- 287 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL.
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL 1867-22 MART 1945 İSTANBUL.
Halit Ziya Uşaklıgil, Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatının Tanzimat’tan sonra ikinci dönemi olan “Servet-i Fünun Edebiyatı”nın (Edebiyat-ı Cedide’nin) en önemli nesir yazarı, en önemli hikâyecilerinden ve en usta romancısıdır.
Türk romancılığının babası kabul edilen İlk büyük romancısı, Sultan Reşat devri Mabeyn Başkâtibi (1909-1912), ve Ayan Meclisi üyesi, Servet-i Fünun ve cumhuriyet dönemi yazarlarındandır.[1]
İstanbul ’da halı ticareti ile tanınmış Uşak kökenli Uşak’tan gelerek İstanbul’a yerleşmiş varlıklı bir aileden olan "Uşşakizadeler" olarak anılan Helvacızadeler denilen bir aileye mensup Hacı Halil Efendi’nin oğludur.[2] Helvacızadeler Uşakta işlerini büyütmüş, İstanbul’ da bir şube açarak bu işyerini sermayesiyle birlikte Halit Ziya’nın babası Hacı Halil Efendi’ye vermişlerdi. Annesi ise Behiye Hanım’dır. Yazar, Halil Efendi ile Behiye Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak İstanbul’da Eyüp semtinde dünyaya gelmiştir. [3]
İlköğrenimini İstanbul’da Eyüp’teki mahalle mektebinde görmüştür. [4] Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etmeye başlamıştı. Fakat babası Halil Efendi’nin işleri kötü gitmeye başlamıştı. . (1873-1878) yılları arasında babasının işleri iyice kötüleşince babası onu annesi ile birlikte Dedesi’nin yanına İzmir’e yollamıştı. 93 Harbi’nin başlaması ile aile, İzmir’e yerleşmişti. 1877 [5] Bu arada babası işlerini düzene koyup İzmir’e gelmiş yeni bir ticarethane açarak İzmir’de ticarete başlamıştı.[6]
İZMİR YILLARI
Ailesi İzmir’e yerleşince Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürüyordu. Böylece orta öğrenimini İzmir Rüştiyesinde tamamlamak durumunda kalmıştı.(1878). İkinci bir okula hazırlık için Frenk Mahallesi’nin Alioti bölümündeki Auguste de Jaba adlı avukatın emrine verilmiş, bu avukattan özel olarak Fransızca dersleri almaya başlamıştı. [7] [8] Bu sayede bir süre sonra da İzmir’deki Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş olan Mechitaristes [9] adlı yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi.[10]
Mechitaristes adlı yatılı bir okulu son sınıfta terk ederek [11] babasının yanında çalışmaya başladı. Fakat hem gerçek bir iş bulmak hem de edebiyatla olan ilgisini sürdürebilmek amacıyla resmi bir iş arıyordu. İstanbul’da hariciyeci olmak için yaptığı başvuru, sonuçsuz kaldı. İzmir’e dönüşünde, Halit Ziya ideali olan hariciyecilik mesleğine giremeyince rüştiye öğretmeni oldu. Daha sonra bir süre Osmanlı Bankası’nda mütercim ve muhasip olarak çalışmaya başlamıştı.
