- 643 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
842 - GÜNÜL DOSTU
Onur BİLGE
“Akşam olunca odama çekilirim. Kayıtlı şarkılarım var. Onları dinlerim. Batı klasikleri, değişik enstrümanlarla taksimler, unutulmaz şarkılar türküler...”
“Ben de eskiyim. Yeni nesil gibi arabesk dinlemem.”
“Bazen sadece kendim için bağlama çalarım. Ses etmekten çekinirim.”
“Bizim şarkılarımız gibi şarkı yok!”
“Haklısın! “Yeşil gözlerinden muhabbet kaptım...” “Elveda meyhaneci artık kalamıyorum...” "Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey...” Agora Meyhanesi... “Cama vuran her damlada seni hatırlıyorum ve sana susuzluğumu...” Neler var neler! Saymakla tükenmez. Mest ederler beni.”
“Artık delikanlı değiliz. Hatırlatmak istedim. Hani beklentin geldi de aklıma...”
“Onun kimseye zararı olmaz ki! İstediğim boyutsuz, şekilsiz, renksiz, kokusuz...”
“Yani sen onları kendin icat edeceksin. Hayalinde nasıl canlandırırsan öyle olacak.”
“Haklısın. Bir hayal dünyası kurmak isterdim.”
“O meydanda kimsenin duygularını frenlemek, hele hele ilk başta, oldukça zor...”
“O bana güvenmeli ben ona... Her şeyden önce gereken... Güvenmek ve güvenilmek, sevmek ve sevilmekten iyidir. Ben zaten konuşmak, yalnızlığımı gidermek istiyorum. Çok bunalıyorum. Bana sevgili değil, dost lazım!”
“Onu hanımla da tanıştıracak mısın?”
“Neden olmasın? O bana güvenir. Ben de yanlış yapmadım ona, yapmam da... Gayet iyi bilir.”
“Onda eksik olan kafa dengi olamayışı mı? Onunla sohbet olmuyor mu?”
“Oluyor ama tatsız tuzsuz... Hastane yemeği gibi... Ben onunla seninle sohbet eder gibi konuşmak istiyorum. Çok bilgili biri olmasa da olur mesela... Bana soru sormalı en azından. Düşündürmeli! Zorlamalı!”
“Beyin jimnastiği yapmak istiyorsun. Belli kuralların var mı?”
“Ben kuralcı değilim. Tek kuralım, onun kendini benim yerime koyarak hareket etmesi... Ben de kendimi onun yerine koyabiliyorsam, ortada güzellikten başka ne olur!"
“Testiler kırılıp sular karışınca, ortada ne testi kalır ne de senin benim suyum...” demiş Mevlana..”
“En çok hangi konuda konuşmak isterdin onunla? Ana konu tasavvuftur mutlaka da...”
“Tevhit konusunda tabii ki! O, ilmi olmaktan çok zevkidir. Onu aşkın dışında nasıl anlarız! Sözler yetmiyor! Akıl aciz kalıyor! Stresten öteye geçemiyor! Aşk ancak bir gönül işidir. İki gönül varsa, orada aşk yoktur. Belki sevgi vardır. Sevgi umumidir ama aşk hususidir.”
“Allah aşkından, bir an bile şüphe duymadım. Gerçekten o aşk istetiyor o arkadaşı. Seni, kadına ihtiyaç değil, Allah Aşkı zorluyor.”
“Sen de varsın ama akşamlarım ıssız...”
“Şems’le Mevlana gibi miyiz? Teşbihte hata olmaz! Benden adam olmaz da sen yani... O kadar diz çökmüşsün kürsü önlerinde...”
“Spor olsun diye katılmadım aralarına. Ben yıllarca feryatlar içinde yaşadım. O yollarda oldukça iyi ortamlar vardı. Aşk, zamana mekana sığmayan kavram... Farklı bir duygu... O olmadığı zaman boşluktasın! Ne ibadet zevk verir ne ilim...
Senenin yarısından fazlasını oruçlu geçirdiğim, sabahlara kadar namaz kıldığım, durmaksızın zikrettiğim anlar olmuştur. Çok kerametlerini de gördüm ama zevk alamadım. Bunu sen en iyi bilenlerdensin. Aşk, zevk işidir!”
“Bilmez miyim!"
“Nihayet biri çıktı karşıma... Son eğiticim... Bir düğün yemeği vardı. Hacılar hocalar, âlimler hepsi oradaydı. O bir ara söz aldı. Sohbeti çok değişikti. Söyledikleri herkesinkinden farklıydı. Kafamdaki soruların cevabını vermek için konuşuyordu sanki. Yeni keşfettiğim güneş gibi doğuyordu.”
“Orada mı tanıştınız?”
“Orada sadece dinledim. Büyülenmiş gibi put kesilerek bakıp kaldım ona. Sonra tek amacım haline geldi. Uzun zaman ardından koştum. O hep kaçtı! Kimse ne olduğunu bilmiyordu.
Altı ay sonra kendini açığa vurdu. Yaklaşık on yıl hamur gibi yoğurdu beni! Öyle böyle değil! Resmen pestilimi çıkardı! Ne iş ne şan ne şöhret... Bittim tükendim!
Öyle bir beraberliğimiz oldu ki “Özel eğitim gördüm!” diyebilirim. Artık en yakını bendim. Fakat topumuz otuz kişi kadardık. Arkadaşlarım beni çok kıskanmaya başladılar.
Beş yıl önce, sırf arkadaşlarım üzülmesin diye affımı istedim. Bu da onu çok üzdü. Bir daha da bir araya gelemedik. O da daha fazla duramadı Eskişehir’de. İstanbul’a göçtü. Fena olmanın bedelini fena ödedik ama değdi doğrusu!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 842