- 445 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MARATONCULAR
MARATONCULAR
Tavşanla Kaplumbağanın yarış hikayesini hepiniz duymuşsunuzdur. Şimdi sizlere buna benzer fakat gerçek bir hikaye anlatacağım.
Yıl 1968 Denizli’nin Yeşilyuva Kasabasında Acar Murat’la Sıska Mustafa adında iki genç varmış. Üstelik ikisi de öğretmenmiş.
Sıska Mustafa okuldan gelir eve, evden gelir okula gidermiş. Öğrencilerinin iyiliğine, halkın yardımına koşar, günlerini değerlendirir, hiç bir anını boş geçirmezmiş. İçki kumar gibi kötü alışkanlıkları da yokmuş.
Ya Acar Murat... O hiç öyle değilmiş. Sıska Mustafa’yla taban tabana zıtmış. Okuldan sonra ara sıra top oynar, geri kalan zamanını içki kumar masalarında, kahve köşelerinde bomboş geçirirmiş. Üstelik sıska Mustafa’yla; sen kahveye niye gelmiyorsun? Kahveye gelmez, içki sigara içmez, oyun oynamaz, böyle erkek mi olur, diye alay bile edermiş.
Sıska Mustafa bunlara aldırmaz, güler geçermiş. İçinden de, bir gün elime bir fırsat geçerse, ben sana erkek nasıl olur gösteririm, dermiş. Aradan epey zaman geçmiş ve bir gün Mustafa’nın beklediği bu fırsat eline geçmiş.
O gün kasabanın bütün öğretmenleri toplantı yapmış. Toplantının sonunda sohbete, oradan buradan konuşmaya başlamışlar. Sıra spora gelmiş. Herkes sporun bir dalından söz etmiş. Kimisi, ben iyi futbol oynarım, kimisi voleybol oynarım, birisi ben iyi yüzerim, bir başkası ben boks yaparım demiş. Acar Murat da uzun bacakları üzerinde doğrularak, ben 100 metreyi 10 saniyede koşarım, diye kurum kurum kurulmuş. Mustafa’nın öğünme adeti olmadığından hiç sesi çıkmıyormuş. Murat bunu fırsat bilerek:
Mustafa sen ne yaparsın, yoksa sporu sevmez ve hiç sporla uğraşmaz mısın? Diye yine alaya başlamış. Mustafa; spor yapmaz olur muyum hiç, ben de MARATONCUyum demiş. Demiş ama bu cevaba kimseler inanmamış. Mustafa Bey Maratoncuymuş diye herkes bıyık altından kıkır kıkır gülmeye başlamış. Çünkü bu sıska vücutla bacaklardan kimse Maratonculuğu beklemiyormuş. Toplantı bitmiş, herkes evine gidiyormuş. Murat bey; haydi Mustafa seninle bir yarış yapalım diye tutturmaz mı? Mustafa, ben Maratoncuyum, kısa koşu yapamam, dediyse de, Murat, şimdi kısa koşu yapalım, sonra seninle bir de uzun koşu yaparız, diye düzeltmiş. Arkadaşları da, haydi Mustafa, şu karşıki binaya kadar bir koşu yapın diye üstüne üstüne varmışlar. Sonunda Mustafa çaresiz kabul etmiş.
Bir iki üç... Yarış başlamış. Fakat Murat yarışı hiç ciddiye almamış. Yarış esnasında hep Mustafa’nın önünde koşmuş. Hatta ellerini Mustafa’nın önüne gererek onun hızlı koşmasını ve yarışı kazanmasını engellemiş. Hedef gösterilen yere ikisi beraber gelmişler. Murat yarışı burun farkıyla önde bitirmiş. Seyircilerden bir kısmı Murat faul yaptı, bir kısmı, Murat kazandı, bir kısmı Mustafa kazandı demişler. Yarışı kimin kazandığı tam olarak belirlenememiş.
Mustafa hemen o gün Murat’ı bir uzun koşuya davet etmiş: Ben zaten bu koşu için iddialı değildim. Kabul edersen seninle bir de uzun koşu yapalım. Hedefimiz şu karşıki Yassı Höyük Köyüne gidip gelmek olsun, demiş. Murat kendinden emin bunu hemen kabul etmiş.