1883 yılında İzmir’in ilk edebiyat ve Fen bilimleri dergisi olan Nevruz dergisini iki arkadaşıyla birlikte çıkardı. [12]On sayı kadar yayınlanabilen [13] bu dergide çeviri şiir ve hikâyeler, mensur şiirler, bilimsel yazılar yayımladı. Önce İzmir çevresinde kendini edebiyatçı olarak tanıtmaya başlamıştı. Ayrıca bu yıllarda bazı edebi yazılarını İstanbul’da Hazine-i Evrak adlı önemli bir dergide “Mehmet Halid” adıyla yayımlamış oluyordu. [14] Kısa bir müddet İstanbul’a giderek bir iş aradı. İstanbul’da bulunduğu sırada Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olan "Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi" adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabı ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi kitabı olma özelliği taşıyordu. [15]
HİZMET GAZETESİ YILLARI
Ama tekrar İzmir’e dönerek 1886’da idadide birlikte çalıştığı arkadaşı Tevfik Nevzat ile birlikte “Hizmet” ve “Ahenk” adlı gazeteleri çıkarmaya başlamışlardı. 1885 [16]. Hizmet, Vali Halil Rıfat Paşa ve hukuk dairesi reisi himayesinde yayımlanmaya başladı. [17] Bu yıllarda henüz yirmi yaşındaydı. İlk Roman denemelerini yazmış ve bu gazetede yayımlamaya başlamıştı. Bu yıllarda, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başlamıştı İzmir İdadisi’nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; İzmir İdadisinde Fransızca ve edebiyat dersleri veriyordu. Hizmet Gazetesi, Halit Ziya’nın ilk Roman denemelerinin yayınlandığı bir yayın organı oldu. İlk romanları olan “Nemide ” (1889), “Bir Ölünün Defteri ” (1889), “ Ferdi ve Şürekası” (1894) Hizmet’te tefrika edildi. Bu gazete onun romancılığa başlamasına vesile olmuştu. 1885’te dizi olarak yayımlamaya başladığı “Sefile” adlı ilk romanı ise ahlaka aykırı olduğu gerekçesi ile yasaklandığı için yarım kaldı ve kitap haline gelmedi. [18]
Fakat Hizmet Gazetesinde yayımlanmaya başlayan romanları sayesinde adını duyurmuştu. Öyle ki Mehmet Rauf daha on altı yaşında iken Halit Ziya’ya bir hikâye yollamış hikâye hakkında fikrini sormuştu. Mehmet Rauf ‘un “Düşmüş” adlı hikâyesini İzmir’ de, yayınlayarak Mehmet Rauf ’u da edebiyata kazandırdı. [19]
Halit Ziya’nın romanları kadar mensur şiirleri de ilgi uyandırmıştı. Mensur şiirler, Muallim Naci gibi divan şiiri taraftarlarından olumsuz eleştiriler alsa da, Recaizade Mahmut Ekrem, Hizmet’e gönderdiği tebrik yazısı ile yetenekli bulduğu Halit Ziya’ya destek vermişti. Bu mektup ile Halit Ziya ve Recaizade Ekrem’in ilişkisi başlamış, Servet-i Funun sürecine girmesinin ilk somut adımı olmuş oluyordu. Hizmet gazetesinde yenilikçiliği savunuyor, dünya edebiyatı, tiyatro tarihi hakkında yazı dizileri yayınlıyor; Ahmet Mithat Efendi’yi eleştiren ve realizmi savunan eleştiriler de yazıyordu.
1888’de annesi Bediye Hanım’ı kaybetti. 1889’da amcası ile Paris’e giderek iki ay kalmış Uluslararası Paris Sergisi’ni görmüştü. Aynı yılın sonunda Meclis-i Ayan Reisi Emin Ali Efendi’nin kızı Memnune Hanım’la evlendi. Halit Ziya’nın bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya gelmiştir: Vedide, Bihin, Sadun, Güzin, Vedad ve Bülent. İlk çocuğu Vedide’yi geçirdiği bir hastalık sonucu kaybetti. Aynı şekilde Sadun ve Güzin’i de küçük yaşta kaybedecek, oğlu Vedat ise 35 yaşında trajik bir intiharla hayatına son verecekti. Halit Ziya, Sadun için Kırık Oyuncak, Güzin için Kırık Hayatlar ve Vedad için "Bir Acı Hikâye” adlı kitapları yazarak yayımladı.[20] [21]
İzmir’de vali Kâtipliği’ne başlayan Halit Ziya, bu görevde uzun süre kalamamıştı. Çocukluk günlerinin geçtiği İstanbul’u çok seviyor ve İstanbul’da yaşamak için fırsatlar arıyordu. İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nün başkâtiplik teklifini kabul ederek İzmir’den ayrıldı (1893). Bu görevi on altı yıl sürecekti. Reji’deki çalışma günlerinde, Servet-i Fünun’a da katıldı. Bu katılım onun edebi hayatının en önemli dönüm noktası oldu. Böylece edebi faaliyetlerini yoğunlaştıracak Türk Edebiyatının ilk büyük romancısı sayılacaktı.
