- 565 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
837 – BATIL İNANÇLAR
Onur BİLGE
Define kaldıkları yeri hatırladı. Anlatırken mangalda kül bırakmayan arkadaşına çanak tutmaya başladı:
“Sonunda din diyanetle uğraşmaya başladın demek. Eninde sonunda olacağı oydu zaten. Bu yaştan sonra ne olur ki bizden!”
“Din diyanet mi? İstediğim anda etrafıma binlercesini toplarım ama yıllardır kendimi bunlardan soyutladıysam haklı sebeplerim var.”
“Ne gibi haklı sebepler? Malı olan satar. Satacak pazar da bulur. Her şeyin alınıp satıldığı bir devirdeyiz. Her malın bir pazarı var. Sen de malını bal gibi de satabilirdin. Vakit geçmiş değil. Halen yapabilirsin bunu. Her malın bir alıcısı vardır elbette. Senin dediklerini dinleyecek kişiler de bulunur.”
“Öyledir ama ben, bana ait değilim. Hem onlar nefsin arzuları... Yeterince yaptım, yoruldum artık. Pırıl pırıl gençler var. Bundan sonra onlar yapsınlar. Köşeye çekilme zamanı...”
“O zaman onları yetiştirme görevini yüklenmelisin. Yol göstermelisin, rehber olmalısın! Tecrübelerini yeni nesle aktarmalısın! Zarar görerek mi tecrübe edinsinler!”
“Öyle yapıyorum zaten. Birkaç gün sonra Almanyalı iş adamları geliyor. Yetiştirdiğim çocuklarla ortaklık durumundalar. Gelince fikir alış verişi için beni de aralarında görmek istiyorlar. Onun için Eskişehir’e çağırıyorlar beni. Gideceğim, yardım edeceğim. Memnuniyetle hem de... Sanayi odası başkanı, ticaret odası başkanı, Eskişehir üst düzey yönetciler hep tanıdığım bildiğim, sözümün geçtiği insanlar... Daha düne kadar beraber oturup kalkmışız, yemiş içmişiz ama ben iflas etmiş biriyim. Onlar bana karşı ne kadar saygılı da olsalar, bana onlardan istifade etmek yakışmaz! Benim param pulum olmayabilir ama haysiyetim var.”
“Doğru söylüyorsun! Bu tespihi ilk kez görüyorum elinde. Değerli bir taşa benziyor.”
“Yeğenim hacdan getirmiş. Onun hayrına çekiyorum. “Bana da dua et!” dedi. İyi çocuktur! Biraz müşkülü var bu günlerde. Allah sonunu hayır getire!”
“Kimin müşkülü yok ki! Küçük esnaf bitti! Fabrikalar arka arkaya topu dikti! Esnaf kâr peşinde koşmaktan vazgeçti, sermayeyi kurtarma derdine düştü! Ülkenin hali yaman! Tablo hiç de iç açıcı değil! Kuyruklar kuyruklar... Uzadıkça uzayan kuyruklar...”
“Kolsaati alacakmış. Vazgeçmiş. “Akik, sinir sistemine faydalı...” derler. Doğru galiba. Çektikçe sakinleşiyorum. En çok da Ya Sabır çekiyorum.”
“Allah kabul etsin! “Kulumuın dili benim adımı anarak yaşardığı sürece ben onunlayım!” diyor. “Zikran kesira...” Çok zikretmemizi istiyor.”
“Yeğenim bu taşın faydalarını say saya bitiremedi. “İnsanın ruhunu korur. Sinirlerini yatıştırır. Negatif enerjiyi def eder. Cilt hastalıklarını giderir. Bünyeyi kuvevtlendirir. Ağrıyı sızıyı azaltır. Kalp ve damar hastalıklarına iyi gelir. Metabolizmayı hızlandırır. Gerginliği alır. Mutluluk ve huzur verir. Tansiyonu dengeler. Mide ve bağırsak rahatsızlıklarını giderir. Dişleri ve kemikleri kuvvetlendirir. Aklın ve mantığın iyi işlemesini sağlar. Uykusuzluğu giderir. Kâbusları önler.” dedi.”
“Aman Allah’ım! Bir taş mı yapıyormuş bunca işi?”
“Dahası da var! Korkaklığı giderirmiş. Gerçekleri fark ettirir, kendini daha iyi anlatmayı sağlarmış. İnsanı sosyalleştirir, etrafla uyumunu arttırırmış. Hamilelere ve bebeklerine iyi gelirmiş. Nazardan, her türlü kötülükten ve tehlikelerden korurmuş.”
