- 724 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
828 - DELİLER
Onur BİLGE
“Biliyor musun Neslihan Hanım Kızım, bir zamanlar ona yakın delim vardı. Hepsi de öldü. En iyi anlaştığım insanlardı.”
“Bende de on altı tane vardı. İnanmazsın belki ama gerçekten... Manik depresif psikoz, şizofren, paranoyak... Ne arasan vardı. Sürüsüne bereket!”
“Sen mutlaka benden önde olmalısın! Özelliğinden ve de güzelliğindendir.”
“Hâlâ bir kaç tane var.”
“Benimkiler bayağı deliydi. Şimdi bir tane kaldı.”
“Bir tanesi gece telefon etti: “Ben korkuyorum! Beni gel al!” “O kadar ısrar etti ki! “Kızım, keçileri mi kaçırdın?” dedim. Bu defa başladı: “Odamı keçiler bastı... Tıklım tıklım keçi doldu! Aralarında kaldım! Gel! Kurtar beni!” diye... Gece yarısı gidip, evinden aldık. O gece bizde yattı. Neler neler anlattı!”
“Sendeki keçiler ondan mı miras kaldı?”
“Senin keçiler kaçmış, bana geldiler. Senin onlar. Tanıyamadın mı?”
“Neler anlattı? Merak ettim. Acaba senin deliler benim delilere benziyor mu?”
“Bir zamanlar İngiltere’de olduğundan bahsetti. “Bir çatı katındaydım. Açtım. Meteliksizdim. Açlıktan kâğıt parçaları yedim.” diye başladı. Belki de rahatsızlığı o zamandan başlamıştı. Sonra Türkiye’ye gelmiş. Burada genç bir adamla tanışmış. Onun iş kurmasına yardım etmiş. Bir reklam ajansı açmışlar. Ona onu nasıl işleteceğini öğretmiş. Fakat o, onu beğenmiyormuş. Terk etmiş. O da bir apartmanın bodrum katında yapayalnız, evhamlar ve korkular içinde yaşıyormuş. Bize gelirken: “Size armağanlar vereceğim.” diye etraftan, kullanılmış bazı eşyalar seçti ve yanına aldı. Bunlardan biri uzun, yün bir bayan kazağıydı. Biri de kare şeklinde kapaklı bir masa saati... Başka şeyler de vardı. Bunları bize zorla kabul ettirdi.
“Ben namaz kılmayı bilmiyorum. Bana da öğretsene!” dedi. Öğretmez miyim! Abdest aldırttım. Önce kendim namaz kıldım. Sonra da ona kıldırmaya başladım. Kıyamda başarılıydı. Kıraat nasıldı? Var mıydı yok muydu unuttum. Zaten bu tarif için kılınan bir namaz olacaktı. Rükûda da başarılıydı. Sücutta problem çıktı. Ceylan bir secdeye vardı... Suratını yere sürer de sürer... Bir türlü başını kaldırmaz! Sonunda “Haydi artık, yeter! Kaldır başını! Ne yapıyorsun bir saattir orda?” demek zorunda kaldım. Başını kaldırdı. Yüzüme şaşkın şaşkın bakarak: “Burnumu yere değdirmeye çalışıyorum! Sen "Burnun yere değecek!” dedin ya! Benim burnum da küçücükmüş. Alnımı yere koydum, burnum değmiyor!” “Değmiyorsa değmiyor! Alnın yere değdi ya... Ne yapacaksın? Burnunu mu uzatacaksın? Pinokyo olsaydın kolaydı. Yalan söylerdin, uzardı.”
Namaz öğretimi maalesef orada kaldı. Doğrusu, ibadet için kıyam, kıraat, rükû, sücud ve kuûddan önce akıl gerekirdi. Ceylan sorumlu değildi ki! Zorlamaya gerek yoktu.”
“Akıl, en kıymetli varlığımız... Hayat ve sağlık daha sonra...”
“Bir tane daha vardı. Arkadaşımın yirmi yaşındaki oğlu... Şizofren... Bana âşık oldu. “Teyzemi alacağım!” diye tutturdu. Evi kasıp kavurmaya başladı. “Yüzü ne güzel! Dişleri ne kadar beyaz!” der dururdu. “Evli o! Kocası, çocukları var!” derdi annesi babası... “Olsun! O kötü adam!..” derdi. Senin kaçırdığın keçiler bana geldi ya... Hislerimin harımı olmadığı için, keçileri kaçırdım!”
“Benim eve de mi keçi doldursam, ne yapsam?”
“Senin eve, milleti delirtmek için ben yeterim. Kiminiz kıskançlıktan, kiminiz tahammül edememekten delirir!”
“Sonra telefon ederim, gelip beni alırsınız. Allah cezanı vermesin! Kıskanılmak hoşuna gitmiyor mu?”
“Alırız tabii. Hemen gelir alırız. Deli deliyi, imam ölüyü sever. Kıskanılmak, kıskanmaktan bin kat daha iyidir. Kıskanç olanlar azap çekerler. Kıskançlık, tedavisi imkânsız bir hastalıktır.”
“Yine de kıskanılmak hoş değil mi? Biz hepsini bir bütün olarak ele alırız. O bütünü de gönülde olması gereken kıvama getiririz. İşimiz, görevimiz, uğraşımız, meşrebimiz budur!”
“Neyin hepsini?”
“Ne varsa... Öfkeden sevgiye, dünyadan ukbaya, kulundan Allaha kadar...”
“Senin işin öfkelenmek, benim işim soytarılık...”
“Öfkemi yarıp içine baktın mı?”
“Bu halinle Hulisi Kentmen’e benziyorsun.
“Bedia!..”
“O Horoz Nuri’ydi... Ağabey! Bu senin bıyıkların ağzına giriyor. Tütünden de sararmışlar. Yarı ölüler yani... Kessene onları! Yenilensinler bari. Çorba veya ayran içerken içine girmiyorlar mı? Yoksa onları süzerek mi içiyorsun?”
“Sen de fena taktın bıyıklarıma! Kırk yıldır orada duruyorlar. Kimseyi rahatsız etmediler de bir seni mi rahatsız ediyorlar?” Varsın dursunlar! Sana ne?”
“Gözüme batıyor!”
“Eski hanımlar "Bıyıksız buse, tuzsuz yemeğe benzer." derlermiş. Onun için herkes bıyık bırakırmış. Türk erkeği demek başta bıyık demek! Amma da gıcık kaptın ha bıyıklarımdan!”
“Rahmetli eşimde de vardı, kestirttim.”
“Aslında bin buruşuk suratımı beğenmiyorsun da bıyıklarımı bahane ediyorsun. Bak! Suratımın ortasında haşmetli bir de burnum var. Onun için neden bir şey demiyorsun? Halis muhlis Karadenizli burnu... Ancak yapımın mimarı ben değilim. Ben, eşin de değilim. Adam olmaya aday biriyim.”
“Yat kalk da dua et, öyle olmadığın için... O şimdi mevta...”
“Deliler yarım kaldı... Sonra mı devam edeceksin?”
“İnşallah yeri geldikçe...”
“Bir sen anlat, bir de ben...”
“Anlaştık!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 828