- 434 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Okumak ve İyi Okur Olma Meselesi
Okuma merakım ilkokul yıllarına dayanır. Benim okuduğum yıllar, bugünkü tabiriyle söylersek "organik" yıllardı. Zaman zaman düşünüyorum da; iyi ki, o yılları yaşamışım. Kuşak olarak tam bir anaforun ortasında kaldık. Bir yanda tadına doyum olmayan, insanlık değerinin, dürüstlüğün, ahlakın üst seviyelerde tutulduğu zamanları, diğer yanda bütün değerleri yerle bir eden sayısal (dijital) dönemi içiçe geçmiş şekilde yaşadık. Ben şanslıyım, doğaldan sayısala geçişte çok hızlı biçimde sayısala ayak uydurmam gerektiğini öngörüp ki; merakım da o yöndeydi, kendimi o yönde de geliştirdim.
Ne diyordum; okumak. Evet, o yıllarda ha deyince kitap alamıyordum. Fakir bir ailenin bireyi olarak, kitap ya da dergi çaldığımı bile hatırlıyorum. Okuma açlığım dindirilemez noktaya geldiğinde, çokta istediğim bir kitap, dergi varsa edinemiyorsam, yoldan çıkıyordum. Doğru bir şey mi; tabi ki hayır! Ama, o çocukluk yıllarımda bunun ayırdımını yapsam da, iç güdülerime yenik düşmüşlüğüm var.
Kütüphane ile tanışmam ortaokul sıralarında olmuştu. O andan itibaren de uzun yıllar kütüphaneden çıkmaz olmuştum. Öyle ki; taa o yıllarda Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi hakkında oldukça detaylı bilgiye sahiptim. Mu adası, benim kafamı o zamanlarda karıştırmaya başlamıştı, (1970’li yıllar) Mu adası sayesinde kıtaların geçmişlerinden ve Pangia süper kıtasını öğrenmiştim. Miliyet Çocuk, Hürriyet Çocuk v.b. bir çok yayın vardı. Fasikül fasikül ansiklopediler dağıtırlardı, onları toplardık ve kitap haline getirirdi. Bu merakım da mücelledliği yani kitap ciltleme sanatını öğrenmeme yol açmıştı. O zamanlar, çizgi romanlar aşağılanırdı. Tommiks, Texas, Kızıl Maske v.b. kitapları okumak, okkalı bir dayak yeme sebebiydi. Hatta, hiç unutamadığım bir anım, sanırım orta sondaydım, sınıf ortasında, okula getirdiğim bu kitaplar yüzünden fena bir dayak yemiş olmamdı. Getirmek zorundaydım zira, o zamanlar, bu tür kitapları satarak okur giderleri için para kazanmak gibi bir derdim vardı. O günkü düşüncem de, okul çıkışı, her zaman kitap sergisi açtığım sinema önüne gidip, satış yapmaktı. Neyse, kitaplardan da oldum, müdürden de okkalı bir dayak yemişliğimle kalakaldım. Hangisine acısam acaba?
Lise, yıllarımda harika bir edebiyat öğretmenine sahip oldum. O adamın büyüleyici gülüşü hala gözlerimin önündedir. Müthiş babacan birisiydi. İlk yazdığım şiirleri gösterme cesareti kazanmama sebep olan kişi de oydu. Beni ilk eleştiren de oydu. Her ay sınıfta okuma yarışması düzenleyen, düzenli kitaplar okumayı salık veren, bizlere daha aydınlıkçı düşünmenin yollarını bulduran da oydu. Tıpkı, ölü ozanlar derneğindeki Robin Williams gibiydi. Ama biz kitap yırtmadık.
Yazma eylemim, ortaokul son sınıf sıralarında başlamıştı. Şiire karşı müthiş bir saygı ve haz duyuyordum. Orhan Veli yazdıklarıyla bambaşka ufuklar açmıştı. Halikarnas Balıkçısı her öyküsünde beni alıp götürüyordu. Ömer Seyfettin kendi öykülürindeki kahramanları bir kıspet gibi üzerime giydiriyordu. Sebahattin Ali ile tanışmışlığımda o yıllara dayanıyor, Lise bitmeden 100 Dünya Klasiğini okumuş bitirmiştim. Yüzbaşının Kızı, Batı Cephesinde yeni bir şey yok, Vadideki Zambak, Goriot Baba, Kanser Koğuşu (ki bunu pek kimse bilmez Soljenitsinin harika eseridir), çanlar kimin için çalıyor. Say sayabildiğini.
Okumayla birlikte, yazma eylemimde yavaş yavaş gelişmeye başlamıştı. Artık denemeler yazıyordum şiirin yanında. Öyküler. Şimdilerde adına Küçürek Öykü dedikleri tarzlar yazıyordum bilmeden. Hatta fıkra denemelerim olmuştu (sizin bildiğiniz Nasrettin hoca fıkraları değil, bunlar edebi hiciv yazıları) ama bana göre olmadığını anladım. O sıralarda komedi türevinin bende hiç iyi durmadığını da kanıksamıştım. Şimdi düşünüyorum da; okumalar, yazmalar, acaba benim gerçek hayattan firar edişlerim miydi?
Tam da o yıllarda, kitaplar üzerine bir şeyler çizmek, notlar almak, sonrasında bu kitapları kendimce eleştirmek gibi bir huy geliştirmiştim. Hala devam eder. Yine o yıllarda, artık beğeni geliştirmeye başlamıştım. Tercihlerimi geliştirmeye başlamıştım. Ama, o kadar çok yönlüydüm ki; 3 ya da 6 ay romanlara sarıyordum; sonrası felsefe, bir bakmışsın bir süre psikoloji. Ama, bu süreç, her dalda merak ettiğim belli konuları öğrenip, bilincimi doyuma ulaştırmak adına çıkılmış okuma serüvenleriydi. Bu çeşit döngü halen daha hayatımda varlığını sürdürür. Meraklı bir adamım ve bilincimi, kafama takılan sorunun cevabı hakkında doyurmadan rahat edemiyorum.