Mustafa kendi kendine: Murat bunu yine ciddiye almadı, ama ben yine de hazırlıklı bulunmalıyım, bir gün bu iş gerçeğe dönüşür de, Murat haydi Mustafa şimdi koşalım derse onu mutlaka geçmeliyim, dedi.
Aradan bir kaç hafta geçti. Bir bahar günü bütün okul, öğrenciler öğretmenleriyle birlikte Kuyucak Çamlığına pikniğe gittiler. Yediler içtiler, Tepelere çıktılar, koştular oynadılar. Salıncaklara bindiler, mutlu bir gün geçirdiler.
Akşama doğru dönüş başladı. Yarı yola gelince çimenlik bir düzlükte mola verildi. Orada bir çeşme de vardı. Öğrencilerin bir kısmı çimenlerin üzerine uzanıp dinlenirken, bir kısmı da su içmek, elini yüzünü yıkamak için çeşmenin başındakiler çoğaldıkça çoğaldı. Bu sırada öğrencilerden biri:
- Öğretmenim, Hüseyin’in azık torbası Çamlık’ta kaldı, dedi. Mustafa’ya kendini denemek için bir fırsat çıkmıştı. Haydi çocuklar, arkadaşlarınız burada su içer dinlenirken bir koşuda alıp gelelim, onlar buradan kalkmadan yetişiriz dedi. Hüseyin, Kirli Mustafa, Çamurlu Osman, Koca Oğlan, Öğretmen ve yanlarında bulunan orta okuldan bir öğrenci Çamlığa doğru koşmaya başladılar. Kirli Mustafa ve Koca Oğlan çok iyi koşuyorlardı. Adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Çok geçmeden Çamlığa vardılar. Hüseyin’in azık torbasını bularak döndüler. Öğrenciler çeşme başından kalkmadan onlara yetiştiler.
Mustafa beş altı yıldır koşmamıştı. Epey hamlamış olmalı. Çok yoruldu. Nefesi soluğu kesildi. Dili tükrüğü kurudu. Az kalsın öğrencileri bile onu geçecekti. Koşu bittiğinde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi küt küt çarpıyordu. Göğsü bir körük gibi kalkıp iniyordu. Yine de kimseye bir şey belli ettirmeden öncekilere katılıp yollarına devam ettiler. O gün Murat’la yarış yapsalardı belki de yenilecekti.
Mustafa yine de ümidini kırmadı. Çünkü her şeyin çalışılarak elde edilebileceğini çok iyi biliyordu. Atastürk’ün,
- Tek bir şeye ihtiyacımız vardır, o da çalışkan olmak.
- Zafer, zafer benimdir diyebilenin,
- Başarı, başarıya ulaşacağım diyebilenindir. Gibi sözleri de bunu doğrulamıyor mu?
Mustafa da bu işe, Başarıya ulaşacağım, diye başlamıştı. Aklına koymuştu bir kere. Aklına koyduğunu da yapardı. Çok inatçıydı. Ölse bile yolundan dönmeyecekti. Acar Murat’ı bu yarışta mutlaka yenmeliydi.
O günden sonra Mustafa her gün biraz koşu çalıştı. Koşuya kimsenin görmeyeceği dağ yollarında ve Kuyucak Çamlığına giden ara yollarda çalışıyordu. İlk gün Çamlık yolunun dörtte birini, ikinci gün yarısını, üçüncü gün dörtte üçünü derken daha sonraki günlerde tamamını gidip gelmeye başladı. Bu yol aşağı yukarı esas koşunun yapılacağı Yassı Höyük köyünün uzaklığına eşitti. Mustafa artık koşuya alışmıştı. İlk günkü gibi yorulmuyordu.
