- 473 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
833 - BİLGE
Onur BİLGE
Bizim iki kafadarın konuşmaları döndü dolandı, bilgeliğe, bilgeye geldi. Erelerden evliyalardan, mürşitlerden Hurşit’lerden bahsetmeye başladılar. Farkındalar ya da , değiller ama bunlar zaman zaman birbirlerine mürşitlik eden insanlar... Bazen Define ona, bazen de o Define’ye rehberlik ediyor. Duruma göre... Bazen de Denizli horozları gibi didişiyorlar. Asla darılmıyorlar, kırılmıyorlar. Aksine her defasında birbirlerine daha sıkı bağlanıyorlar. Öyle ki artık süspansiyon veya bileşim halinde değil, alaşım halindeler.
“Ben bir zamanlar bir zatı beğenmemiştim. Ünlü değil diye gözüm tutmamıştı. Rüyamda bana kendisini öyle bir tanıtış tanıttı ki! Bunlar sanki ölü değil, diriden daha da diriler!” dedi bir evliya hakkında Define.
“Kim, kimin terbiyesine verilmişse, o onun öğrencisidir. Bunu kimse değiştiremez!”
“Şuayb Aleyhisselam ile Musa Aleyhisselam örneği... Allem eder kullem eder, onu ona erdirir, gereken dersleri verdirir. Kalitemize ve kabiliyetimize göre dersimizi alırız. Aldığımız da kapasitemiz kadardır.”
“Dediklerini baştan sona yeniden düşündüm. Hepsi biribirinden öğretici ve birbirinden güzel… Rabbim bu güzelliğini daim, sözlerinin muhatapları üstünde tesirini güçlü eylesin! Elimden ve dilimden başka bir şey gelmiyor.”
“Benim eğiticim Kaptan’dı. Sadece “İman, namaz, oruç, zekat, hac...” derdi. Bir de “Zikran kesira... Kur’an oku ama anlaya anlaya... Anlayarak zikretmek ve tefekkür etmek, anlamadan okumaktan efdaldir.” derdi. Başla da bir şey demezdi. Yıllarca döndüre döndüre bunları dedi. Bir de bir tesbihat verdi ve zamanı gelince ona diğerlerini ekledi. Halen çeker dururum. Bir an geldi ve "Şimdi oldu!" dedi. Kaybetmemeye çalışmamı önerdi.”
“Benim eğiticim de tuzaklara düşürürdü. Bir tuzaktan çıkarır, başka tuzağa atardı! Kaybedeceğim zaman aklımı alırdı! Kaybettikten sonra geri verirdi.””
“Kafa karıştırılacaktıysa, Allah veya Resulü bunu en ala yapardı. O kim oluyor da kafa karıştırıyor? Ben de “Zaman kaybı!” diyecektim, ağzımdan aldın. O zaman zarfında tefekkür edilse, neler kazanılır! Ne kapılar açılır, ne kaleler fethedilir! Burnuma şirk kokusu geldi. Aklı Allah verir, Allah alır! O ne güçlü biriymiş ki Allah’ın verdiğini alıp verebiliyormuş! Böyle bir insan var mıymış!”
“Bayazidi Bastami’nin bir sözü geldi hatırıma. “Ya Rabbi ne güzel kulların varmış! En kötüsü Bayezit...” dermiş.”
“Kaptan da: “Eller arpa ben saman, eller yahşi ben yaman...” derdi ve böyle dememi isterdi. Mürşit geçinenlerin, senin bahsettiğin gibi olanları, kendilerinin bulunmaz Hint kumaşı sanılmasını arzuladıkları için olsa gerek, eşeği yokuşa sürerler. Etraflarındakileri şaşkına çevirerek zora koşarlar. Sonra problem haline getirdikleri meseleleri kolayca çözdüklerini göstererek egolarını tatmin ederler. Büyüklük bu değilidr. Resulullah efendimiz hiç böyle uzaklar ve de tuzaklar ortaya çıkarmamıştır. Soruyu sorar, dikkati çeker, birazcık düşündürür, cevap talep edildiğinde, en açık ve en basit biçimde cevabını vererek öğreticilik görevini en iyi şekilde yerine getirirdi.”
“Sen benim mürşidimin kim olduğunu biliyor musun?”
“Mürşit, Kur’an’dır! Kur’an da apaçıktır. Kimseyi zorlamaz.”
“Sorumun cevabının bu olmadığını biliyorsun.”
“Kime sorarsan sor, mürşidi Gavs’tır! Kutup falan da değildir yani. Kim o zaman? Resulullah mı? Yoksa ondan daha üstün biri mi var!”
“Sadece sordum. Biliyor musun?”
“Resulullah mı? O ise… Soruyu sorar, cevabını da verir.”
“Bildiğini veya bilmediğini söyleseydin yeterdi. Demek ki bilmiyorsun. Nerden bileceksin! Söylemedim ki! Her neyse...”
“Sen ne biçim adamsın yahu? Hem soruyorsun, hem cevaplamıyorsun!”
“Kızma birader! Cevap vermeni bekledim.”
“Söylersen bileceğim. Benim mürşidim ortada, seninki saklı gizli… Sanki CIA ajanısın!”
“Ne dersen yakışır! Toprak ne güzel bir varlık! Ne kadar pislik dökersen dök, hazmeder.”
“Yani toprak gibisin... Günde iki yüz Kâfirun Suresi okursan, bir süre sonra Efendimiz mürşitlik etmeye başlarmış. Soruyu sorar, cevabını verirmiş.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 833