Hayatım boyunca, hemen her şeye muhalif bir görüntü sergiledim. Bunu biliyorum, zira sık sıkta suratıma vurulmuştur. Ama ne yapabilirim ki; herkes televizyonda oynayan filmdeki birine saçma sapan hayranlık besliyor. Ben ise bunun saçmalığını görüp fikrimi söylüyordum. Buyurun size uyumsuzluk. Ya da birilerinin okuduğu kitabı daha önce okumuş oluyorum, eleştirel bir iki fikir beyan ediyorum, sonrası ben kibirli, burnu büyük, uyumsuz oluyorum. Varsın olsun, Zaten, beni eleştirenleri çoğu, en sonunda benim olduğum yere geliyorlardı. Sadece ben onlardan çok hızlı ve farklı düşünüyordum. Bunun sebebini çok sonraları öğrendim; dislektik olmak böyle bir şeydi.
Uzun bir yazı oldu. Kimsenin oturup, kafa patlatarak okuyacağını sanmıyorum. O yüzden son söz olarak şunu söylemek istiyorum: bilinçli okur olmak, okuyorum diye sürekli birilerini hakir görüp, aşağılama çabası içinde olmak değildir. Bugün, bu sitede olanların çoğunun yaşadıkları zaman içinde okuduklarını katlayacak kadar okumuşluğum, mürekkep yalamışlığım, kamış cızıktırmışlığım var. Bu bağlamda bilinçli okur olma konusunda da naçizane fikirlerim var. Bu bağlamda kendi gözlemlerimle geliştirdiğim, okuyucu profillerini üç sınıfta topluyorum:
1-Popülist Okur: Bu tür okur, en çok satan (bestseller) kitapları takip eder, gider, alır. Okur ya da yarım bırakır ama o kitabın popülaritesi düşünceye kadar sürekli yanında, çantasında taşır. Herkesin gözüne soka soka, en kalabalık yerlerde çıkarıp, okuyormuş havalarına bürünür. Hiçbir kitap hakkında derinlemesine düşünmez, fikri de yoktur.
2-Normal okur: Bu okur türü ise, popülistlikle beraber, eh azından Dünya klasiklerini merak eder. Bir nebze araştırır. Yine de kendi seçimleri yoktur. Sık sık ortalıkta ne okusam, ne tavsiye edersiniz tarzı mide krampı geçirten boş beleş sorular sorup durur. Bilinç düzeyi 1’e göre daha gelişkin olsa da, kararsız duruşu, ne okusam noktasında çözülmez bir düğüm oluşturur.
3-Derin Okuyucu: Bu okuyucu türü, okuduğu kitaplar hakkında size detaylı, eleştirel ya da analizci bir bakış açısıyla açıklamalar yapabilir. Neyi okuyacağını çok iyi bilir. Kendi ilgi alanları hakkında bilgi sahibi olduğu için kimseye ne okusam acaba diye sorma gereği hissetmez. Bir kitap için gerekirse aylarca süren okuma macerası yaratabilir. Zira okuyup geçmez, kafasına takılan soruları derinlemesine araştırır, bazen aynı anda iki üç kitabı birden okuma gereği hisseder. Dipnotlar onun için önemlidir.
Şimdi, bana ukalalık yapmak isteyenler olursa eğer, yukarıdaki kategorilerden hangisine ait olduğuna öncelikle karar versin.
Dipnot:
1. Kitap okumak için ayrı bir zaman yaratmak yerine kitap okuyabildiğin bir hayat düzenle.
2. Sadece tek bir türe bağımlı kalmak sana düşündüğün kadar faydalı olmayacaktır.
3. Her kitaptan yoğun bir akıcılık bekleme, yeterince şans verirsen bazı sıkıcı kitapların o akıcı kitaplardan çok daha değerli olduğunu görebilirsin.
4. Okuduğun türün teorik bilgisini veren metinler okumak sana okuduğun kitapların kalitesi hakkında ihtiyacın olan o bakış açısını verecektir.
5. Siyaset ile alakalı farklı görüşleri kapsayan kitapları mutlaka oku. Okuduğun diğer her şeyin daha fazla anlam kazandığını göreceksin.
6. Felsefenin tarihi ve gelişimini asla ihmal etme, felsefesiz bir dünya içi boş bir dünyadır.
7. Bir kitabın sana fazla geldiğini düşünürsen onu beklet, zamanla diğer kitaplar seni o kitabın seviyesine yükseltecektir.
8. Okuduğun kitabın eleştirilerine göz atmanda fayda var. Bunu okuduktan sonra ya da okumadan önce yapabilirsin.
9. Okuduğun hiçbir metinden pişman olma. Okumak hiçbir zaman zararlı değildir.
10. Bir türü diğerlerinden daha çok sevsen de asla diğer türlerden uzaklaşma. Bir okuyucu asla taraftar gibi davranmamalıdır.
11. Bazen bir kitabı anlayabilmek için öncesinde onlarca kitap okumuş olman gerekiyor.
12. Kitap almak ile yemek almak arasında çok fark yoktur, çok açken genelde yanlış kararlar alırız.
13. Bitirdiğin kitabın üstüne en az bir yarım saat oturup kendinle bir kahve iç.
Dipnot için dipnot:
"Bazı kitapların tadına bakılmalıdır, diğerleri yutulmalıdır ve çok azı da çiğnenip hazmedilmelidir." Francis Bacon
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.