- 440 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NAZIM HİKMET'İN HARP OKULU DAVASI
Adları Abdulkadir, Ömer, Orhan, Naci, Şadi, Necati’ydi. Harp Okulu’nda okuyorlardı. Çoğu yoksul halk çocuğuydu.Harçlıklarından biriktirdikleri paralarla Balzac, Gorki, Zola, Tostoy, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’yi okuyorlardı...Kemalist Devrim meyvelerini yavaş yavaş vermeye başlamıştı. Devrimin çocukları dünyayı anlamaya ve yorumlamaya çalışıyordu. Avrupa’da ve dünya da ise Hitler faşizminin rüzgarları esiyordu ve kendine kurban arıyordu. Buldu da...Nazım Hikmet ve askeri öğrenciler!
Bir gün ders sırasında sınıflar basılır ve öğrencilerin üstü başı, çantaları didik didik aranır. Öğrencilerden Şadi gür bir sesle ’’ne oluyoruz yahu! Abdülhamit devrinde miyiz? Ne diye üstümüzü başımızı arayıp götürüyorsunuz?’’ der.İmzasız bir ihbar sonucu ’’Ankara Harp Okulu’nda 21 kişi göz altına alınır. Günlerce süren ağır sorgudan geçirilirler. 19-20 yaşındaki gençler kendilerini askeri savcıların karşısında bulurlar. Öğrencilerden Aydınlı Ömer Deniz’in üzerinden 22 maddelik ’’iyi bir hayat tarzının tanzimi’’ başlıklı tüzük bulunmuştur. Tüzükte sabahları erken kalkılacak, aç karnına birer bardak su içilecek gibi ’’sudan’’ şeyler vardır. Ömer eğlence niyetiyle yazmıştır. Tüzüğün altında Ömer’le birlikte 5 arkadaşının da imzası vardır. Bir de’’İcra Komitesi Reisi Ömer Deniz’’ yazmaktadır. İşte en büyük belge bu olur. Savcı Şerif Budak ’’Hadi bakalım bunu da inkar et de görelim’’ der. Ömer gülerek inkar etse de fayda etmez. Dosyaya girmiştir çoktan...Bir önemli delil de Ömer’in üzerinde bulunan mektuptur. Mektupta ’’Ada’ya gittim, konuştum, tatmin oldum’’ yazmaktadır. Ömer’e ’’Kim bu Ada?’’ diye sorarlar. Sıkıştırma sonrası Ömer itiraf eder. ’’Ada’’ Nazım Hikmettir! Ömer hayranı olduğu Nazım Hikmet’e bir İstanbul kaçamağında uğramış: Nazım ide ’’polisin adamı ’’diye pek yüz vermemiştir. Bu da dosyaya girer. 43 gün tek odada kalan Naci’ye ise ’’Niçin okuyorsun bu kitapları’’ diye sorarlar. Naci’nin cevabı ’’kitaptan başka hiç bir şey bana zevk vermez ki’’olur. Öğrencilerden Şadi’de ise ’’Anama nasıl bağlıysam, Hikmet’ede öyle bağlıyım’’ ifadeli telgraf nüshası bulunur. Sadi bunu İstanbul’daki halasına göndermiştir. Onu da Nazım Hikmet bağlantısından dolayı sıkıştırırlar. Konuşmak istemez ama sonunda itiraf eder. ’’Hikmet benim karımdır. Son zamanlarda anamla arası açılmıştı. İkisinin de gönlünü almak için halama çekmiştim bu telgrafı. İki de çocuğum var. Askeri öğrencinin evlenmesi yasaktır. Bundan da ayrıca başı yanar...