Mustafa hafta sonu da Denizli’ye gitti. Milli koşucu Mehmet Ali Menemen’i buldu. Koşu hakkında ondan teknik bilgiler aldı. Sonra bir eczaneye gitti. Vücuda dinamizm ve enerji kazandıracak, yorulmamamızı sağlayacak destekleyici ürünler aldı. Sonra kendisine hafif, koşuda giyeceği bir spor ayakkabısı aldı. Pazar günü Mustafa spor ayakkabısını giyerek Pamukkale yolunda bir çalışma yaptı. Artık her şey tamamdı. Kendine güveniyordu. O günlerde yine bir gün Murat Mustafa’ya takıldı.
- Mustafa ne zaman koşuyoruz? Mustafa, ben hazırım, ne zaman istersen koşarız diye geçiştirdi. İçinden de, ey Murat sen iyice şımardın artık. Sıkı dur. Boyunun ölçüsünü alacağım günler uzak değil, Yüz metre koşusuna benzemez bu, 18 km. Tam dedi.
Aradan biraz zaman geçmiş, Mustafa her gün yine çalışmalarına devam etmiş. Bir gün yine Murat’la Mustafa kahvede karşılaşmışlar. Murat yine her zamanki geveze haliyle;
- Mustafa ne zaman koşacağız, demiş. Mustafa bu sefer bütün ağırlığını koymuş.
Murat, bu koşu meselesini ağzına sakız yaptın. Geldikçe gittikçe söyle durursun. Eğer kendine güveniyorsan 3 gün sonra, Çarşamba gün Öğretmenler toplantısından sonra yapalım. Öğretmenler de hakem olsun, demiş. Bir daha koşu sözünü ağzına alma. İşte benden koşu için 100 Lira demiş ve 100 Lirayı orada bulunan Okul Müdürüne çıkarıp vermiş. Sonra Murat da okul Müdürüne 100 Lira vermiş. Böylelikle Maraton kesinlik kazanmış, gün ve tarihi belli olmuş.
Mustafa artık durur mu?
Koşuya iki gün var. İki defa da Yassı Höyük yolunda çalışmalıyım demiş. Doğruca evine gelerek kardeşi Ali İhsan’ı bulmuş. Bisikletini ona vererek, kardeşim şimdi ben Yassı Höyüğe kadar bir koşu yapacağım, bu koşuda sen de bisikletle bana eşlik edeceksin, demiş. Kasabanın dışına kadar bisikletle gelmişler. Sonra Mustafa bisikletten inmiş, koşmaya başlamış.Kardeşi Ali İhsan da bisikleti Yassı Höyüğe doğru iniş aşağıya salmış. Bisiklet hiç pedal çevirmeden gidiyor, adeta uçuyormuş. Ali İhsan’ın keyfine diyecek yokmuş. Mustafa da bisikletle beraber koşuyormuş. Akşam üstü tarladan bahçeden, ilçeden şehirden dönenler merakla Mustafa’ya bakıyorlarmış. Meseleyi bilenler bu haberi varıp hemen Murat’a anlatmışlar.
- Sakın ha Mustafa’yla koşmayasın, O seni mutlaka geçer. Bu gün biz bahçeden gelirken Yassı Höyüğe doğru koşuyordu. Kardeşi Ali İhsan O’na bisikletle eşlik ediyordu. Mustafa bey bisikletle bir gidiyordu. Biz daha 6oo metre gelmeden bize yetişti geçti.
- Doğru mu söylüyorsun?
- Elbette doğru, bak arkadaşım da gördü.
Murat’ın içine bir korku düşmüştü. 100 Lirayı vermişti. Yarışmadan çekilse çekilemezdi. Zamanı da yoktu, çalışsa çalışamazdı. Sinirlendi, çayını içmeden kalkıp gitti.
Okulda herkes Murat’tan yana idi. Salı günü öğleden sonra Müdür Mustafa’yı evden çağırttı. Bu koşuyu bugün yapalım,bütün kasabalı meseleyi duymuş. Kasabalıyı kendimize güldürmeyelim, dedi. Mustafa bir gün daha çalışma yapabilmek için önce bunu kabul etmedi.Maksat koşunun tarihinin değiştirilmesi ise Perşembe günü yapalım, dediyse de çoğunluk böyle istiyordu, sonunda çaresiz kabul etti.
