- 313 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Liman ve İskelelerimizin işgalden kurtarılışı
LİMAN VE İSKELELERİMİZİN İŞGALDEN KURTARILIŞI
80’li yılların ortalarında bir yaz günü (1 Temmuz) eşimin memleketi olan Kdz. Ereğlisi’nde festival havasında geçen bir şenliğe tanık olmuştum. Deniz kenarında belediye tarafından organize edilen bu etkinlikte birkaç sanatçı sahneye çıkıp şarkı söylemiş, halk oyunları ekipleri dans gösterilerini sunmuştu. Ardından halat çekme, yüzme, kürek çekme yarışmaları yapılmış, dereceye girenlere muhtelif ödüller verilmişti. Şenliğe karşı halkın ilgisi oldukça yoğundu. Festivalin finali denilen Yağlı Direk Yarışmasına sıra geldiğinde etkinlik alanı hem denizde hem de karada tıklım tıklım dolmuştu.
Yağlı direk yarışması şöyle yapılıyordu: Kıyıdan denize doğru 15 – 20 derecelik bir açıyla çok uzun bir direk uzatmışlar, direğin ucuna Türk bayrağı asmışlar ve direği bir uçtan öbür uca gres yağıyla yağlamışlar. Kendine güvenen gençler çıplak ayaklarla direğin üstünde yürüyerek bayrağı almaya çalışacaklar; bayrağa ilk ulaşan genç büyük ödülü kapacak tabii. Her ihtimale karşı kenarda ambulans, denizde de iyi yüzücü birkaç cankurtaran hazır bekliyor.
Neyse efendim; gençler sırayla yağlı direğin üzerinde boy göstermeye başladı. Her birinin taktiği farklı. Kimi koşarak, kimi direğe sarılıp kısa ve ölçülü hamlelerle sürünürcesine tırmanarak bayrağa ulaşmaya çalıştı. Zıpkın gibi delikanlılar “Haydi aslanım, yürü be koçum!” gibi teşvik ve takdir nidalarıyla yarışmaya başlıyor ve zımparalanmış gres yağlı direkten düşüp kahkahalar eşliğinde denizi boyluyordu. Yaklaşık yirmi dakika süren bağırtılı çağırtılı ve bol kahkahalı yarışmanın nihayetinde bir alkış tufanı koptu doğal olarak. Sırım gibi bir genç bayrağa ulaşmış ve bir memurun altı aylık maaşına denk gelen ödülü almayı hak etmişti.
Bayram coşkusu bittikten sonra eşim, baldızım ve kayınbiraderim Murat’la sahildeki bir çay bahçesinde sohbet ederken: “Bu şenlik niçin yapılıyor; 1 Temmuz’un anlamı ve önemi nedir?” diye sordum. Eşim: “Nasıl ki sizin Orhangazi’de zeytin festivali yapılıyorsa, burada da çilek festivali yapılıyor,” dedi. Tabii ki bu yanlış cevaptı çünkü şenlik süresince ne çilek görmüştük ne de çilek kelimesini işitmiştik. Lise bir öğrencisi olan baldızım kafadan atarak: “Ereğli’nin kurtuluşudur,” demişti. Baldızımın böyle bir yorum yapması doğaldı zira birçok şehrimizde ve ilçemizde “Kentimizin düşman işgalinden kurtuluşunun filanca yıldönümü” kutlanırdı. “Ereğli ne zaman ve kimler tarafından işgal edildi ve hangi tarihte işgalden kurtuldu?” diye sorunca cevap veremedi tabii. Meslek yüksekokulunda okuyan Murat ise “1 Temmuz, Kabotaj Bayramıdır enişte, denizcilikle ilgili işte!” diyerek en doğru cevabı vermişti. “Peki niçin 1 Temmuz? Ne olmuş 1 Temmuz’da?” diye sorunca kayınbiraderim soru oklarını bana çevirerek: “Onu da sen söyle enişte, aramızdaki en yüksek tahsilli sensin,” demişti. Altta kalınmazdı tabii; kibir kaynaklı gençlik hatasıyla işkembe-i kübradan atarak “Barbaros Hayrettin Paşa’nın Preveze Deniz Zaferi yıldönümü,” diye cevap vermiştim.
Alakası yok, tamamen palavra! Peki neyle alakası var?
Anlatayım.
Nisanın son haftasında, bu köşede “Biz Bu Filmi Seyretmiştik” başlığıyla yayımladığım, Montrö Antlaşması ve amirallerin bildirisiyle ilgili yazımı hazırlarken yaptığım inceleme ve araştırma esnasında 1 Temmuz Kabotaj ve Denizcilik Bayramı’yla ilgili birkaç makale okumuş ve tabiri caizse gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Genellikle devlet protokolünün katıldığı ve denizcilik okullarında kutlanan bu bayramın anlam ve önemini kavrayınca Ulu Önder Atatürk’ün cesaretine, ferasetine ve kudretine hayranlığım bir kat daha artmıştı; çünkü gerçekten de 1 Temmuz 1926 tarihi, liman ve iskelelerimizin kurtarılışı anlamına geliyordu. O an kendi kendime “Kabotaj Bayramı’yla ilgili mutlaka bir şeyler karalamalıyım,” demiştim.
