEMİZ NÜFUS PLANLAMASINDA TARİHSEL GELİŞİM
Dr. Sadık Özen
Tarihin eski çağlarından bu yana gerek uluslar gerekse devletler nüfuslarının çok olmasından yana olmuşlardır. Çünkü o dönemlerde güçlü olmak, ailelerden başlayarak adeta bir güçlülük sembolü olarak algılanmaktaydı. Aynı şey kabile yaşamları döneminde ve daha sonraları kurulan devletler için de geçerliydi. Aile bireyleri birbirlerinden ayrılmayarak yaşamlarını birlikte sürdürme geleneği kazanmışlardı. Çok çocuk sahibi olmak bir övünç kaynağıydı. Özellikle de erkek çocuklarının çokluğu ayrı bir değer taşırdı. Zira onlar; daha çok avlanma, tarım ve hayvancılık gibi yaşamsal gereksinimin sağlanmasından sorumluydu. Bu durum daha çok savaşçı bir ulus olmamızdan kaynaklanmaktaydı. Kadınların ise görevleri, öncelikle ev işlerini görmek, çocuk doğurmak ve tarlada, bağda-bahçede ve ağılda çalışarak kocasına yardım etmekti.
Yaşanan evliliklerle aile içi nüfuslar artsa da yaşam biçimi değişmez ve aile birliği korunurdu. Yaşlılar, orta yaşlılar, gençler ve çocuklar arasında belli bir hiyerarşi düzeni vardı. Çokluk esasına dayanan, otorite yanında daha çok sevgi ve saygıya bağlı olan birleşik ve toplu yaşam düzeni aileleri güçlendirmekteydi. Durum kalabalık aile sisteminin sürdürülmesini gerektiriyordu. Zaman zaman, özellikle miras paylaşımında birtakım olumsuzluklar yaşanıyor olsa da genelde bu durum büyük yakınmalara ve ayrışmalara neden olmazdı. Bu tür yaşamaktaki asıl amaç mirasların paylaşılmayarak ortak mal varlığının daha da büyümesiydi. Çünkü bireylerde kadercilik ilkesi egemendi. Buraya kadar yazılanlar doğru ve yanlış yönleriyle geleneksel kültürümüzün, örf ve adetlerimizin ya da törelerimizin kısa bir özetidir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde; imparatorluk topraklarının genişletilmesi ve yeni elde edilen yerlerin korunabilmesi için; geçmişten gelen, aynı çatı altında yaşanan çok çocuklu aile sisteminin korunması gerekiyordu. Osmanlı Devleti’nde nüfus sayımı 30 yılda bir yapılmaktaydı. Sayımlar genel olarak hane sayımlarına dayanırdı. Bilindiği üzere Osmanlı dönemi aileler kalabalık hane halkından oluşurdu. Dede, büyükanne, hala, teyze, amca ve çocukları çoğunlukla aynı çatı altında otururlardı. Nüfus sayımları ailelerin kalabalık oluşuna bağlı olarak tahmine dayalı bir sayım sistemi vardı. Bu duruma bağlı olarak o dönemde sağlıklı nüfus sayımlarının yapıldığı söylenemez.
İmparatorluğun son yıllarına, özellikle 1800-1914 arası döneme ait oldukça ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Buna göre,
1800’lü yıllarda, devletin toplam nüfusu 26 milyonu aşmaktadır. Osmanlı-Rus Savaşı’nın sona ermesinden sonra, 1831 yılında, devlet genelinde çok ayrıntılı bir genel nüfus sayımı yapılmış, 4 milyon 839 bini Rumeli’de, 6 milyon 700 bini Anadolu’da, 3 milyon 800 bini Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da olmak üzere, Osmanlı Devleti’nin toplam nüfusunun 15 milyon 339 bin civarında olduğu tespit edilmiştir. Osmanlı istatistiklerine göre, devletin toplam nüfusu; 1884’te 17 milyon 134 bin; 1893’te 17 milyon 381 bin 670; 1897’de 19 milyon 50 bin; 1910’da 28 milyon 652 bin; 1913’te ise 29 milyon 357 bindir. Ancak bu tarihten itibaren, önce Rumeli bölgesinde kaybedilen topraklarla birlikte 5, 5 milyon nüfus, ardından işgaller sonucu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki kopmalar sonucunda 8, 5 milyon nüfus, Osmanlı Devleti’nden kopmuş ve zaman içinde 780 bin kilometrekarelik vatan sathında, 15 milyon 254 bin nüfus kalmıştır.
İstanbul’un fetihten önceki nüfusuna gelince: İstanbul’un fetihten önceki nüfusu yaklaşık 40.000 civarındadır. Ancak fetihten sonra yürütülen iskân politikası sayesinde nüfus hızla artmış, 1477’de 100 bine, 1530’lu yıllarda, yani Kanuni Sultan Süleyman döneminde 400 bine, 1680’li yıllarda ise 800 bine ulaşmıştır.
Ülkenin yüzölçümü ise; tarihte “Deli İbrahim” olarak anılan Sultan İbrahim döneminde bile bugünkü Türkiye’nin yüzölçümünden yirmi kat daha büyüktü.
Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına 1600 sonlarında ulaşmıştı. “Halifelik” sıfatıyla Tüm İslâm âlemi etki alanı içindeydi. Hutbe Osmanlı padişahı adına okunuyordu. Böylece Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü, 24 milyon kilometrekareyi bulmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde ilk toprak kaybı, II. Mustafa döneminde yapılan Avusturya Seferi yenilgisinden sonra 26 Ocak 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’yla yaşandı. Bunu takip eden 200 yıl süresince küçülme devam etti. 1913’e gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nin Avrupa, Asya ve Afrika’da toplam 4 milyon 980 bin kilometre kare toprağı vardı. Bugünkü Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre Doğu Fransa ve Kuzeybatı İtalya ve Almanya, Napoli-Sicilya Krallığı, Afrika Kıtası’nın en büyük devleti Mısır ve Libya bu yüzölçümünün içindeydi. Bu toprakların büyük kısmı 1913-1918 yılları arasında yapılan İç isyanlar, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgiler sonrasında teker teker elden çıkarılmıştı. 1918 yılında imzalanan Sevr antlaşmasıyla Osmanlı toprakları işgalci emperyalist devletler tarafından paylaşılmış, çok az bir kısmı ile bağımsızlıktan yoksun bırakılan Türk halkına bırakılmıştı.
Türkiye, İstiklâl Savaşı’na işte bu koşullarda girdi. Topraklarını düşmanlarından geri almak için Tür halkı birleşti ve İstiklaline kavuşabilmek için ölümü göze alarak savaştı. Dünyanın en büyük savaşını kazanmasının ardından zaferini Lozan Antlaşması ile taçlandırdı. Lozan Antlaşması ile belirlenen sınırlarımız içinde 768 bin kilometre karelik bağımsız toprağa sahip olduk. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1927’de yapılan ilk sayımda nüfusumuz 13 milyondu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.