“Yok artık! Muska gibiymiş öyle mi?”
“Öyle bir anlattı ki!”
“İyi de... İçinde ayetler yazılı olan muskalar bile korumazken, yalnız Allah korurken, akik denen taş bunca işi nasıl yaparmış! Taş satmak için ne yapacaklarını şaşırmışlar! İnsanları bunlara inandırarak, şirk yapmalarına sebep olmuşlar! Para için yapmayacakları rezillik yok bunların! Yazıklar olsun!..”
“Tespih de bir nevi oyuncak... Oyalanma aracı... Her oyuncak ve her uğraş gibi o da meşguliyet tedavisinde etkili. Ben de: “Amma da mübalağa ettin!” dedim ama halk arasında bu böyle biliniyor. Buna benzer neler böyle bilinerek putlaştırılıyor!”
“Batıl o kadar iyi yayılmış, o kadar iyi anlatılmış ki hakikatleri duyacak kulak kalmamış! Kur’an’dan üç ayeti ezbere okuyamazlar, batılı sor, en ince teferruatına kadar anlatsınlar!”
“Ne yazık ki öyle... Mezarlar parmakla gösterilmez. Gece sakız çiğnenmez, tırnak kesilmez. Kesilirse gelin olurlar, koynuna girerler! Merdiven altından geçilmez. Daha neler neler... Bir de cinler... O kadar büyük bir harabiyet var ki tamiri neredeyse imkânsız!”
“Bilirsin, gençlerle iyi anlaşırım. Onlar beni severler. Bazıları babaları, bazıları dedeleri gibi görür. Her fırsatta küçük hediyeler verirler. Ben de onlara kendi elimle yaptığım ahşap eşyalar armağan ederim.”
“Hediyeleşmek sünnettir. Ben de severim. Almayı da vermeyi de...”
“İşte o gençlerden biri bana muska gibi deri kılıfa konmuş, iyice kapatılmış bir cevşen getirdi. Koruyucu zırh gibi bir duadır. Okumalara doyulmaz. Çok severim. Memnun oldum. Hemen boynuma taktım.
Aynı gün akşamüstü aniden bir uyku bastı! Uyumuş kalmışım. Bir uyandım ki nefes alamıyorum!.. Hemen yerimden fırladım! Bilinçsizce üç beş adım gittim. Ayakta çırpınmaya başladım! Nefes yok! Boğazıma beton dökülmüş sanki! Epey bir çırpındım! Öleceğim anda yavaş yavaş, iğne deliği gibi bir yerden nefes almaya başladım. O delik giderek genişledi, nefes alıp vermem kolaylaştı. Normale dönmesine döndüm ama nasıl can çekiştiğimi bir de bana sor!..
“Sebebi cevşen miydi? Kurtaran Allah’ı muhakkak! Bir yaşama hakkı daha bahşetmiş.”
“Şüphesiz O’ydu. Fakat kolye gibi boynuma taktığım cevşen hürmetine miydi? Belki de bana: “Seni bu zamana kadar cevşen mi korudu ben mi! Onu okumalı, sevap almalısın! Onu bir kılıfa hapsetmek ve varlığından medet ummak doğru mu! Boynuna takarak putlaştırıp şirk yapmak... Haydi ben dara düşüreyim seni, bakalım o koruyacak mı! Hayata dönmen için en ufak bir çaba gösterecek mi! Seni ben yarattım, ben korudum, ben korurum! Dualar ve ayetler okuyup anlamak ve uygulamak içindir.” demek istedi. Boynumdan çıkardım ve bir daha da takmadım.”
“Kızılay, uyku apnesini araştırıyor. Geceleri çoğu kişi nefessiz kalırmış. Bir dakika kadar nefes alamazmış. Bu süre uzarsa ölebilirmiş. İki dakika kadar nefessiz kalan ölürmüş. Özellikle şişman erkeklerde görülürmüş. Kilo almalarıyla birlikte küçük dilleri de büyür, sarkar, soluk borusunu tıkarmış. Şişen bademcikler, büyüyen geniz etleri de öyleymiş... Onun için çok fena horlarlarmış. Sırtüstü yattıkları zaman nefes alıp vermeleri had safhada güçleşir, horlama artarmış.”
“Bu olay, hayatımda ilk kez, o deriden yapılmış cevşeni taktığımda oldu. Çıkardım, onun koruyuculuğuna inandığım için Allah’tan af diledim. Bir daha da olmadı. Nazar boncuğu, muska, incik boncuk korumaz! Yalnız Allah korur!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 837