İSTANBUL VE SERVET-İ FUNUN YILLARI
1893’te 27 yaşındayken İstanbul’a gelerek Reji idaresindeki görevine başlamış, okuma ve yazamaya daha çok zaman bulmaya başlamış, kendine göre bir edebiyat çevresi oluşturmaya gayret eder hale gelmişti. Recaizade Mahmut Ekrem‘in çevresine girmiş, yalısındaki toplantılarına katılır olmuştu. Recaizade Mahmut Ekrem ‘in yalısı bir anlamda bir edebiyat okuluydu. Nitekim bu sohbetlerde yetişen genç nesil onun izinden gidecek, edebiyata önemli bir hamle oluşturacak olan Servet-i Fünun Topluluğu işte bu sohbetlerden doğmuş olacaktı.[22]
Servet-i Fünun Dergisine daha öncelerinden birkaç yazı yollamış, bu dergide birkaç yazısı çıkmıştı. 1896 yılında dergi Tevfik Fikret’in idaresine geçince Halit Ziya ‘da bu dergiye ve topluluğa katıldı. ( bkz Servet-i Fünun Dergisi ve Edebiyatımıza Katkıları ) Serveti Fünun’ ’a katılarak edebiyat çalışmalarını arttırmaya başlamıştı. Hizmet Gazetesinden tanıdığı Mehmet Rauf’da bu sayede bu dergiye katılan edebiyatçılardan olacaktı. Servet-i Fünun Dergisi 1901’de kapatılıncaya kadar yazılar, hikâyeler ve romanlar yayımladı. 1897’de Mai ve Siyah adlı romanı yayımlandı. Bu roman Edebiyat-ı Cedide kuşağının romanı sayılmış, topluluğun beyannamesi olarak görülmüştü. [23]
Mai ve Siyah büyük bir rağbet gördü. Bu ilgi üzerine başka dergi ve gazete sahipleri ondan yazı istemeye başlamıştı. Bunun üzerine tiraji yüksek olan İkdam ve Sabah gazetelerinde de yazılar yayımlamaya başladı. Üstelik Serveti Fünun ’da yazan İsmail Safa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine roman tefrika etmek dışında yazı yayımlamıyordu. Aşk - ı Memnu ’yu 1898-1900 yılları arasında yazmaya başlamıştı. Fakat bu roman Servet-i Funun dergisinde yayınlanamamış, 1908 yılında Sabah gazetesinde tefrika edilmişti. ( bkz Serveti Fünun’da Şiir ve Dil Anlayışı )
1901’de "Kırık Hayatlar" adlı romanı tefrika edilmekte iken Hüseyin Cahit Yalçın’ın "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazısı yüzünden Servet-i Fünun kapatıldı ve topluluk dağıtıldı. Halit Ziya’da tıpkı Tevfik Fikret gibi edebiyatı bırakıp inzivaya çekilmişti. Tevfik Fikret , Aşiyan’a çekilirken Halit Ziya da Rumların ve Ermenilerin yaşadığı bir balıkçı köyü olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy semti)’a bir köşk yaptırıp yerleşti. [24]Bu yıllarını bazı eserlerin kitap haline getirerek Reji’deki işine gidip gelerek geçirdi. Bu suskunluk 1908 II. Meşrutiyet’in ilanına kadar sürdü. 1908 II. Meşrutiyet’e kadar yazmadı.
MEŞRUTİYET SONRASI
1908’den hemen sonra reji idaresine Reji Komiseri olmuştu. Yeniden yazmaya başlayarak birçok gazete ve dergiye yazılar gönderdi. Darulfunun’da batı edebiyatına dair dersler vermeye başlamıştı. Aşk - ı Memnu’ 1909 yılında tefrika edildi. Sultan Reşat, Osmanlı tahtına çıkmış, İttihat ve Terakki hükümeti onu mabeyn başkâtibi olarak sarayda görevlendirmişti 1909. Görevi gereği padişahla gezilere çıktı. Siyasi görevlerle Farnsa, Almanya ve Romanya’ya gitti. [25] 1911’de Âyân Meclisi üyesi seçilince saraydaki görevinden ayrıldı. [26] Saraydaki bu görevinden ayrıldıktan sonra Darulfunun’da edebiyat derslerine tekrar girmeye başladı. Bütün zamanını, edebiyata vermişti. 1912’de Tedavi amaçlı bir Avrupa seyahatine çıkmıştı.