Nazım Hikmet, 17 Ocak 1938 gecesi akrabası olan Celaleddin Ezine’nin evinde otururken polisler gelir ve tutuklar. Bir çuval da kitap götürürler. Gazetelere roman roman tefrika ediyor, bir yandan da geçimi için film seslendirmesi yapmaktadır. Piraye Hanım’ın eski eşinden olan iki çocuğuyla birlikte 4 kişiye bakmaktadır Nazım. Mutluluğu ve sade yaşamı yarım kalır...Bir süre İstanbul Tevkifhanesi’nde bekletildikten sonra, Ankara’ya Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilir. 11 Mart 1938 günü başlayan davada askeri öğrenciler dışında gazete bayi, memurlar, lise ve orta okul öğrencileri de vardır. Askeri öğrencilerin bazıları öyle yoksuldur ki ailelerine bile haber verip avukat tutmalarını isteyemezler. Diğer avukatlar onların davasını üstlenir. Öğrencilerden Abdülkadir’e Binbaşı Fuat Bey: ’’İşin içinde bir şey yok biliyorum. Ama siz hazır olun, ne yapalım, yukarıdan geliyor emir, size ceza vereceğiz, oğlum’’der. Zaten mahkeme heyetinin çoğu hukukçu bile değildir. Genel kurmay karargahından gelen bir albay öğrencilerin dosyasını almış adeta kararı ’’yukarıda’’belirlemiştir. Öğrenciler davalarına çoktan isim koymuştur: Dreyfus Davası!’’
Nazım Hikmet verdiği ifade de, ’’Komünistliğini’’kabul eder ancak öğrencilere asla propaganda yapmadığını söyler. Bir de ilave eder: Yazık bu çocuklara, çok yazık! Yakmayın bunları hiç bir suçu yok bunların. Ben suçsuzum. Aleyhimde bir komplodur bu benim.’’ Yalancı tanıklara karşılık öğrenciler okul öğretmenlerini tanık gösterirler. Ama bir türlü suçsuzluklarını kabul ettiremezler. Mahkeme 6 kişiyi suçlu bulur: Nazım Hikmet’e 15 yıl, Ömer’e 7.5, Mustafa Ergun’a 6, Necati’ye 6, Abdülkadir ile Orhan’a ise 5’er yıl ceza verilir. Davadan sonra salonda Nazım Hikmet’in’’rezalet bu rezalet. Temyiz edeceğiz temyiz!’’sesleri çınlar...Beraat eden öğrenciler ise okulla ilişkileri kesilir...Yoksul halk çocukları sefalete itilir.
Öğrencilerden Abdülkadir Meriçboyu yıllar sonra yazdığı anılarında davayı şöyle anlatır: ’’Bir komedinin mi içindeydik, bir dramın mı? Bunu kestirmek kolay değildi. Bir büyük haksızlıkla karşı karşıyaydık. Bel ki bir disiplinsizlik yapmıştık, okul idaresinin çizdiği yoldan sapmıştık, ama kanunsuz hiç bir şey yapmamıştık. Bu vatanı çok seviyorduk hepimiz, kanunlara büyük saygımız vardı. hiçbirimizde, bu canım memleketin, bu güzel Türkiye’nin şu kadarcık fenalığını isteyecek bir tiynet yoktu. Pırıl pırıl bir yürek taşıyorduk. ’’
Meriçboyu anılarında davaya ilişkin şu önemli bilgiyi de veriyor: ’’O zamanlar, ta 1938’lerde Alman faşizmi azgın bir hale gelmişti. Orta Doğu’da tam bir egemenlik kurmuştu. Harp Okulunda kitap okumaya meraklı bir avuç genç vardı. Bu gençler ırkçı ve Turancı bir başka grubun saldırısına uğradı. Harp Okulu, Ankara allak bullak oldu Bugün yarın dar ağaçları asılacakmış gibi bir hava esti ortalıkta.
1938’in Haziran ayı sonlarına doğru, Donanma Komutanlığı’ndan gelen görevliler eski bahriye subayı Nazım’ı kelepçeli olarak Köprü Kadıköy iskelesinden bir motorla Adalar açığında bekleyen Erkin gemisine götürürler. Önce bir ayak yoluna, sonra sintine ambarına kapatılır. Silivri açıklarında bekletilen gemide bu kez de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılanacaktır. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davada, 19 gün sonra, 29 Ağustos 1938’de’’askeri isyana teşvik’’ten 20 yıl ağır hapse mahkum olur.
Aralarında Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir ve askeri kişilerin de olduğu 15 kişiye ise 3 ila 18 yıl aralarında değişik cezalar verilir. İki cezası birleştirilince 35 yıl tutmaktadır. Mahkeme bunu çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağlar. 29 Aralık 1938’de Askeri Yargıtay’dan gelen onay, son umutları da boşa çıkarır.