Murat’ın taraftarları Murat’ın yenmesi için elinden geleni yapıyorlardı. Birisi Mustafa’ya;
- Mustafa Yassı Höyüğe hem gidiş hem geliş ve yorgunluğa ne gerek var. Ya gidiş, ya geliş olsun. Bu neticeyi belli eder, dedi. Böylece yolu kısaltıyorlardı. Çünkü Murat kısa koşularda daha başarılıydı. Bir başkası;
- Kasabalı bizi görmesin ve gülmesin, Kasabanın biraz dışından, mezarlığın altındaki çeşmeden başlayalım, Yassı Höyüğün biraz berisinde bitirelim, dedi.
Mustafa bu şartların hepsini de kabul etti. Hazırlanmak için evine gitti. Önce bir bardak su içti. Sonra tepeden tırnağa soyundu. Sırtına tüy gibi hafif kısa kollu bir gömlek, ayağına hafif yazlık bir pantolon ve spor ayakkabısını giydi.Sıska Mustafa Maratona hazırdı. Kendini tüy gibi hafif ve arslan gibi kuvvetli hissediyordu. Kanatları olsa uçacaktı. Değil Acar Murat, kendini İsmail Akçay’la yarışacak kadar güçlü hissediyordu.
O sırada Mustafa’nın annesi ona şöyle sesleniyordu:
- Oğlum gel bu sevdadan vaz geç. O üç odunluk bacaklarıyla deve kuşu gibi koşar yörüyüverir, sen kalırsın gerilerde.
- Mustafa: Söz verdim bir kere anne, yenilsem bile gideceğim, mert adam sözünden dönmez. Ver elini öpeyim de müsaadenle gideyim , sen de yarışı kazanmam için dua et demiş, annesinin elini öpmüş ve çıkmış. Annesi arkasında,
- Oğlum kendini çok zorlama, baktın olmuyor, bırakıver. Varsın 100 Liran gitsin. İnsana önce can lazım, diye seslenmiş.
Mustafa okulun önüne geldiğinde okulun önünde bir minibüs bekliyordu. Başta okul müdürü olmak üzere bütün öğretmenler ve Maratoncular doldular arabaya. Şoför arabayı kasabanın aşağısına koşunun başlama noktasına doğru sürdü. Mezarlığı geçip çeşmeye geldiler. Şoför durmayıp arabayı hala sürüyordu. Yol üzerindeki ikinci çeşmeye gelince arabayı durdurdu. Belki de şoföre önceden tenbih edilmişti. Böylece koşu mesafesi biraz daha kısaltılmıştı. Mustafa ona da razıydı. Kısalta kısalta 500 metreye indirseler yine de koşacaktı. Kendisine güveniyor, hiç bir yılgınlık göstermiyordu. Mustafa’nın bu hali Murat’ı çileden çıkartıyordu. Üstelik Murat hazırlıksız olarak gündelik elbise ve ayakkabılarıyla gelmişti. Bu iş buraya kadar geldikten sonra; Gel Mustafa koşu yapmayalım, bu işten vaz geçelim diyemezdi ya.Kendisinden ümitsiz, geleceğinden kuşkulu şu sözler döküldü ağzından:
- Şu diyarda bizden daha deli var mı acaba Mustafa?
- Niçin deli olalım? Öğretmenler toplantısında sporun iyi bir şey olduğunu söyleyen
sen değil miydin? Ben iyi koşucuyumdur, Mustafa seninle ne zaman koşacağız diye her seferinde hamam tokmağı gibi başıma vurup duran sen değil miydin? İşte sana spor yapacak bir fırsat, koşuculuğunu ispat edecek bir fırsat.
Bu arada soyundular, Murat ceketi çıkardı.Mustafa da üzerindek son ağırlıkları, saati, cüzdanı, tarağı mendili arabaya bıraktı. Müdürle beraber aşağıya indiler.
Bayan Öğretmenler Murat’ı tutuyorlardı nedense.
-Nasıl olsa Murat yener, Mustafa geride kalınca her adım atışında bir gülelim Ona, demişlerdi aralarında.