Sait Halim Paşa’nın Almanya’ya inceleme gezisine gönderdiği şair ve yazarlar arasına katılarak Almanya’ya giderek çeşitli kültürel faaliyetlere katıldı. Darülbedayi’nin edebi kurul üyeliğine gelerek bu kurulda görev aldı. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinden sonra yeniden Reji idaresindeki görevine dönerek, yönetim kurulu başkanı, idare meclisi başkanlığına getirildi. 1918’de oğlu Halil Vedat ve yeğenleriyle çıktığı Avrupa gezisinden 14 ay sonra döndü.
CUMHURİYET YILLARI
Milli mücadele döneminde Ahmet Cevdet’in İkdam Gazetesi’nde dil ve edebiyatla ilgili yazılar yayımladı. Milli Mücadeleciler ve Halifelik taraftarları arasında cereyan eden siyasi polemiklerden uzak durmaya çalıştı. Mücadeleden kaçınan, siyasetten ve toplumsal sorunlardan uzak durmayı yeğleyen sükûnetli ve içe kapanık tabiatı yüzünden Milli Mücadelecileri destekleyen bir pozisyona giremedi. İşgal kuvvetlerine muhalif cephelerin içinde de gözükmedi. Sessiz kalışı bir anlamda Padişah yanlısı bir siyasi düşünce içinde olduğunu gösteriyordu. Yeşilköy’deki köşküne çekilerek Milli Mücadeleyi ve Cumhuriyetin ilanını uzaklardan izlemişti.
Bu sessizliğini 1930’larda bozmaya başlayarak edebiyat dünyasına yeniden dönmeye çalıştı. Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazıları yayımlandı. Köşkünde geçen sakin günlerinde hatıralarını yazmaya başlamıştı. 1930 yıllarından sonra bu hatıralarını yayımlamaya başladı. Hatıra tarzındaki yazılarıyla yeniden adından söz ettirmeye başladı. Eski dilde yazılmış eserlerini yeni harflerle ve sadeleştirerek yeniden yayımlamaya başladı. 1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 35 yaşında intihar etmesi üzerine derin acılar duyarak, yasa girip yeniden inzivaya çekilmişti. 27 Mart 1945’te Yeşilköy’deki köşkünde hayatını kaybetti. Bakırköy mezarlığında oğlu Halil Vedat’ın yanına gömüldü.
Halit Ziya Uşaklıgil, Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk Romanları yazan sanatçı olarak kabul edilir. Servet-i Fünun Döneminde Roman ve Hikaye türünün en önemli ismidir. Eserlerinde Realizm akımının etkisi görülür.
En ünlü öykülerinden biri olan "Kar Yağarken" öyküsünde anlattığı Realizm (gerçekçilik) bunun bir örneğidir. Dili süslü, sanatlı ve ağırdır. Dili başarıyla kullanır. Alışılmıştan farklı bir cümle düzeni vardır. Romanlarında aydın kişileri anlatır.
" Mai ve Siyah " romanındaki Ahmet Cemil karakteri Serveti Fünun Romancısını temsil eder. Ruh tahlillerine önem verir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun olarak anlatır. Romanlarında yalnız İstanbul’u anlatan sanatçı, hikâyelerinde Anadolu ve köy hayatına, kasabalardaki yaşayışa yer vererek İstanbul dışına çıkmıştır.
EDEBÎ KİŞİLİĞİ:
Her şeyden önce Türk romancılığının babası Halit Ziya sayılmıştır. Çünkü Halit Ziya’dan önceki Türk romanları olaya ve maceraya dayalı, plan, anlatım teknik yönlerden kusurlu, halka faydayı esas alan, meddah anlatıcıyı taklit eden, özentiden yoksun eserlerdi.