Okuyucuyu sıkmadan çok kısa özetleyeyim.
Liman ve iskelelerimizin yabancılar tarafından işgalinin ilk adımı 1365’te atılmıştı. Osmanlılar, Ragusa adlı İtalyan şehrine limanlarımızda ticaret yapma hakkı tanıdı. Her geçen gün topraklarını genişleten güçlü Devlet-i Aliye’nin küçücük bir kente küçücük bir lütfuydu bu. Ragusalı tüccar gemileri Osmanlı’dan ne koparırdı? Olsa olsa, yel kayadan ne koparırsa onu koparırdı.
Daha sonra denizcilikte ve ticarette ustalaşan Cenovalı ve Venedikli tüccarlar da bu haklara sahip oldular. Fatih, 1453’te İstanbul’u fethettikten sonra; Bizans’ın, tüccar gemilerine sağladığı imtiyazları devam ettirdi. Böylece Osmanlı limanları ve iskeleleri Avrupalı tüccarlar için çok zengin imkânlar sunan birer gelir kapısı hâline geldi. Yabancılara tanınan haklar Kanuni döneminde Fransa’yla yapılan sözleşmeyle uluslararası bir statüye kavuştu. Kapitülasyon dediğimiz bu ayrıcalıklar her geçen yıl yabancıların lehine gelişerek devam etti.
Artık kaya / yel örneğinden eser kalmamıştı; şimdi Devlet-i Âliye on binlerce yaprağı olan fakat her yaprağını birkaç tırtılın kemirdiği dev bir çınar ağacına dönüşmüştü. 19. asırda durum öylesine vahim bir hâl almıştı ki kabotaj hakkı (Türk kara sularında, Türkiye’deki akarsu ve göllerde gemi bulundurma, bunlarla gidiş geliş ve taşıma yapma hakkı) tamamen yabancıların eline geçti. Öyle ki kıyılarımızdaki balıkçılık ve süngercilik bile yabancıların tekelindeydi. Türk gemiciler kendi kara sularında gemi işletemez hâle gelmişti.
İşte yabancılara tanınan tüm bu imtiyazlara kapitülasyonlar diyoruz. TDK, Güncel Türkçe Sözlük’te kapitülasyonu “bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalık hakları” kelimeleriyle tanımlıyor. Gerçekten de bu kapitülasyonlar nedeniyle sanayimiz, tarım ve ziraatımız, ticaretimiz ve en önemlisi denizciliğimiz yerinde saymakla kalmamış, her geçen gün gerilemiştir.
Gelelim sadede… 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının 23. Maddesiyle kapitülasyonlar kaldırıldı. 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi ve tüm limanlarımız ve iskelelerimiz Türk hâkimiyetine geçti.
Evet; 1 Temmuz, Kabotaj ve Denizcilik Bayramı’dır, millî bayramdır fakat maalesef bu bayram 23 Nisan, 29 Ekim ve 19 Mayıs millî bayramları gibi kutlanmamıştır. Sanırım bunun birkaç sebebi var: 1 Temmuz günü resmî tatil ilan edilmemiştir mesela. Okullardaki tarih derslerinde bu konu üzerinde fazla durulmamıştır, Atatürk’ün istilacı devletlere attığı en büyük şamarlardan olan biri olan bu zaferin anlamı ve önemi halkımıza yeteri kadar öğretilememiştir.
Son söz:
Sevgili okuyucular,
Zaman zaman basın yayın organlarında Türk ve yabancı şirketlere verilerek özelleştirilen limanlarla ilgili haberler okuyoruz, kendi kendimize öfkelenip homurdanıyoruz ve birkaç gün sonra unutup gidiyoruz. Az önce internete girerek Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü sayfasına göz attım. İşletme hakkı devir yöntemi ile özelleşen limanlar başlığı altında 16 limanın yer aldığı bir liste yayımlamışlar.
İçim cız etti. Yüreğim yanıyor kardeşim, yüreğim yanıyor!
Ey millîlikten ve yerlilikten bahseden iktidar sahipleri! Biraz yerli ve millî olun yahu! Bu gidiş nereye? Liman ve iskelelerimizin işletme haklarını Türk veya yabancı demeden özel şirketlere niçin devrediyorsunuz? Siz de Osmanlı gibi “Yel, kayadan ne koparır?” mı diyorsunuz? Unutmayın ki ne biz bir kayayız ne de yabancı şirketler birer yeldir. Bu şirketler emperyalizmin 21. Yüzyıl versiyonlarıdır.
Yazıklar olsun!..
Kalın sağlıcakla sevgili okuyucular.