- 593 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAYA VE ADA
Batılı insan yalnız insandır . O zaten doğduğu gün yalnız bir dünyaya geldiğini bilir. O hayatını özgür ama yalnız yaşar ve ölür. Modern teknolojiyi alabildiğine kullanması ve ondan yararlanması, yürüyen bantlarla üretimin yapıldığı bir sanayiye sahip olması, istediği hayatı yaşayabileceği bir tüketim gücüne sahip olması da onun yalnızlığını değiştirmemiştir.
Günümüzde batılı insanın en büyük korkusu savaş veya yoksulluk değil, yalnızlık korkusudur. Yalnızlık ve sosyal tecrit, çağımızda insan için en büyük tehdit sayılmaktadır. Yalnızlık ve inziva hali, Batı toplumlarındaki çeşitli yaş grupları arasında gizli bir epidemi haline dönüşmüştür. Batılı insanın bütün o ihtişam içerisinde kendisini dağdaki bir kaya ya da okyanustaki bir ada gibi yalnız hissetmesi sanatçılara da ilham vermiş, şarkılara konu olmuştur.
Ünlü Amerikalı müzisyen Paul Simon 1965’te yaptığı “I Am a Rock/Ben Bir Kayayım” şarkısında şu sözler geçmektedir:
“Duvarlar inşa etmişim,
Bir kale, derin ve muazzam,
Kimsenin içine giremediği.
Hiç ihtiyacım yok arkadaşlığa; arkadaşlık acı verir.
Gülüştür ve sevecenliktir küçümsediğim.
Ben bir kayayım, ben bir adayım.”
Batılı insanı bu dizelerden daha iyi tanımlayacak çok az söz vardır. “İnsan insanın kurdudur” sözü de batılı insanlar arasında oldukça geçerliliği olan bir sözdür. Veya orada anne ve babaların hep çocuklarına tembih ettikleri şu soğuk kural: “yabancılarla sakın konuşma!” Aşık olduğunda da başka kurallar duyar: “sev ama sakın benliğini başkasına kaptırma!” Hep iki yüzü vardır bu insanın: dışı gülen bir tiyatro maskesi, içi ise yalnızlığın ve kimsesizliğin derin çukuru.
Bu yüzden ikiyüzlülük orada bir ayıp değildir. Bir o vardır, bir de başkası. Sadece yabancılara karşı da etrafında duvarlar örmez. Eşini, ana-babasını, çocuklarını, kim olursa olsun sevdiği herkesi yabancı bellemesini ister toplum. Hep kendini bir zırhın ardında korur. Yumuşak karnını göstermemeye çalışır. Çünkü insanlar kurttur, onlara güvenilmez. Zaaflarını anladıkları anda onu mutlaka kullanırlar.
O yüzden hep iç hayatının zindanında esir yaşar, Batılı insan. İnsan olmayı bir düşkünlük sayar. Hazreti Adem ve Havva’nın Cennet’ten kovulmasına bağlar bunu. Oysa Batılı insanın düşüşü, hayvanların bile sahip olmadığı bir yalnızlığa, hüzün ve kimsesizliğedir. Bunun için unutmak ister. Bunun için iç ve dış yüzlerinin arasındaki uçurumu gizlemek için harcadığı çabadan bitap düşer. Yorulur, siner, bıkar, boş verir, biter, kendini yok eder. İntiharlar, bu yüzden sıradan olaylardır orada.
Batılı insan için Rab inancı da o derecede zayıftır. Ona bilimin, okulların ve sistemin öğrettiği şey, kendi kaderini kendisinin çizdiğidir. Din, sadece sıkıştığında rahatlık versin diye küçük bir acil yardım kutusu içinde muhafaza edilir. Oysa, duyduğu bütün acılara karşı, kendi kurtuluşunu inşa edemez o. Etrafındaki mal, mülk, şaşaalı ve ihtiyaçsız hayat da çare olmaz. Bir insan bakışı için canını vermek ister. Bir tatlı söz ve karşılıksız bir yardım, bir sevgi, bir yakınlık için her şeyinden vazgeçer.
Genç olanları, içlerindeki bu savaşı unutmak için her karanlığa girmeye, her acıyı tatmaya, her çılgınca macerayı yaşamaya hazırdırlar. Uyuşturucu, alkol, fuhuş, sapkınlık, cinayet, bütün karanlık, bütün kara alışkanlıklar bu yok olmayı durdurmak, onu varlığa çevirmek için birer adrestir. Spor, araba sevdası, hız ve rekor çılgınlığı da farklı değildir. Ama çalınan bu kapıları hiç açan olmaz.
Asıl darbe insan yaşlandığında gelir. Etrafındaki bütün insanlar uzaklaşmıştır, yalnızlık artık perdelenemeyecek kadar aşikârdır. Çocuklar, resmi olgunluk yaşı olan on sekizi aşınca bir sevgisizlik ortamı olan aileden kaçar. Çünkü oradaki kural, insanın insandan kaçmasıdır. Hürriyet kopmak demektir, kendi ayakları üzerinde durmak da, başkalarına hükmedecek kadar palazlanmak…
Bu yüzden oralarda terkedilmiş ihtiyarlar özellikle parklara, telefon kulübelerinin yanlarına gidip otururlar. Hatta bazıları sıradan bir telefon numarası çevirip karşısına çıkan kim olursa olsun bir-iki kelâm etmeye çalışır. Tek istekleri insan sesi duymaktır onların. Yaşadıkları lüks ve müreffeh hayatın hiç bir anlamı yoktur. İnsanın insan olmadan, insanın insanlığını bulmadan yaşayamayacağını geç de olsa anlarlar. Ama sonuçta yapabilecekleri bir şey yoktur. Gençliğinde unutmaya çalışan Batılı insan, yaşlandığında unutulur.
Aşkında bile mantıklı ve hesapçı olması gerekir Batılı insanın. Bedenine çok özen gösterir. O yüzden doktorlar en zenginidir oradaki insanların. Ama içindeki yangını, savaşı, felaketi dindiremez zinde ve güzel tutulan bir beden. Kendini parçalamaya başlar ruh. Eşyalara tapmaya başlar, zevklere ve ihtiraslara. Bunun için ruh doktorları da en varlıklısıdır o toplumların. Modern zamanların gerçek şamanları, din adamları bu iki sınıftır orada.
Bir kayadır o: soğuk, uzak ve yalnız. Ve bir adadır: insanlık denizinde etrafını taşla örmüş zavallı bir eşya koleksiyonudur. Yaşamak için yalnız olmalıdır. Ama para-pul, mal-mülk içinde yalnızlaştıkça, insana olan özlemi artar. Çıkarsız bir kardeşlik arar. Erkek, erkek arkadaşına bile dostça sarılamaz. Çünkü kem gözle bakılır. O yüzden hep karşı cinse döker içini. Erkek-kadın ilişkisi ise tenden kalbe, ruha asla geçmeyen bir birlikteliktir. O yüzden hep hüsranla biter ve yine o yalnızlık. Yine o kaya soğukluğu ve o ada kaybolmuşluğu.
Ve asıl yalnızlığın, kaybın, Yaradan’dan habersizlik olduğunu çoğu asla öğrenemez.
Evet, Batılı insan kayıp insandır.
Remzi Ormancı
Haziran 2021
BURSA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.