Halit Ziya, roman tekniğine, dil ve anlatımına, kahramanların ruh dünyalarına önem vermeyen, bu kaba saba romancılığın yerine , tekniğe, kurgu intizamına, anlatımda özene , kahramanların ruh dünyalarına inen, duygularını tahlil eden romanlar yazmaya başlamıştı.Bu nedenle , Halit Ziya , batılı tekniğe uygun ilk romanları yazan kişi ve dolayısı ile romancılığımızın babası ilan edildi. Romanlarını titiz bir kurgu ve planla, üslubunu da özenerek işlenmiş, sanatlı, şiirsel bir dil ile oluşturmuştu.
Türk romanının ilk büyük ustası kabul edilen ve Halit Ziya UŞAKLIGİL edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bazı küçük hikâyeler çevirerek atılmıştır. Çevirilerini Hizmet, Nevruz ve Ahenk adlı dergilerdeki bilim ve edebiyatla ilgili Sohbet ve Makaleleri izledi. Daha sonra nesir niteliğinde şiirler yazmaya başlamış mensure türünde örnekler vermişti. “Mensur şiirler” o sıralarda çok yadırgandığı için terk etmek zorunda kalmış sonraki yılarda ise onun terk ettiği bu türde Mehmet Rauf , Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın ve daha başkaları önemli örnekler vermişlerdir. Mensur şiirin edebiyatımızdaki ilk örneklerini Halit Ziya vermiştir.
Halit Ziya ilk roman denemelerini okul yıllarında yapmaya başlamış idadi yıllarında çıkardığı dergilerinde yayımalmaya başlamıştır. Bu denemelerinde çok ya¬kından izlediği Fransız Realistleri ile Natüralistlerin iiznden gitmiş NAMIK KEMAL ve AHMET MİTHAT EFENDİ gibi Türk yazarlarının etkisi altında ilk romanlarını yazmıştır.
İlk romanları “Nemide” (1889), “Bir Ölünün Defteri” (1889), “Ferdi ve Şürekâsı” (1894) İzmir’de çıkarmış olduğu Hizmet adlı mecmuada yayımlanır. Bu romanlar onun çıraklık dönemi eserleridir. “Ferdi ve Şürekâsı” adlı romanı onun ilk ustalık eseridir. “Ferdi ve Şürekâsı” Halit Ziya’nın kalfalık dönemi olarak da değerlendirilir. İstanbul’a gelip Serveti fünun topluluğuna katıldıktan sonra en mükemmel eserlerini vermeye başlayacaktır. İlk roman denemelerini marazî, bir hayli Romantik bir şekilde yazan Halit Ziya, sonraki romanlarında realizme doğru kayarak gerçekçi bir çizgiye yönelmiş, toplumun ve ferdin alın yazısını irdeleyen eserler vermiştir.
Fransız romancı Paul Bourget’nin etkisinde yazan Halit Ziya, toplumsal konulara eğilememiş, ferdi konuları aşkları ve ilişkileri ele alan bir salon romancılığı çizgisinde kalmıştır. Sosyal hayatın ve toplumun genelini ilgilendirmeyen alafranga yaşam, konaklar ve köşklerde yaşayan müreffeh kesimin hayatını aşklarını ilişkilerini ele alan romanların dışına çıkamamıştır. Bu hayat bir anlamda kendisinin ve kendisi gibi zengin kesimlerin hayatlarının romanlarıdır. Bu yüzden alafrangalık ile suçlanmış salon romanları yazmakla itham edilmiştir.
Buna rağmen Halit Ziya’dan önceki Türk romanları olaya ve maceraya dayanan, faydayı esas alan, özentisiz bir üslupla yazılmış, sağlam bir teknikten yoksun eserlerdir. " Halit Ziya bu basit ve kaba romancılığa son vermiş, kahramanların iç dünyalarını, duygularını ayrıntılı olarak tahlil eden, insan-çevre ilişkisine önem veren, kompozisyon bütünlüğü olan, sağlam bir teknikle yazılmış, Batılı tekniğe uygun ilk romanları kaleme almıştır. Romanlarında âdeta bir dantel gibi sabırla, titizlikle işlenmiş, süslü, sanatlı, şiirsel bir üslup vardır."