Arabanın önünde Murat ve Mustafa yan yana durp koşu vaziyeti almışlardı. Müdür düdüğü çalınca yarış başladı.Murat yayından fırlamış bir ok gibi ileriye fırlamış, Mustafa’dan 20-25 metre ileride koşuyormuş.
Mustafa’nın buna pek aldırdığı yokmuş. Koşuya hızlı başlarsa çabuk kesileceğini, koşuyu bitiremeyeceğini biliyormuş. Uzun zamandır yaptığı çalışmalar da bunu gösteriyormuş. Onun için koşuya normal bir tempoyla başlamış.
Onlar koşa dursunlar, Müdür arabaya binmiş, şoför arabayı sürmüş. Arabadakiler çarçabuk Mustafa’ya yetişip geçmişler. Bu esnada arabanın içinden bravo Mustafa Bey diye sesler ve alkışlar duyulmuş. Herkes Mustafa’nın geride kaldığını görünce yenildi sanıp onunla alay ediyorlarmış. Çok geçmeden araba Murat’a da yetişmiş. Onu coşkuyla alkışlamışlar. Bravo Murat, Yendin Murat, Yaşa Murat, sıkıştır Murat, Haydi bastır Murat... demişler.
Araba süratle Murat’ın da yanından geçip gitmiş. Yolun yarısına varmışlar. Orada arabadan inmişler. Murat’la Mustafa çok gerilerde kalmış. Boyları 10-15 santimetre kadar görünüyormuş. Arabadan inenlerin bazısı su içmeye, bazıları pekmez ocaklarını gezmeye, bazıları da kavakların gölgesinde koşucuları izlemeye başlamış.
Önce beraber başlayan yarışta ilk iki dakikada Murat arayı 10 m., beşinci dakikada 20 m. Yedinci dakikada 30 m. Açmış. Bir müddet bu üstünlüğünü korumuş. Ama daha sonraları Murat yavaş yavaş kesilmeye, Mustafa açılmaya başlamış. 13. Dakikada Murat’a yetişmiş. Bir dakika kadar beraber koşmuşlar.Murat Mustafa’yı geçmek için adımlarını üçer metre ileriye daha ileriye atmak istiyormuş ama nafile. Gittikçe yorulan, yoruldukça ağırlaşan ayakları ve ayakkabıları onu geri geri çekiyormuş sanki.
Yolun dörtte birine gelince Murat birdenbire çökmüş. Patlamış bir balon gibi yolun kenarına yığılıp kalmış. Mustafa önce Murat’ın numara yaptığını sanmış. Ben de durunca kalkıp koşacak, ben bu numarayı yutmam demiş ve koşmaya devam etmiş.
Fakat Murat’ın yaptığı numara değildi. Bütün enerjisi bitmişti. Bir adım daha atacak hali kalmamıştı.
Az sonra Mustafa yolun yarısına, arabanın ve arkadaşlarının durduğu yere geldi. Yarışı kazanmanın sevinci içinde arkadaşlarının önünden şimşek hızıyla geçip gitti. Murat hala aynı yerde oturuyordu. Jüri başkanı olan Okul Müdürü Mustafa’nın arkasından bağırdı:
Yeter artık, netice belli oldu, yarışı sen kazandın, Murat arkandan helikopterle gelse bile sana yetişemez, dedi.
Mustafa koşuya devam ederken cevap verdi: Murat’ı arabaya alarak Yassı Höyüğe kadar beni izleyiniz...
Maratoncular Yeşilyuva’ya arabayla döndüler. Maraton bitmiş yarışı Mustafa kazanmıştı. Herkes bu neticeye pek çok şaşırdı. O günden sonra Murat Mustafa’ya görünmez ve koşudan kimselere bahsetmez oldu.
Maraton ekibi bir Pazar günü yine hepsi bir araya geldiler. Aynı minibüsle bir pikniğe gittiler. 100 TL ye bir kuzu aldılar. Kuzu da onlarla beraber pikniğe gitti...
MUSTAFA UZELLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.