- 645 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
841 – ÖZ ve SÖZ
Onur BİLGE
“Her şeye rağmen hayat çok güzel! Allah’ın subuti sıfatlarından biri... Mutlu olmamak için hiçbir sebep yok! Belh’te dolaşmanın gereği de yok. Ne mutlu bana ve benim gibilere!” diye sohbete başladı Sadullah Bey.
“Arkadaşım, mutlu olabilmek ayrı bir sanat! Mutluluk, onu yakalayabilenindir.” dedi Define.
“Benim eksik yanım, meşrebime uygun, her şeyimi paylaşacağım bir gönül dostu... O tarzda bir sevgili... Bedensiz... Şekilsiz... Bir mektup ya da telefon arkadaşı da olabilir.”
“Bu zamana kadar hiç olmadı mı? İçinde ukde mi kaldı? Etrafının kalabalık olduğunu sanıyordum.”
“Azizim, çevremde çok kişi var aslında... Bir benim değil, ailemin de öyle... Mesela yeğenimin birinin etrafında yaklaşık üç yüz öğrencisi var. Diğerinin de hemen hemen öyle... Erkek kardeşimin daha da çok... O kadar ki kendisine ayıracak zamanı yok. Çevrem öğreticilerle, öğrencilerle dolu... Üniversitelerden hocalar, hacılar, mürşitler, mürşit geçinenler... Ancak meşrebime uygun kimse yok! Onun için yalnızlık çekiyorum. Birkaç kişi buldum. Onlar da her şeyi biliyorlar! Yükseklerden inmiyorlar! Kime bir şey desem, bana ders vermeye kalkıyor. Epeyce eski arkadaşım var. Ara sıra onlar gelirler. Bazen ben onların yanlarına giderim. Ancak akşamlar ve geceler geçmek bilmez. Serapa can sıkıntısı... Ben de yalnızlığın tadını çıkarmaya çalışırım. Bir şeyler yer içerim, okurum, yazarım, ibadet ederim.”
“Ben de geceleri okuyorum. Bazen bir şeyler yazıyorum. Geceyi yaşıyor, kucaklıyorum. Sabahı karşılıyorum. Güneşin doğuşunu seyrediyorum. Fakat yalnızlık benim en yakın arkadaşım... Ona o kadar alıştım ki onsuz olamam! Yani geceleri... Gündüz Virane’nin halini biliyorsun. Benimki de kabullenilmiş çaresizlik gibi görünüyor.”
“Ben bedensiz ruhlara müptelayım. Hayat acı ve tatlıdan ibaret... Aslında benim hanım çok güzel ve çok iyi... Kavgamız gürültümüz yok. Bunca yıldır evliyiz ama ayrı odalarda yaşıyoruz. Onun kendine göre bir hayatı var, benim de öyle... Zaten bu yaştan sonra bizim bedenlerimizin duvarlarıyla ne kadar alakamız olabilir!”
“Anlıyorum. Dış güzelliğinden çok ruh ve gönül güzelliğinin peşinde olduğunu söylemek istiyorsun. Kafa dengi bir can yoldaşı arıyorsun. Gönül dostu yani...”
“Evet! Aynen dediğin gibi... Ben gelenin eline değil, gönlüne bakarım. Dış görüntüsü beni ilgilendirmez. Önemli olan içidir, duygularıdır. İnsanın gerçeğinin hası içinde gizlidir. Ben onu öyle severim. Aradığım aşk değil. Aşk dersen, âşık olduğun aşka aşığım. Bunun adı Allah aşkıdır. İkimizin arasında sır kaldığı ve kabul gördüğü sürece sekmeden ve fire vermeden devam eder gider...”
"Eşin bu ihtiyacına cevap verecek nitelikte değil mi?”
“Eşim, başka kadına ihtiyaç duyurmayacak kadar sadık ve vefalı... Ondan yana sıkıntım yok ama bahsettiğim aşk bir başka aşk... O bunu bilir. Asla da ihanet saymaz. Çünkü ihanetin i’si yok içinde! Beni en iyi o tanır. “Ben Uludağ’ın bu yüzüne bakıyorum, sen her yüzüne birden bakıyorsun.” der.”
“Neden sustun? Anlatsana! Ben yoruldum.”
“Dinliyorum. Düşünüyorum. Ne anlatayım?”
“Özünü ve sözünü... Özünde ne varsa...”
“Özümde Allah , sözümde de O’nun “De!” dediği...”
“İki yetim... Öz ve söz... Öz Allah! Doğru! Söz Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem...”
“Söz de Allah... O “De!” dedi, o da dedi. Biz yazıya söze sığarız, o kâinata sığmaz!”
“Kainat bize sığıyor ya... Bizi şimdiki kuşak kâale almaz."
“Kâinatı yaratan, ona sığmaz ama müminin kalbine sığar!”
“Söze yazıya sığarsak, öldükten sonra gelir okuruz. Yaratan’ın sığdığı yerde kâinatın sözü mü olur!”
“Kainatın ne kadarını biliyoruz?”
“O, bilmemiz gereken kadarını öğretir, hatta tasarruf hakkı bile verir. Onu öper başımıza koyar, iade ederiz. Aksi takdirde firavunlaşırız. Zaten hepsinin sırrı Besmele’de... Her şeyin anahtarı o!”
“Tasarruf verildiğinde emredilirse Eyvallah! Mesela Şafi sıfatını doktordan icra eder. O da Besmele’den... Ancak iki defa tahsil edilir. İlk grubu nevafil... Tersinden okunur. Rahim, Rahman, Allah... İkinci grup feraiz... Allah, Rahman, Rahim... Birincisi Fena makamlarının tahsili, ikincisi Beka makamlarının tahsili... Daha sonra fenanın ve bekanın cemi, sonra da Peygamberimizin Makam-ı Mahmud’u...”
“Bence besmele İsm-i Azam...”
“Bence İsm-i Azam, Haşir Suresi’nin son üç ayetidir ama tahsili ve teslimi gerekir. Salik kaç yılda Hatm-ül Meratip olur, onu ancak Allah bilir.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 841