Romanlarında insan ruhunu irdelemekte başarılı olmuş, zengin kesimlerin hayatlarını realist bir tutumla ve başarıyla yazmış bu yüzden de «İstanbul’un alafranga ve batıya yüzeyden yönelik, biraz bizden koymuş sınıflarının romancısıdır; taşra halkı bir yana, İstanbul’un asil ve gerçek yerli halkıyla bile yüz yüze gelememiştir.» yolundaki suçlamalara maruz kalmıştır.
Buna rağmen Halit Ziya romancılığımızı teknik yönden batılı yazarlar seviyesine getrmiş bir romancıdır. Seçtiği konulara, kişilerine, ele aldığı olaylara, çevrelere vb getirilen eleştirilere rağmen" Türk Romancılığının Babası" sayılmasının nedeni romancılığımızı teknik yönden çağdaş batılı yazarlar seviyesine getirmiş olmasındadır. Romancılığımız Halit Ziya’dan otuz yıl önce başlamış, fakat ona gelinceye kadar dişe dokunur bir gelişme göstermemiş, meddah anlatıcılığı ile çağdaş romancılık arasında bocalayan teknik yönden kusurlu örnekler verilmişti. Romanda teknik, hikâye ediş, plan gibi en önemli hususlar Halit Ziya ile çağdaş seviyeye ulaşmıştır. Vakanın dizilişi, gerilim ve merak unsurlarını başarıyla planlamış, olay örgüsü, çevre, kişilik bütünlüğünü sağlayan hususlar onunla değer kazanmıştır. Çağdaş yazarlarımız dahi “ sayılan hususlarda Halit Ziya’yı hiç bir zaman büsbütün gölgeleyememişlerdir.”
Halit Ziya’nın dili en çok eleştiri gören diğer bir yanı ise süslü sanatlı ve Serveti Funun anlayışından doğan ağır anlatım dilidir. Teknik olarak tahkiyeli dilin ilk başarılı örnekleri olmalarına rağmen Arapça, Farsça sözcüklerle dolu olan bu anlaşılmaz dil onun romanlarının yeterince iyi anlaşılamamasına, yayınlandığı zamanlarda yeterince takdir görememesine yol açmıştır. Zor anlaşılmasına rağmen onun bu anlatım dili mükemmele yakın cümle kurguları ile kurulmuştur. Ahmet Mithat ve çağdaşlarının kullandığı basit ve meddah anlatıcılarından esinler taşıyan anlatımı yıkarak, profesyonel roman anlatıcılığını edebiyatımıza getiren ilk romancıdır. Fakat onun anlatım dili sadelik açısından hiç de iç açıcı değildir. Onun romanlarındaki dil; çok süslü, pek çok yabancı kelime ve tamlamalarla dolu, fazlaca «şairâne»dir. Pek uzun cümleler kullanmış halkın anlayamayacağı bir dille yazmış, bu yüzden sıkıcı da olabilmiştir. Romanlarındaki dilin okuyucu için oldukça ağır olduğunu kendisi de kabul etmiş ölmeden bir süre önce Cumhuriyetin ilanından sonra romanlarını sadeleştirerek yeniden yayımlamıştır.
Halit Ziya, hikâye türünde de ilk ve gerçek temsilcimiz olarak kabul edilir. Küçük hikâye tarzının ilk başarılı ve yetkin örneklerini de Halit Ziya vermiştir. Güçlü bir gözlemci olan sanatçı, hikâye ve roman sınırların karıştıran, ilk önceki örneklerin aksine hikâyeciliği ilk kez iyi kavrayan yazarımız olarak dikkat çeker. Hikâyelerinde önemli önemsiz hemen her olayı konu olarak ele almış, her olaydan kolaylıkla bir hikâye çıkarmasını başarmıştır. Romanlarına nazaran hikâyeleri teknik yönden biraz daha kusurludur. Bazı hikâyelerinde romancılığa kaçarak birden fazla olaya yer verdiği de görülür. Kolay, rahat hikâyeler yazan Halit Ziya’nın öyküleri romanlarına nazaran toplumsal konulara daha fazla eğilmiştir. Öykülerinde sosyal konulara temas etmiş, küçük insanların sosyal ve ekonomik sorunlarına değinen hikâyeler yazmıştır.
Öyküleri romanlarına nazaran daha sade, daha sosyal daha yerli, çok daha doğaldır. Öykülerindeki dil hem daha sade, ham de daha zorlamasız, daha tabi bir anlatım dili ile yazılmıştır. Öte yandan hikâyelerindeki konular ve kahramanlar, romanlarındaki gibi alafranga tipler ve konular değildir. Öykülerindeki insanlar çağındaki İstanbul’un semtlerindeki görülen halktan ve yerli tiplerdir. Hikâyelerinde toplumsal olaylara doğru da bir ilerleme görülür. Hatta romanlarında İstanbul’dan, yalılarından ve konaklarından çıkamayan yazar, öykülerinde Anadolu’ya da uzanır.
Tiyat¬ro ile de ilgilenmiş telif ve adapte üç tiyatro eseri yazmış ama bu alanda yeterince başarılı olamamıştır. Onun üç tiyatro eseri de “ üzerlerinde durulmaya değmeyecek kadar, önemsiz ürünlerdir.”
Ansiklopedik konulardan başlayarak çeşitli çeviriler yapmış fakat bu yazıları çok da dikkat çekmemiştir. Halit Ziya, pek çok kez yurtdışına çıkmış yaptığı bu gezileri gezi yazıları, sohbetler ve makalelerinde anlatmıştır.
Birçok türde eser veren Halit Ziya’nın roman ve öyküden sonra en başarılı olduğu diğer tür ise hatıra türüdür. Hatıra ( Anı) türünde Türk edebiyatının ilk ve en önemli yazarlarından biri olmuş, anı türünde çok sayıda eser vermiştir. Halit Ziya’nın anıları yazıldığı dönemin fikir, sanat, siyaset dünyasına ışık tutan kaynaklar niteliğindedir. Anılarında özel yaşamından çok yaşadığı ortamlardan gözlemlediği gerçekleri yansıtmıştır.
Ölçülü, düzenli, ince ve zarif bir insan olduğu bilinen Halit Ziya, büyük yazar, romancı ve hikâyeci olarak kabul edilmiş önemli bir yazardır.
Ferdi konular işlemeyi seven, yüksek zümrenin yaşantılarını anlatmaktan hoşlanan, "Sanat Sanat İçindir" ilkesine sadık kalan Halit Ziya, hayatı boyunca bu özelliklerini büyük ölçüde korumuş ve hep bu çizgide kalmıştır. Edebiyatta mükemmellik anlayışı ile hareket etmiş, dilde, konuda, şekilde, teknikte mükemmel olmak için çalışmıştır. Fakat mükemmellik anlayışını dil açısından abartmış veya mükemmel olmayı ağır, süslü sanatlı şairane bir anlatım dili oluşturmak olarak algılamıştır.
Buna rağmen roman ve öykülerinde usta bir anlatıcı olmayı başarmış, özellikle, kurgu, plan, vaka dizilişi, anlatım teknikleri, planlama gibi açılardan Türk romancılığını ve öykücülüğünü çağdaş batılı yazarlar seviyesine ulaştırmayı başarmıştır.
Halit Ziya’nın dördü İzmir’de, dördü İstanbul’da yayımlanan sekiz romanı vardır: Sefile, Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, İzmir’de iken yazılmış romanlarıdır. Mai ve Siyah ve sonraki romanlarını ise İstanbul’a geldikten sonra yazmıştır. İstanbul’da yazdığı ilk roman ise Mai ve Siyah’tır. , Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Nesl-i Ahir ise daha sonra yazılmış romanlarıdır.
Bu romanlar içerisinde Halit Ziya dendiği zaman ilk akla gelenler “Mai ve Siyah” ile “Aşk-ı Memnu”dur. Bu iki roman, usta bir yazarın kaleminden çıkmış, sağlam bir tekniği olan, Batılı tekniğe uygun ilk başarılı romanlardır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.